- Tanrım, beni rahmet denizine daldırır, bakalım, ne hünerle doldurup geri gönderecek?
- برده در دریای رحمت ایزدم ** تا ز چه فن پر کند بفرستدم
- Birisini ululuk nuru ile doldurur, öbürünü vehimlerle, hayallerle.
- آن یکی را کرده پر نور جلال ** وآن دگر را کرده پر وهم و خیال
- Kendimde bir rey, bir tedbir olsaydı her yaptığım, her giriştiğim iş, kendi hükmümce olurdu.
- گر بخویشم هیچ رای و فن بدی ** رای و تدبیرم به حکم من بدی
- Geceleyin aklım, benim buyruğum olmadan gitmezdi. Kuşlarım, tuzağımda dururdu. 2325
- شب نرفتی هوش بیفرمان من ** زیر دام من بدی مرغان من
- Can duraklarını bilir, uykumda da, uyanıkken de, sınandığım zaman da onları anlardım.
- بودمی آگه ز منزلهای جان ** وقت خواب و بیهشی و امتحان
- Bu işleri bağlayıp çözmek elimde değil, değil de yine de bu ululanmam, bu kendimi beğenmem nedir?
- چون کفم زین حل و عقد او تهیست ** ای عجب این معجبی من ز کیست
- Gördüğümü görmemiş sandım da yine dua zembilini kaldırdım.
- دیده را نادیده خود انگاشتم ** باز زنبیل دعا برداشتم
- Ey kerem sahibi, elif gibi hiçbir şeyim yok... Mimin gözünden daha dar bir gönlüm var ancak.
- چون الف چیزی ندارم ای کریم ** جز دلی دلتنگتر از چشم میم
- Bu elif, bu mim, varlığımızın anasıdır. Anamız olan mimin eli dardır, elifse ondan daha yoksul! 2330
- این الف وین میم ام بود ماست ** میم ام تنگست الف زو نر گداست
- Elifin bir şeyi yok demek gaflettir, mim gibi gönlü daralmış bir hale gelmek akıl alâmetidir.
- آن الف چیزی ندارد غافلیست ** میم دلتنگ آن زمان عاقلیست
- Kendimden geçtiğim zaman hiçim. Fakat aklım başıma geldi mi ıstıraplara düşer, kıvranır dururum.
- در زمان بیهشی خود هیچ من ** در زمان هوش اندر پیچ من
- Artık böyle bir hiçe bir şey yükleme. Böyle kıvrandıran şeye devlet adını takma.
- هیچ دیگر بر چنین هیچی منه ** نام دولت بر چنین پیچی منه
- Zaten beni iyileştirecek bir şeyim yok. Bu yüzlerce derde de vehimden uğradım.
- خود ندارم هیچ به سازد مرا ** که ز وهم دارم است این صد عنا
- Hiçbir şeyim yok, o haldeyim işte. Bana lûtfet. Zahmetler çektim, rahatlaştır beni, rahatımı arttır benim. 2335
- در ندارم هم تو داراییم کن ** رنج دیدم راحتافزاییم کن
- Göz yaşlarıma gark oldum, üryan bir halde durmadayım. Senin kapını görecek göz yok bende.
- هم در آب دیده عریان بیستم ** بر در تو چونک دیده نیستم
- Gözsüz kuluna rahmet et de gözyaşları, şu yazıda bir yeşillik, bir ot bitirsin.
- آب دیدهی بندهی بیدیده را ** سبزهای بخش و نباتی زین چرا
- Gözyaşım kalmazsa gözyaşı ihsan et. Peygamberin yaş dökücü gözleri gibi hani.
- ور نمانم آب آبم ده ز عین ** همچو عینین نبی هطالتین
- O bile bunca devletiyle, bunca ululuğuyla, bunca ileri oluşuyla beraber Tanrı kereminden gözyaşı istedi.
- او چو آب دیده جست از جود حق ** با چنان اقبال و اجلال و سبق
- Artık benim gibi eli boş bir kâse yalayıcı, nasıl olur da kanlı gözyaşlarını iplik gibi salmaz? 2340
- چون نباشم ز اشک خون باریکریس ** من تهیدست قصور کاسهلیس
- Öyle bir göz bile gözyaşına meftun olduktan sonra benim göz yaşlarım, yüzlerce ırmak olmalı.
- چون چنان چشم اشک را مفتون بود ** اشک من باید که صد جیحون بود
- Onun göz yaşlarının bir katrası, benim iki yüz ırmağımdan yeğdir. Çünkü o bir katrayla insanlar da kurtuldu, cinler de.
- قطرهای زان زین دو صد جیحون به است ** که بدان یک قطره انس و جن برست
- O cennet bahçesi bile yağmur isteyince çorak ve çirkin toprak nasıl istemez?
- چونک باران جست آن روضهی بهشت ** چون نجوید آب شورهخاک زشت
- Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?
- ای اخی دست از دعا کردن مدار ** با اجابت یا رد اویت چه کار
- Ekmek bile bu göz yaşına mâni olursa elini ekmekten yumak gerek. 2345
- نان که سد و مانع این آب بود ** دست از آن نان میبباید شست زود
- Kendine çeki düzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekmeğini göz yaşlarınla pişir!
- خویش را موزون و چست و سخته کن ** ز آب دیده نان خود را پخته کن
- Hatifin, define arayan yoksula seslenmesi ve definenin hakikatini bildirmesi
- آواز دادن هاتف مر طالب گنج را و اعلام کردن از حقیقت اسرار آن
- O böyle dua edip dururken Tanrı’dan ilham geldi, bu müşküller açıldı.
- اندرین بود او که الهام آمدش ** کشف شد این مشکلات از ایزدش
- Dendi ki: Hatif sana yaya bir ok koy, at dedi, yayın zıhını adamakıllı çek demedi ki.
- کو بگفتت در کمان تیری بنه ** کی بگفتندت که اندر کش تو زه
- Yayı iyice ta kulağına kadar çek demedi, bir ok koy,atıver dedi.
- او نگفتت که کمان را سختکش ** در کمان نه گفت او نه پر کنش
- Sen, ukalâlığından yayı çekmeye okçuluk hünerini göstermeye kalkıştın. 2350
- از فضولی تو کمان افراشتی ** صنعت قواسیی بر داشتی
- Bu katı yayı bırak da yürü, alelâde yaya bir ok koy, fazla gitmesine savaşma.
- ترک این سخته کمانی رو بگو ** در کمان نه تیر و پریدن مجو
- Düştüğü yeri kaz, defineyi orada bulmaya çalış, altınları elde et.
- چون بیفتد بر کن آنجا میطلب ** زور بگذار و بزاری جو ذهب
- Tanrı, şah damarından yakındır insana. Halbuki sen ok gibi olan düşünceni uzaklara atmadasın.
- آنچ حقست اقرب از حبل الورید ** تو فکنده تیر فکرت را بعید
- Ey yayı kurup oku atan! Av yakında, sen uzağa düşmüşsün.
- ای کمان و تیرها بر ساخته ** صید نزدیک و تو دور انداخته
- Kim daha uzağa ok atarsa daha uzaktadır. Böyle bir defineden daha uzağa düşer o. 2355
- هرکه دوراندازتر او دورتر ** وز چنین گنجست او مهجورتر
- Filozof kendisini düşünceyle öldürdü. Koş de ona, zaten defineye arkasını çevirmiştir o.
- فلسفی خود را از اندیشه بکشت ** گو بدو کوراست سوی گنج پشت
- Koş de. Ne kadar fazla koşarsa gönlünün muradından o kadar uzaklaşır.
- گو بدو چندانک افزون میدود ** از مراد دل جداتر میشود
- Padişah, “Bizim için savaşanlar” dedi, bizden uzaklaşmaya çalışanlar demedi a kararsız adam!
- جاهدوا فینا بگفت آن شهریار ** جاهدوا عنا نگفت ای بیقرار
- Kenan gibi hani. O da Nuh’dan arlandı da o koca dağın tepesine çıkmaya kalkıştı.
- همچو کنعان کو ز ننگ نوح رفت ** بر فراز قلهی آن کوه زفت
- Kurtulmak için dağa ne kadar koştu, tırmandıysa kurtuluştan o kadar uzaklaştı. 2360
- هرچه افزونتر همیجست او خلاص ** سوی که میشد جداتر از مناص
- Her sabah, daha katı bir yayla daha uzağa ok atıp define arayan bu yoksul gibi.
- همچو این درویش بهر گنج و کان ** هر صباحی سختتر جستی کمان
- Daha katı olan her yayı, eline aldıkça defineden o derece mahrum olmaktaydı.
- هر کمانی کو گرفتی سختتر ** بود از گنج و نشان بدبختتر
- Bu atalar sözü, âlemde söylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek.
- این مثل اندر زمانه جانی است ** جان نادانان به رنج ارزانی است
- Çünkü bilgisiz kişi hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dükkân açar.
- زانک جاهل ننگ دارد ز اوستاد ** لاجرم رفت و دکانی نو گشاد
- Ustana danışmadan açtığın o dükkân, bil ki kokmuş bir dükkândır, akreplerle, yılanlarla doludur o suretten ibaret adam! 2365
- آن دکان بالای استاد ای نگار ** گنده و پر کزدمست و پر ز مار
- Çabuk yık bu dükkânı da yeşilliğe, gül fidanlarına, içilecek suların bulunduğu yere dön!
- زود ویران کن دکان و بازگرد ** سوی سبزه و گلبنان و آبخورد
- Kibrinden, işin iç yüzünü bilmediğinden gûya kendisini kurtaracak dağı kurtuluş gemisi yapmaya kalkışan Kenan’a benzemez.
- نه چو کنعان کو ز کبر و ناشناخت ** از که عاصم سفینهی فوز ساخت
- O define arayana da okçuluğu hicap oldu. Halbuki isteği hazırdı, koynundaydı.
- علم تیراندازیش آمد حجاب ** وان مراد او را بده حاضر به جیب
- Nice bilgi, nice zekâ, nice anlayış vardır ki yolcuya bir gulyabani, bir harami kesilir.
- ای بسا علم و ذکاوات و فطن ** گشته رهرو را چو غول و راهزن
- Cennetliklerin çoğu ahmaktır. Bu suretle de filozofun şerrinden kurtulur onlar. 2370
- بیشتر اصحاب جنت ابلهند ** تا ز شر فیلسوفی میرهند
- Kendini faziletten de üryan bir hale getir, saçma şeylerden de... Böylece rahmet, her an sana insin dursun.
- خویش را عریان کن از فضل و فضول ** تا کند رحمت به تو هر دم نزول