English    Türkçe    فارسی   

6
2564-2613

  • Onun bu saçma sözlerini, bu maskaralığını dinleme de titreyişine, yüzünün rengine bak.
  • مشنو این دفع وی و فرهنگ او  ** در نگر در ارتعاش و رنگ او 
  • Tanrı, “Niyetleri yüzlerine görünüp durur” dedi. Çünkü yüz içteki sırrı söyler, açığa vurur. 2565
  • گفت حق سیماهم فی وجههم  ** زانک غمازست سیما و منم 
  • Bu görünen şey, duyulan sözün zıddıdır. Çünkü insan şerle yoğrulmuştur.
  • این معاین هست ضد آن خبر  ** که بشر به سرشته آمد این بشر 
  • Delkak, feryat ve figan ederek, coşup köpürerek vezir dedi, bu yoksulun kanına girmeye kalkışma.
  • گفت دلقک با فغان و با خروش  ** صاحبا در خون این مسکین مکوش 
  • Gönle nice şüpheler, vehimler gelir ki doğru ve yerinde değildir.
  • بس گمان و وهم آید در ضمیر  ** کان نباشد حق و صادق ای امیر 
  • “Şüphe yok ki şüphenin bazısı suçtur, günahtır.” Sitem, hele yoksula olursa hiç doğru değildir.
  • ان بعض الظن اثم است ای وزیر  ** نیست استم راست خاصه بر فقیر 
  • Padişah kendisini inciten kişiye bile kötülük etmezken nasıl olur da onu güldürene kötülük eder? 2570
  • شه نگیرد آنک می‌رنجاندش  ** از چه گیرد آنک می‌خنداندش 
  • Fakat vezirin sözü, padişahın gönlüne yer etmişti.
  • گفت صاحب پیش شه جاگیر شد  ** کاشف این مکر و این تزویر شد 
  • “Delkak’ı zindana götürün, maskaralığına, riyasına pek kapılmayın.
  • گفت دلقک را سوی زندان برید  ** چاپلوس و زرق او را کم خرید 
  • Boş karnına davul gibi vurun da davul gibi nesi var, nesi yoksa bize haber versin.
  • می‌زنیدش چون دهل اشکم‌تهی  ** تا دهل‌وار او دهدمان آگهی 
  • Davul kuru olursa sesi başka türlü çıkar, yaş olursa başka türlü. İçinde bir şey olursa başka türlü bir ses verir, boş olursa başka türlü. Sesi ne halde olduğunu bildirir bize.
  • تر و خشک و پر و تی باشد دهل  ** بانگ او آگه کند ما را ز کل 
  • Siz de onu dövün de zorundan içindekini söylesin, gönüllerimiz kabul edinceye kadar nesi var, nesi yoksa açığa vursun. 2575
  • تا بگوید سر خود از اضطرار  ** آنچنان که گیرد این دلها قرار 
  • Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz.
  • چون طمانینست صدق و با فروغ  ** دل نیارامد به گفتار دروغ 
  • Yalan, çerçöpe benzer, gönül de ağza. Çöp ağızda gizlenmez.
  • کذب چون خس باشد و دل چون دهان  ** خس نگردد در دهان هرگز نهان 
  • Ağızda çöp oldu mu dil dolanır durur, nihayet onu ağızdan atar.
  • تا درو باشد زبانی می‌زند  ** تا به دانش از دهان بیرون کند 
  • Hele göze bir çöp girerse göz yaşarır, kapanıp açılmaya başlar.
  • خاصه که در چشم افتد خس ز باد  ** چشم افتد در نم و بند و گشاد 
  • Biz, bu çöpü, ağzımıza, gözümüze girmeden ayağımızın altında ezelim” dedi. 2580
  • ما پس این خس را زنیم اکنون لگد  ** تا دهان و چشم ازین خس وا رهد 
  • Delkak padişahım yavaş ol dedi. Yavaşlık ve yarlıgama yüzünü pek yırtma.
  • گفت دلقک ای ملک آهسته باش  ** روی حلم و مغفرت را کم‌خراش 
  • Beni azaba sokmak için neden bu kadar acele ediyorsun? Senin elindeyim, kuş değilim ki, uçayım.
  • تا بدین حد چیست تعجیل نقم  ** من نمی‌پرم به دست تو درم 
  • Tanrı için verilen cezada acele etmek doğru değildir.
  • آن ادب که باشد از بهر خدا  ** اندر آن مستعجلی نبود روا 
  • Fakat kendi kızgınlığından, kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir. Adam, kendini bir an önce razı etmeye bakar.
  • وآنچ باشد طبع و خشم و عارضی  ** می‌شتابد تا نگردد مرتضی 
  • Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı yatışır. Öç almadan geçer, o zevkten mahrum kalır. Bundan korkar işte. 2585
  • ترسد ار آید رضا خشمش رود  ** انتقام و ذوق آن فایت شود 
  • Yalancı şehvet, yemeye atılır, onun lezzetini, zevkini kaybedivereceğinden korkar ki bu zaten derttir.
  • شهوت کاذب شتابد در طعام  ** خوف فوت ذوق هست آن خود سقام 
  • İştah varsa acele etmemek, yenen şeyin iyice sinmesi için ağır ağır yemek daha doğrudur.
  • اشتها صادق بود تاخیر به  ** تا گواریده شود آن بی‌گره 
  • Sen, benim belâmı defetmek, gördüğün gediği tıkamak istiyorsun.
  • تو پی دفع بلایم می‌زنی  ** تا ببینی رخنه را بندش کنی 
  • O gedikten bir felâket gelmesin diyorsun ama kaza ve kaderin o gedikten başka daha nice gedikleri, nice delikleri var.
  • تا از آن رخنه برون ناید بلا  ** غیر آن رخنه بسی دارد قضا 
  • Belâyı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. buna çare ihsandır, aftır keremdir. 2590
  • چاره‌ی دفع بلا نبود ستم  ** چاره احسان باشد و عفو و کرم 
  • Peygamber “sadaka belâyı defeder” dedi. Ey yiğit hastalığını sadakayla tedavi et.
  • گفت الصدقه مرد للبلا  ** داو مرضاک به صدقه یا فتی 
  • Sadaka, yoksulu yakmak, hilim gözleyen gözü kör etmek değildir.
  • صدقه نبود سوختن درویش را  ** کور کردن چشم حلم‌اندیش را 
  • Padişah dedi ki: Hayır, yerinde yapılırsa iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir.
  • گفت شه نیکوست خیر و موقعش  ** لیک چون خیری کنی در موضعش 
  • Ruh, yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de bilgisizliktir.
  • موضع رخ شه نهی ویرانیست  ** موضع شه اسپ هم نادانیست 
  • Şeriatta ihsan da var ceza da. Padişah, baş köşeye geçer; at ahıra bağlanır. 2595
  • در شریعت هم عطا هم زجر هست  ** شاه را صدر و فرس را درگه است 
  • Adalet nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymak. Zulüm nedir? Lâyık olmadığı yere koymak.
  • عدل چه بود وضع اندر موضعش  ** ظلم چه بود وضع در ناموقعش 
  • Tanrı’nın yarattığı bir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile... hepsi doğrudur.
  • نیست باطل هر چه یزدان آفرید  ** از غضب وز حلم وز نصح و مکید 
  • Bunların hiç biri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak olarak şer de değildir.
  • خیر مطلق نیست زینها هیچ چیز  ** شر مطلق نیست زینها هیچ نیز 
  • Her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.
  • نفع و ضر هر یکی از موضعست  ** علم ازین رو واجبست و نافعست 
  • Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da. 2600
  • ای بسا زجری که بر مسکین رود  ** در ثواب از نان و حلوا به بود 
  • Çünkü helva, vakitsiz yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille vurulsa kötülükten kurtulur.
  • زانک حلوا بی‌اوان صفرا کند  ** سیلیش از خبث مستنقا کند 
  • Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun.
  • سیلیی در وقت بر مسکین بزن  ** که رهاند آنش از گردن زدن 
  • Vurmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür.
  • زخم در معنی فتد از خوی بد  ** چوب بر گرد اوفتد نه بر نمد 
  • Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lâzım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
  • بزم و زندن هست هر بهرام را  ** بزم مخلص را و زندان خام را 
  • Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun. 2605
  • شق باید ریش را مرهم کنی  ** چرک را در ریش مستحکم کنی 
  • Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur.
  • تا خورد مر گوشت را در زیر آن  ** نیم سودی باشد و پنجه زیان 
  • Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum.
  • گفت دلقک من نمی‌گویم گذار  ** من همی‌گویم تحریی بیار 
  • Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün.
  • هین ره صبر و تانی در مبند  ** صبر کن اندیشه می‌کن روز چند 
  • Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
  • در تانی بر یقینی بر زنی  ** گوش‌مال من بایقانی کنی 
  • Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden? 2610
  • در روش یمشی مکبا خود چرا  ** چون همی‌شاید شدن در استوا 
  • İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil!
  • مشورت کن با گروه صالحان  ** بر پیمبر امر شاورهم بدان 
  • İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
  • امرهم شوری برای این بود  ** کز تشاور سهو و کژ کمتر رود 
  • Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir.
  • این خردها چون مصابیح انورست  ** بیست مصباح از یک روشن‌ترست