English    Türkçe    فارسی   

6
2650-2699

  • Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu. 2650
  • Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
  • Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.
  • Lâal dudakları, kalplerin yakutuydu. Ne risale okumuştu, ne de “Kuutül kulûb!”
  • Vaazlarını şerhlerden öğrenmiyordu. Sözleri, keşifler kaynağından coşuyordu, ruh şerhiydi.
  • Bir şarap var. O içildi mi söz suyu dilsizden bile kaynar, köpürür. 2655
  • Yeni doğan çocuk fasih söz söyler bir edip olur, Mesih gibi, ergen adamların hikmetini okur.
  • O şaraptan içip dudağını hoş bir hale getiren dağ, Davut peygamber gibi yüzlerce gazel öğrenir.
  • Bütün kuşlar, cik cik ötüşlerini bırakmışlar, padişah olan Davut’a uymuşlar, ona dost olmuşlar, onunla ırlamaya başlamışlardı.
  • Kuş bile onu duyup sarhoş olduktan sonra demir, onun sesini duymuş, bunda şaşılacak ne var?
  • Kasırga, Âd kavmini kırmış geçirmiş, fakat Süleyman’a hamal olmuş, onu sırtında taşımıştır. 2660
  • Kasırga, o padişahın tahtını yüklenmiş, her sabah, her akşam bir aylık yol götürmüştür.
  • Hem ona hamal olmuş, hem casusluk yapmıştır. Uzakta olan birisini sözünü duydu mu,
  • Derhal gelir, o sözü Süleyman’ın kulağına fıslardı.
  • “Filan kişi, şimdi böyle söyledi ey Süleyman ey sahip kıran ay” derdi.
  • Farenin kurbağaya, “Seni görmek isteyince suya dalamıyorum. Aramızda bir vasıta lâzım. Su kıyısına gelip seni arayınca haber alabilmeliyim. Sen de benim deliğimin başına gelince bana haber verebilmelisin ve saire” demesi
  • Bu sözün sonu yoktur. Fare, bir gün kurbağaya ey akıl kandili dedi; 2665
  • Zaman oluyor ki sana bir sır söylemek istiyorum. Halbuki sen suyun dibinde bulunuyorsun.
  • Su kıyısında nâra atıyorum ama suyun içindeyken âşıkların nârasını duymuyorsun sen.
  • Ey yiğit er, ben bu muayyen buluşma vakitleri ile kanaat edemiyor, senin sohbetine doyamıyorum.
  • Namaz ve yol gösteren ibadet, beş vakit olarak farz edildi. Fakat âşıklar daima namazdadır.
  • Ve sarhoşluk o başlardaki mahmurluk, ne beş vakitle yatışır, ne beş yüz bin vakitle. 2670
  • “Beni az ziyaret et” sözü âşıklara göre değildir. Doğru özlü âşıkların canı, pek susuzdur.
  • “Beni az ziyaret et “sözü, balıklara göre değildir. Çünkü onların canları, deniz olmadıkça hiçbir şeyle ünsiyet edemez.
  • Bu denizin suyu pek korkunçtur ama balıkların mahmurluğuna göre bir yudumcuktur.
  • Âşığa bir an ayrılık, bir yıl gibi gelir. Bir yıllık vuslat bile onca bir hayalden ibarettir.
  • Aşk susuzdur, susuzu arar. Bunlar, geceyle gündüz gibi birbirinin ardına düşmüşlerdir. 2675
  • Gündüz geceye âşıktır, onsuz olamaz. Fakat bakarsan görürsün ki gece, ona, ondan ziyade âşıktır.
  • Onlar,birbirlerini aramadan bir lâhza bile durmazlar. Daima, birbirlerinin ardından koşup dururlar.
  • Bu onun ayağına yapışmıştır. O, bunun kulağına. Bu, ona hayrandır, o, buna âşık.
  • Sevgilinin gönlünce herkes âşıktır, herkesi âşık görür o. Azra'nın gönlünde daima Vamık vardır.
  • Âşığın gönlünde de sevgiliden başka kimse yoktur. Onların aralarında ne az, ne çok fark edici bir şey olamaz, onları birbirinden ayıracak kimse bulunamaz. 2680
  • Bu iki çan bir devededir. Artık buraya “Az ziyaret et” sözü nasıl sığar?
  • Hiç kimse,kendisine “Beni az ziyaret et” der mi? Hiç kimse kendisine nöbetle zamanla dost olur mu?
  • Bu birlik aklın alacağı şey değildir. Bunu anlamak, insanın ölümüne bağlıdır.
  • Eğer bu, akılla anlaşılsaydı, insanın nefsini öldürmesi neden vacip olurdu ki?
  • Akıllar padişahı, bu kadar merhametliyken nasıl olur da zaruretsiz olarak insana “Kendini öldür” der? 2685
  • Farenin, kurbağaya pek çok yalvarması ve arada bir vasıta bulmak için sızlanması
  • Fare dedi ki: Ey merhametli, sevgili dost, ben seni görmedikçe bir an bile karar edemiyorum.
  • Gündüzün nurum, kazancım, ışığım sensin; geceleyin kararım, neşem, uykum sen.
  • Beni sevindir, vakitli vakitsiz kerem eder anarsın lûtfedersin.
  • Ey iyiliğimi isteyen, buluşmak için yirmi dört saatte bir kuşluk çağını tâyin ettin.
  • Fakat ciğerim yanıyor, beş yüz kere susuzum, her susuzluğumda bir öküz açlığı var âdeta. 2690
  • Benim derdimden haberin bile yok. Mevkiinin zekâtını ver de bu yoksula bir bak.
  • Bu bîedep yoksul, buna lâyık değil ama senin umumî lûtfun, bundan çok üstün.
  • Herkese lûtfetmektesin. Lûtfetmen için bir lüzuma hacet yok. Güneş, pisliklere de vurur.
  • Fakat nuruna bir ziyan gelmez. O pislik, onun hararetiyle kurur, odun haline gelir.
  • Bu yüzden de bir külhana girer, nurlanır, hamamın kapısını duvarını kızdırır, parlatır. 2695
  • Pisken bezenir, nurlanır. Çünkü güneş, ona öyle bir afsun okumuştur işte.
  • Güneş yeryüzünün içini de kızdırır da artakalan pislikleri yer.
  • Bu pislikler, bu suretle toprağın cüzü olur, ondan otlar biter. İşte Tanrı da kötülükleri iyiliklere böyle çevirir.
  • Güneş en kötü şey olan pisliğe bunu yaparsa yeşilliklere, güllere, nergislere neler yapmaz?