English    Türkçe    فارسی   

6
2710-2759

  • Mezarımın başında çok oturursun. O güzel gözlerinden çok yaşlar akar. 2710
  • بر سر گورم بسی خواهد نشست  ** خواهد از چشم لطیفش اشک جست 
  • Mahrumiyetime ağlar, mazlumluğuma gözlerini yumup yaş dökersin sen.
  • نوحه خواهد کرد بر محرومیم  ** چشم خواهد بست از مظلومیم 
  • İyisi mi o lûtufların birazcığını şimdi yap. O sözleri, şimdi benim kulağıma küpe et.
  • اندکی زان لطفها اکنون بکن  ** حلقه‌ای در گوش من کن زان سخن 
  • Toprağıma söyleyeceğin sözleri şu gamla kulağıma saç, şimdi söyle bana.
  • آنک خواهی گفت تو با خاک من  ** برفشان بر مدرک غمناک من 
  • Farenin “ Bahaneler icadetme. İşi yarına bırakıp savsaklama. Bu hacetimi hemen yerine getir. İleriye atmada âfetler, tehlikeler vardır. Sofi, vakit oğludur. Oğul, babasının eteğinden el çekmez. Sofinin esirgeyici babası olan vakit de onu, yarına bakmaya muhtaç etmez, sağıncılık halka benzemez. O, gelecek zamanı beklemez. Nehre mensuptur, daima oluş halindedir, dehre mensup değildir, zamana mukayyet olmaz. Çünkü “ Tanrı yanında ne sabah vardır, ne akşam.” Geçmiş, gelecek, ezel ve ebed, orada yoktur. Geçmiş Âdem’le gelecek Deccâl oraya sığmaz. Bunlar, aklı cüzi’nin ve hayvanî ruhun sahasındaki şeylerdir. Mekânsızlık ve zamansızlık âleminde bunlar yoktur. Şu halde Tanrı birdir dendi mi, nasıl bir olan hakikatın değil, ikiliğin olmadığı anlaşılırsa sofi, vakit oğludur sözünden de geçmişin, içinde bulunduğumuz zamanın ve gelecek zamanın, ezel ve ebedin yokluğu anlaşılır” diyerek kurbağaya yalvarması.
  • لابه کردن موش مر چغز را کی بهانه میندیش و در نسیه مینداز انجاح این حاجت مرا کی فی التاخیر آفات و الصوفی ابن الوقت و ابن دست از دامن پدر باز ندارد و اب مشفق صوفی کی وقتست او را بنگرش به فردا محتاج نگرداند چندانش مستغرق دارد در گلزار سریع الحسابی خویش نه چون عوام منتظر مستقبل نباشد نهری باشد نه دهری کی لا صباح عند الله و لا مساء ماضی و مستقبل و ازل و ابد آنجا نباشد آدم سابق و دجال مسبوق نباشد کی این رسوم در خطه‌ی عقل جز وی است و روح حیوانی در عالم لا مکان و لا زمان این رسوم نباشد پس او ابن وقتیست کی لا یفهم منه الا نفی تفرقة الا زمنة چنانک از الله واحد فهم شود نفی دوی نی حقیقت واحدی 
  • Gümüş paralar veren bir ihsan sahibi, sofinin birine dedi ki: Ey ayaklarının altına canımı döşediğim zat.
  • صوفیی را گفت خواجه‌ی سیم‌پاش  ** ای قدمهای ترا جانم فراش 
  • Ey padişahım! Bugün sana bir kuruş mu vereyim, yoksa yarın kuşluk çağında üç kuruş mu? Hangisini istersin? 2715
  • یک درم خواهی تو امروز ای شهم  ** یا که فردا چاشتگاهی سه درم 
  • Sofi dedi ki: Bugünkü de vaat, yarınki de. Dün yarım kuruş verseydin bugün elimde olsaydı. Buna, bugünkü vereceğin bir kuruştan da daha ziyade sevinirdim, yarın vereceğin yüz kuruştan da.
  • گفت دی نیم درم راضی‌ترم  ** زانک امروز این و فردا صد درم 
  • Peşin sille, veresiye keremden hayırlıdır. İşte kafam önünde, başımı eğiyorum, vur, tek peşin olsun!
  • سیلی نقد از عطاء نسیه به  ** نک قفا پیشت کشیدم نقد ده 
  • Hele sille, senden geldikten sonra hiç gam yemem. Baş da o elin sarhoşudur, sille de.
  • خاصه آن سیلی که از دست توست  ** که قفا و سیلیش مست توست 
  • Ey canımın canı, ey yüzlerce cihan değer dost, aklını başına devşir, bu peşin şeyi ganimet say.
  • هین بیا ای جان جان و صد جهان  ** خوش غنیمت دار نقد این زمان 
  • Ay gibi yüzünü gece yolcularından gizleme. Ey akar su, bu arktan baş çekme. 2720
  • در مدزد آن روی مه از شب روان  ** سرمکش زین جوی ای آب روان 
  • Hep buradan da ak da ırmak kıyısı bu akar suyla gülsün, kenarlarında yaseminler boy atsın.
  • تا لب جو خندد از آب معین  ** لب لب جو سر برآرد یاسمین 
  • Uzaktan ırmak kıyısında sarhoş yeşillikler gördün mü bil ki orada su vardır.
  • چون ببینی بر لب جو سبزه مست  ** پس بدان از دور که آنجا آب هست 
  • Tanrı “Gönüllerindeki yüzlerinden anlaşılır” dedi. Yeşillikte yağmuru suyu anlatır.
  • گفت سیماهم وجوه کردگار  ** که بود غماز باران سبزه‌زار 
  • Yağmur gece yağarsa kimse görmez. Çünkü herkes uykuya dalmıştır.
  • گر ببارد شب نبیند هیچ کس  ** که بود در خواب هر نفس و نفس 
  • Ama her güzel gül bahçesi gizli bir yağmura delâlet eder. 2725
  • تازگی هر گلستان جمیل  ** هست بر باران پنهانی دلیل 
  • Kardeşim ben toprak hayvanlarındanım, sen su hayvanlarından. Fakat rahmet ve ihsan padişahısın.
  • ای اخی من خاکیم تو آبیی  ** لیک شاه رحمت و وهابیی 
  • Öyle lûtfet, öyle bir ihsan da bulun ki arada bir huzuruna gelebileyim.
  • آن‌چنان کن از عطا و از قسم  ** که گه و بی‌گه به خدمت می‌رسم 
  • Irmak kıyısında seni canla başla çağırıyorum ama sen merhamet edip cevap vermiyorsun.
  • بر لب جو من به جان می‌خوانمت  ** می‌نبینم از اجابت مرحمت 
  • Suya dalmama imkân yok. Çünkü terkibim topraktan meydana gelmiş.
  • آمدن در آب بر من بسته شد  ** زانک ترکیبم ز خاکی رسته شد 
  • Ya bir elçi gönder, yahut kerem et, bir nişâne ver de benim sesimi sana ulaştırsın. 2730
  • یا رسولی یا نشانی کن مدد  ** تا ترا از بانگ من آگه کند 
  • Bu iş için o iki dost konuşup görüştüler. Nihayet şuna karar verdiler:
  • بحث کردند اندرین کار آن دو یار  ** آخر آن بحث آن آمد قرار 
  • Bir uzun ip bulacaklardı. Bu ipin çekişi, onların sırrını birbirine duyuracaktı.
  • که به دست آرند یک رشته‌ی دراز  ** تا ز جذب رشته گردد کشف راز 
  • Fare, ipin bir ucunu sana karşı iki büklüm olan bu kulun ayağına bağlarız, öbür ucunu da senin ayağına.
  • یک سری بر پای این بنده‌ی دوتو  ** بست باید دیگرش بر پای تو 
  • Bu suretle ikimiz, birbirimize ulanmış, bağlanmış oluruz; bir bedendeki can gibi birbirimize karışırız dedi.
  • تا به هم آییم زین فن ما دو تن  ** اندر آمیزیم چون جان با بدن 
  • Beden de canın ayağında bir ipe benzer, onu gökyüzünden yere çeker durur. 2735
  • هست تن چون ریسمان بر پای جان  ** می‌کشاند بر زمینش ز آسمان 
  • Can kurbağası, kendinden geçme suyuna hoş bir surette dalmışken, beden faresinden güzelce kurtulmuşken.
  • چغز جان در آب خواب بیهشی  ** رسته از موش تن آید در خوشی 
  • Beden faresi o iple yine onu çeker. Can, bu çekişten ne acılar tadar!
  • موش تن زان ریسمان بازش کشد  ** چند تلخی زین کشش جان می‌چشد 
  • Beyni kokmuş farenin çekişi olmasaydı kurbağa, suyun içinde rahatça yaşardı.
  • گر نبودی جذب موش گنده‌مغز  ** عیش‌ها کردی درون آب چغز 
  • Bunun ötesini, gündüz olup da ecel uykusundan uyanınca güneşe nurlar bağışlayandan duyarsın.
  • باقیش چون روز برخیزی ز خواب  ** بشنوی از نوربخش آفتاب 
  • İpliğin bir ucunu benim ayağıma bağla, öbür ucunu kendi ayağına düğümle 2740
  • یک سر رشته گره بر پای من  ** زان سر دیگر تو پا بر عقده زن 
  • De bu kupkuru yerde iktiza edince ipi çekebileyim, sen de bu vesileyle benim derdimi anlayasın dedi.
  • تا توانم من درین خشکی کشید  ** مر ترا نک شد سر رشته پدید 
  • Bu söz kurbağanın gönlüne acı geldi. Bu pis beni bağlıyor galiba dedi.
  • تلخ آمد بر دل چغز این حدیث  ** که مرا در عقده آرد این خبیث 
  • İyi adamın gönlüne kötü bir düşünce geldi mi bu boş değildir, bir aslı vardır bunun.
  • هر کراهت در دل مرد بهی  ** چون در آید از فنی نبود تهی 
  • O anlayışı vehim sayma, Tanrı anlayışı bil. Gönüldeki nur, onu külli levihten okumuş, anlamıştır.
  • وصف حق دان آن فراست را نه وهم  ** نور دل از لوح کل کردست فهم 
  • Biliyorsun ya, filcinin o kadar çalışmasına, korkunç bir surette bağırıp çağırmasına rağmen fil, Tanrı evine gitmemişti. 2745
  • امتناع پیل از سیران ببیت  ** با جد آن پیلبان و بانگ هیت 
  • Ayağı, o kadar köteğe rağmen az çok, Kâbe tarafına gitmiyordu vesselam.
  • جانب کعبه نرفتی پای پیل  ** با همه لت نه کثیر و نه قلیل 
  • Sanki ayakları kurumuştu, yahut da o saldıran canı, bedeninden çıkmıştı dersin.
  • گفتیی خود خشک شد پاهای او  ** یا بمرد آن جان صول‌افزای او 
  • Fakat başını Yemen tarafına döndürdüler mi o erkek fil yüz at süratinde koşmaktaydı.
  • چونک کردندی سرش سوی یمن  ** پیل نر صد اسپه گشتی گام‌زن 
  • Filin duygusu, gayb zahmını anlamıştı. Bu böyle olunca artık kendisine Tanrı’dan ilham gelen velinin duygusu nasıl olur?
  • حس پیل از زخم غیب آگاه بود  ** چون بود حس ولی با ورود 
  • O güzel huylu Yakup peygamber de, kardeşleri, Yusuf için 2750
  • نه که یعقوب نبی آن پاک‌خو  ** بهر یوسف با همه اخوان او 
  • Babalarından izin alıp onu birazcık sahraya gezmeye götürmek istedikleri zaman bir şeyler sezinlemişti.
  • از پدر چون خواستندش دادران  ** تا برندش سوی صحرا یک زمان 
  • Hepsi de ona, Yusuf’a bir zarar gelir diye düşünme. Bir iki günceğiz müsaade et baba.
  • جمله گفتندش میندیش از ضرر  ** یک دو روزش مهلتی ده ای پدر 
  • که چرا ما را نمی داری امین ** یوسف خود را به سیران و ظعین
  • Yeşilliklerde beraber gezip tozalım. Biz, onu çağırıyoruz ama emniyet ve ihsan sahibi kişileriz dediler.
  • تا به هم در مرجها بازی کنیم  ** ما درین دعوت امین و محسنیم 
  • Yakup, şu kadar biliyorum ki onu benim yanımdan alıp götürmenizden gönlümde bir dert, bir elem peydahlanıyor. 2755
  • گفت این دانم که نقلش از برم  ** می‌فروزد در دلم درد و سقم 
  • Gönlüm, asla yalan söylemez. Çünkü o arş nurundan nurlanmıştır dedi.
  • این دلم هرگز نمی‌گوید دروغ  ** که ز نور عرش دارد دل فروغ 
  • Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna katî bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkan yoktu.
  • آن دلیل قاطعی بد بر فساد  ** وز قضا آن را نکرد او اعتداد 
  • Kaza ve kader hükmünü işleyecekti. Onun için Yakup da bu kadar nişaneler gördüğü halde yine de Yusuf’u gönderdi.
  • در گذشت از وی نشانی آن‌چنان  ** که قضا در فلسفه بود آن زمان 
  • Körün, kuyuya düşmesine şaşılmaz, fakat yolu gören de düşer, buna şaşılır işte.
  • این عجب نبود که کور افتد به چاه  ** بوالعجب افتادن بینای راه