English    Türkçe    فارسی   

6
2337-2386

  • Gözsüz kuluna rahmet et de gözyaşları, şu yazıda bir yeşillik, bir ot bitirsin.
  • آب دیده‌ی بنده‌ی بی‌دیده را  ** سبزه‌ای بخش و نباتی زین چرا 
  • Gözyaşım kalmazsa gözyaşı ihsan et. Peygamberin yaş dökücü gözleri gibi hani.
  • ور نمانم آب آبم ده ز عین  ** هم‌چو عینین نبی هطالتین 
  • O bile bunca devletiyle, bunca ululuğuyla, bunca ileri oluşuyla beraber Tanrı kereminden gözyaşı istedi.
  • او چو آب دیده جست از جود حق  ** با چنان اقبال و اجلال و سبق 
  • Artık benim gibi eli boş bir kâse yalayıcı, nasıl olur da kanlı gözyaşlarını iplik gibi salmaz? 2340
  • چون نباشم ز اشک خون باریک‌ریس  ** من تهی‌دست قصور کاسه‌لیس 
  • Öyle bir göz bile gözyaşına meftun olduktan sonra benim göz yaşlarım, yüzlerce ırmak olmalı.
  • چون چنان چشم اشک را مفتون بود  ** اشک من باید که صد جیحون بود 
  • Onun göz yaşlarının bir katrası, benim iki yüz ırmağımdan yeğdir. Çünkü o bir katrayla insanlar da kurtuldu, cinler de.
  • قطره‌ای زان زین دو صد جیحون به است  ** که بدان یک قطره انس و جن برست 
  • O cennet bahçesi bile yağmur isteyince çorak ve çirkin toprak nasıl istemez?
  • چونک باران جست آن روضه‌ی بهشت  ** چون نجوید آب شوره‌خاک زشت 
  • Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?
  • ای اخی دست از دعا کردن مدار  ** با اجابت یا رد اویت چه کار 
  • Ekmek bile bu göz yaşına mâni olursa elini ekmekten yumak gerek. 2345
  • نان که سد و مانع این آب بود  ** دست از آن نان می‌بباید شست زود 
  • Kendine çeki düzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekmeğini göz yaşlarınla pişir!
  • خویش را موزون و چست و سخته کن  ** ز آب دیده نان خود را پخته کن 
  • Hatifin, define arayan yoksula seslenmesi ve definenin hakikatini bildirmesi
  • آواز دادن هاتف مر طالب گنج را و اعلام کردن از حقیقت اسرار آن 
  • O böyle dua edip dururken Tanrı’dan ilham geldi, bu müşküller açıldı.
  • اندرین بود او که الهام آمدش  ** کشف شد این مشکلات از ایزدش 
  • Dendi ki: Hatif sana yaya bir ok koy, at dedi, yayın zıhını adamakıllı çek demedi ki.
  • کو بگفتت در کمان تیری بنه  ** کی بگفتندت که اندر کش تو زه 
  • Yayı iyice ta kulağına kadar çek demedi, bir ok koy,atıver dedi.
  • او نگفتت که کمان را سخت‌کش  ** در کمان نه گفت او نه پر کنش 
  • Sen, ukalâlığından yayı çekmeye okçuluk hünerini göstermeye kalkıştın. 2350
  • از فضولی تو کمان افراشتی  ** صنعت قواسیی بر داشتی 
  • Bu katı yayı bırak da yürü, alelâde yaya bir ok koy, fazla gitmesine savaşma.
  • ترک این سخته کمانی رو بگو  ** در کمان نه تیر و پریدن مجو 
  • Düştüğü yeri kaz, defineyi orada bulmaya çalış, altınları elde et.
  • چون بیفتد بر کن آنجا می‌طلب  ** زور بگذار و بزاری جو ذهب 
  • Tanrı, şah damarından yakındır insana. Halbuki sen ok gibi olan düşünceni uzaklara atmadasın.
  • آنچ حقست اقرب از حبل الورید  ** تو فکنده تیر فکرت را بعید 
  • Ey yayı kurup oku atan! Av yakında, sen uzağa düşmüşsün.
  • ای کمان و تیرها بر ساخته  ** صید نزدیک و تو دور انداخته 
  • Kim daha uzağa ok atarsa daha uzaktadır. Böyle bir defineden daha uzağa düşer o. 2355
  • هرکه دوراندازتر او دورتر  ** وز چنین گنجست او مهجورتر 
  • Filozof kendisini düşünceyle öldürdü. Koş de ona, zaten defineye arkasını çevirmiştir o.
  • فلسفی خود را از اندیشه بکشت  ** گو بدو کوراست سوی گنج پشت 
  • Koş de. Ne kadar fazla koşarsa gönlünün muradından o kadar uzaklaşır.
  • گو بدو چندانک افزون می‌دود  ** از مراد دل جداتر می‌شود 
  • Padişah, “Bizim için savaşanlar” dedi, bizden uzaklaşmaya çalışanlar demedi a kararsız adam!
  • جاهدوا فینا بگفت آن شهریار  ** جاهدوا عنا نگفت ای بی‌قرار 
  • Kenan gibi hani. O da Nuh’dan arlandı da o koca dağın tepesine çıkmaya kalkıştı.
  • هم‌چو کنعان کو ز ننگ نوح رفت  ** بر فراز قله‌ی آن کوه زفت 
  • Kurtulmak için dağa ne kadar koştu, tırmandıysa kurtuluştan o kadar uzaklaştı. 2360
  • هرچه افزون‌تر همی‌جست او خلاص  ** سوی که می‌شد جداتر از مناص 
  • Her sabah, daha katı bir yayla daha uzağa ok atıp define arayan bu yoksul gibi.
  • هم‌چو این درویش بهر گنج و کان  ** هر صباحی سخت‌تر جستی کمان 
  • Daha katı olan her yayı, eline aldıkça defineden o derece mahrum olmaktaydı.
  • هر کمانی کو گرفتی سخت‌تر  ** بود از گنج و نشان بدبخت‌تر 
  • Bu atalar sözü, âlemde söylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek.
  • این مثل اندر زمانه جانی است  ** جان نادانان به رنج ارزانی است 
  • Çünkü bilgisiz kişi hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dükkân açar.
  • زانک جاهل ننگ دارد ز اوستاد  ** لاجرم رفت و دکانی نو گشاد 
  • Ustana danışmadan açtığın o dükkân, bil ki kokmuş bir dükkândır, akreplerle, yılanlarla doludur o suretten ibaret adam! 2365
  • آن دکان بالای استاد ای نگار  ** گنده و پر کزدمست و پر ز مار 
  • Çabuk yık bu dükkânı da yeşilliğe, gül fidanlarına, içilecek suların bulunduğu yere dön!
  • زود ویران کن دکان و بازگرد  ** سوی سبزه و گلبنان و آب‌خورد 
  • Kibrinden, işin iç yüzünü bilmediğinden gûya kendisini kurtaracak dağı kurtuluş gemisi yapmaya kalkışan Kenan’a benzemez.
  • نه چو کنعان کو ز کبر و ناشناخت  ** از که عاصم سفینه‌ی فوز ساخت 
  • O define arayana da okçuluğu hicap oldu. Halbuki isteği hazırdı, koynundaydı.
  • علم تیراندازیش آمد حجاب  ** وان مراد او را بده حاضر به جیب 
  • Nice bilgi, nice zekâ, nice anlayış vardır ki yolcuya bir gulyabani, bir harami kesilir.
  • ای بسا علم و ذکاوات و فطن  ** گشته ره‌رو را چو غول و راه‌زن 
  • Cennetliklerin çoğu ahmaktır. Bu suretle de filozofun şerrinden kurtulur onlar. 2370
  • بیشتر اصحاب جنت ابلهند  ** تا ز شر فیلسوفی می‌رهند 
  • Kendini faziletten de üryan bir hale getir, saçma şeylerden de... Böylece rahmet, her an sana insin dursun.
  • خویش را عریان کن از فضل و فضول  ** تا کند رحمت به تو هر دم نزول 
  • Anlayışlı olmak; sınıklığın, niyazın zıddıdır. Anlayışlı olmayı bırak, ahmaklıkla uzlaşmaya bak.
  • زیرکی ضد شکستست و نیاز  ** زیرکی بگذار و با گولی‌بساز 
  • Anlayışı hırs ve tamah tuzağı bil. Temiz kişinin şeytan gibi akıllı olmakla ne işi var?
  • زیرکی دان دام برد و طمع و گاز  ** تا چه خواهد زیرکی را پاک‌باز 
  • Aklı, fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar sanatı görür, sanatkârı bulurlar.
  • زیرکان با صنعتی قانع شده  ** ابلهان از صنع در صانع شده 
  • Ana, küçücük yavrusunu gündüzün kucağına alır, ona el ayak olur, onu her şeyden korur. 2375
  • زانک طفل خرد را مادر نهار  ** دست و پا باشد نهاده بر کنار 
  • Biri Müslüman , öbürü Hıristiyan, üçüncüsü de Yahudi olan üç yolcu, bir konak yerinde yiyecek buldular. Hıristiyanla Yahudi tokdu, bunu yarın yiyelim dediler Müslüman, o gün oruçluydu, fakat onlarla başa çıkamadığından aç kaldı
  • حکایت آن سه مسافر مسلمان و ترسا و جهود و آن کی به منزل قوتی یافتند و ترسا و جهود سیر بودند گفتند این قوت را فردا خوریم مسلمان صایم بود گرسنه ماند از آنک مغلوب بود 
  • Oğul, burada bir hikâye dinle de hünerine kapılıp belâlara uğrama.
  • یک حکایت بشنو اینجا ای پسر  ** تا نگردی ممتحن اندر هنر 
  • Bir Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan yolda arkadaş oldular.
  • آن جهود و مومن و ترسا مگر  ** همرهی کردند با هم در سفر 
  • Bir mümin, iki sapıkla yoldaş oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.
  • با دو گمره همره آمد مومنی  ** چون خرد با نفس و با آهرمنی 
  • Yol hali bu, bir de bakarsın, bir Maraga’lı ile bir Rey’li arkadaş olur. Beraber yerler, beraber içerler.
  • مرغزی و رازی افتند از سفر  ** همره و هم‌سفره پیش هم‌دگر 
  • Baykuş, karga ve doğan, bir kafese düşebilir. Hapiste bir temiz kişiyle bir beynamaz arkadaş olabilir. 2380
  • در قفص افتند زاغ و جغد و باز  ** جفت شد در حبس پاک و بی‌نماز 
  • Bir konaktaki kervan sarayda doğu ve batı halkıyla Maveraünnehir’li bir araya gelir.
  • کرده منزل شب به یک کاروانسرا  ** اهل شرق و اهل غرب و ما ورا 
  • Aşağılık ve yüce kişiler, kış ve kar yüzünden bir kervansarayda günlerce kalırlar.
  • مانده در کاروانسرا خرد و شگرف  ** روزها با هم ز سرما و ز برف 
  • Fakat yol açıldı, mâni kalmadı mı hepsi ayrılır, her biri, bir yana gider.
  • چون گشاده شد ره و بگشاد بند  ** بسکلند و هر یکی جایی روند 
  • Akıl padişahı, kafesi kırdı mı kuşların her biri, bir tarafa uçar.
  • چون قفس را بشکند شاه خرد  ** جمع مرغان هر یکی سویی پرد 
  • Bundan önce neşelenerek, sevinerek kendi cinsinin havası ile geldiği yere uçar giderdi ya. 2385
  • پر گشاید پیش ازین بر شوق و یاد  ** در هوای جنس خود سوی معاد 
  • Kafeste ve zindan da iken de her an ağlayıp inleyerek kanat açar ama uçmaya yol ve imkân yoktur.
  • پر گشاید هر دمی با اشک و آه  ** لیک پریدن ندارد روی و راه