- Oğul, burada bir hikâye dinle de hünerine kapılıp belâlara uğrama.
- یک حکایت بشنو اینجا ای پسر ** تا نگردی ممتحن اندر هنر
- Bir Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan yolda arkadaş oldular.
- آن جهود و مومن و ترسا مگر ** همرهی کردند با هم در سفر
- Bir mümin, iki sapıkla yoldaş oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.
- با دو گمره همره آمد مومنی ** چون خرد با نفس و با آهرمنی
- Yol hali bu, bir de bakarsın, bir Maraga’lı ile bir Rey’li arkadaş olur. Beraber yerler, beraber içerler.
- مرغزی و رازی افتند از سفر ** همره و همسفره پیش همدگر
- Baykuş, karga ve doğan, bir kafese düşebilir. Hapiste bir temiz kişiyle bir beynamaz arkadaş olabilir. 2380
- در قفص افتند زاغ و جغد و باز ** جفت شد در حبس پاک و بینماز
- Bir konaktaki kervan sarayda doğu ve batı halkıyla Maveraünnehir’li bir araya gelir.
- کرده منزل شب به یک کاروانسرا ** اهل شرق و اهل غرب و ما ورا
- Aşağılık ve yüce kişiler, kış ve kar yüzünden bir kervansarayda günlerce kalırlar.
- مانده در کاروانسرا خرد و شگرف ** روزها با هم ز سرما و ز برف
- Fakat yol açıldı, mâni kalmadı mı hepsi ayrılır, her biri, bir yana gider.
- چون گشاده شد ره و بگشاد بند ** بسکلند و هر یکی جایی روند
- Akıl padişahı, kafesi kırdı mı kuşların her biri, bir tarafa uçar.
- چون قفس را بشکند شاه خرد ** جمع مرغان هر یکی سویی پرد
- Bundan önce neşelenerek, sevinerek kendi cinsinin havası ile geldiği yere uçar giderdi ya. 2385
- پر گشاید پیش ازین بر شوق و یاد ** در هوای جنس خود سوی معاد
- Kafeste ve zindan da iken de her an ağlayıp inleyerek kanat açar ama uçmaya yol ve imkân yoktur.
- پر گشاید هر دمی با اشک و آه ** لیک پریدن ندارد روی و راه
- Fakat yol oldu mu her biri, anarak kanat açtığı yere uçar, yel gibi uçup gider.
- راه شد هر یک پرد مانند باد ** سوی آن کز یاد آن پر میگشاد
- Ağlayıp ah ettiği tarafa fırsat buldu mu koşar, uçup kavuşur.
- آن طرف که بود اشک و آه او ** چونک فرصت یافت باشد راه او
- Bedenine bak. Bu cüzüler, nereden toplanıp bedenine geldi.
- در تن خود بنگر این اجزای تن ** از کجاها گرد آمد در بدن
- Kimisi suya, kimisi toprağa, kimisi yele, kimisi ateşe mensup. Kimi arştan gelmiş, kimi ferşten. Kimisi güzel, kimisi çirkin. 2390
- آبی و خاکی و بادی و آتشی ** عرشی و فرشی و رومی و گشی
- Her biri kar korkusundan bu kervansaraya sinmiş, geldikleri yere tekrar dönmeyi umuyor.
- از امید عود هر یک بسته طرف ** اندرین کاروانسرا از بیم برف
- Çeşit çeşit kar var, her taraf donmuş, hiçbir yerde hayat kalmamış. O adalet güneşinden uzak kalmışlar, o uzaklık kışından buz kesilmişler.
- برف گوناگون جمود هر جماد ** در شتای بعد آن خورشید داد
- Fakat o kızgın güneşin harareti bir geldi mi dağ bile kum ve yün kesilir.
- چون بتابد تف آن خورشید جشم ** کوه گردد گاه ریگ و گاه پشم
- Can verirken beden nasıl erirse kendilerinde candan eser olmayan cansızlar bile öyle erir.
- در گداز آید جمادات گران ** چون گداز تن به وقت نقل جان
- Bu üç yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti. 2395
- چون رسیدند این سه همره منزلی ** هدیهشان آورد حلوا مقبلی
- Bir ihsan sahibi, “Ben yakınım”, sofrasından her üç garibe de helva götürdü.
- برد حلوا پیش آن هر سه غریب ** محسنی از مطبخ انی قریب
- Tanrı’dan sevap ümidi ile sıcak somun ve bal helvası hediye etti.
- نان گرم و صحن حلوای عسل ** برد آنک در ثوابش بود امل
- Şehirliler, edep ve zekâ ehli olurlar. Toy vermek yoksul doyurmak da köylülere verilmiştir.
- الکیاسه والادب لاهل المدر ** الضیافه والقری لاهل الوبر
- Tanrı, garibe ziyafet çekmeyi köylülere vermiştir.
- الضیافة للغریب والقری ** اودع الرحمن فی اهل القری
- Köylerde her gün Tanrı’dan başka imdadına yetişecek hiç kimsesi olmayan yeni bir misafir vardır. 2400
- کل یوم فی القری ضیف حدیث ** ما له غیر الاله من مغیث
- Köylerde her gece yeni bir topluluk vardır ki onların Tanrı’dan başka kimseleri yoktur.
- کل لیل فی القری وفد جدید ** ما لهم ثم سوی الله محید
- O iki yabancı, adamakıllı yemek yemişler, imtilâya uğramışlardı. O Müslüman ise oruçluydu.
- تخمه بودند آن دو بیگانه ز خور ** بود صایم روز آن مومن مگر
- Akşam namazı vakti o helva gelince Mümin, pek aç olduğundan yemek istediyse de,
- چون نماز شام آن حلوا رسید ** بود مومن مانده در جوع شدید
- İkisi de biz boğazımıza kadar tokuz. Bu yemeği bu gece bırakalım da yarın yeriz.
- آن دو کس گفتند ما از خور پریم ** امشبش بنهیم و فردایش خوریم
- Bu gece sabredelim, yemeyelim de helvayı yarına saklayalım dediler. 2405
- صبر گیریم امشب از خور تن زنیم ** بهر فردا لوت را پنهان کنیم
- Mümin dedi ki: Sabrı bırakalım da bu gece yiyelim yarının sahibi var.
- گفت مومن امشب این خورده شود ** صبر را بنهیم تا فردا بود
- Ona sen, böyle hikmet satarak yalnız yemek istiyorsun galiba dediler.
- پس بدو گفتند زین حکمتگری ** قصد تو آن است تا تنها خوری
- Dedi ki: Dostlar, biz üç kişi değil miyiz? Bana razı değilseniz pay edelim.
- گفت ای یاران نه که ما سه تنیم ** چون خلاف افتاد تا قسمت کنیم
- Kimse ne düşerse diler yesin, diler saklasın.
- هرکه خواهد قسم خود بر جان زند ** هرکه خواهد قسم خود پنهان کند
- İkisi birden hayır dediler, pay etmeyi bırak, “her pay eden cehennemdedir” sözünü duy. 2410
- آن دو گفتندش ز قسمت در گذر ** گوش کن قسام فیالنار از خبر
- Mümin, burada pay eden, kendi havasına uyup pay edendir. Tanrı için pay eden değil.
- گفت قسام آن بود کو خویش را ** کرد قسمت بر هوا و بر خدا
- Sen de Tanrınınsın onun payısın. Onun payını başkasına verirsen ona şirk koşmuş olursun.
- ملک حق و جمله قسم اوستی ** قسم دیگر را دهی دوگوستی
- Eğer o kötü kişilerin zamanı olmasaydı bu aslan, köpeklere üstün olurdu.
- این اسد غالب شدی هم بر سگان ** گر نبودی نوبت آن بدرگان
- Onların kasti o Müslüman’ın gam yemesi, o geceyi aç geçirmesiydi.
- قصدشان آن کان مسلمان غم خورد ** شب برو در بینوایی بگذرد
- Tanrı’ya teslim oldu, boynunu eğdi, dostlarım dedi, baş üstüne, dediğiniz gibi olsun. 2415
- بود مغلوب او به تسلیم و رضا ** گفت سمعا طاعة اصحابنا
- O gece yatıp uyudular, sabahleyin kalkıp kendilerini bezediler.
- پس بخفتند آن شب و برخاستند ** بامدادان خویش را آراستند
- Yüzlerini, ağızlarını yıkadılar. Her biri, kendi yolunca virdini okumaya koyuldu.
- روی شستند و دهان و هر یکی ** داشت اندر ورد راه و مسلکی
- Bir zaman virtlerine yüz tutup Tanrı’dan lûtuf ve ihsan dilediler.
- یک زمانی هر کسی آورد رو ** سوی ورد خویش از حق فضلجو
- Müminde ulu padişaha yüz tutar, Hıristiyan da Yahudi de; Mecusi de.
- مومن و ترسا جهود و گبر و مغ ** جمله را رو سوی آن سلطان الغ
- Hattâ taş, toprak, dağ ve suyun bile Tanrı’ya gizli bir duası, ilticası vardır. 2420
- بلک سنگ و خاک و کوه و آب را ** هست واگشت نهانی با خدا
- Bu sözün sonu gelmez. Her üç dostta ibadetlerini bitirdikten sonra dostçasına birbirlerine yüz çevirdiler.
- این سخن پایان ندارد هر سه یار ** رو به هم کردند آن دم یاروار
- Biri dedi ki: Her birimiz gördüğü rüyayı anlatsın.
- آن یکی گفتا که هر یک خواب خویش ** آنچ دید او دوش گو آور به پیش
- Kimin rüyası daha güzelse bu helvayı o yesin, üstün olan alt olanın payını alsın.
- هرکه خوابش بهتر این را او خورد ** قسم هر مفضول را افضل برد
- Aklı en üstün olanın yemesi herkesin yemesi demektir.
- آنک اندر عقل بالاتر رود ** خوردن او خوردن جمله بود
- Onun nurlarla dolu olan canı üstün gelmiştir, arda kalanların derdine o deva eder. 2425
- فوق آمد جان پر انوار او ** باقیان را بس بود تیمار او