- Başka biri dedi ki: Benim marifetim burnumda. İşim, toprakları koklamaktır. 2825
- گفت یک خاصیتم در بینی است ** کار من در خاکها بوبینی است
- “İnsanlar madenlere benzerler” sırrına ermişim. Peygamber, onu ne için söylemişti.
- سرالناس معادن داد دست ** که رسول آن را پی چه گفته است
- Ben, toprağın bedeninde ne kadar para var, ne madeni gizli anlarım.
- من ز خاک تن بدانم کاندر آن ** چند نقدست و چه دارد او ز کان
- Bir yerde sayısız altın gizli, öbür tarafın masrafı, gelirinden fazla meselâ, derhal bilirim.
- در یکی کان زر بیاندازه درج ** وان دگر دخلش بود کمتر ز خرج
- Mecnun gibi toprağı koklarım, yanılmaksızın Leylâ’nın bulunduğu toprağı bulurum.
- همچو مجنون بو کنم من خاک را ** خاک لیلی را بیابم بیخطا
- Her gömleği koklar, içinde Yusuf mu var, şeytan mı anlarım. 2830
- بو کنم دانم ز هر پیراهنی ** گر بود یوسف و گر آهرمنی
- Ahmet gibi hani. O da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de şu burnum, o nasibe erişmiştir işte.
- همچو احمد که برد بو از یمن ** زان نصیبی یافت این بینی من
- Hangi toprak altına komşu, hangisi sıfırdan ibaret. Beş para etmez? Bu, bana malûm olur.
- که کدامین خاک همسایهی زرست ** یا کدامین خاک صفر و ابترست
- Bir başkası da benim hünerim de dedi, elimdedir. Dağ tepesine kadar kement atarım.
- گفت یک نک خاصیت در پنجهام ** که کمندی افکنم طول علم
- Ahmet gibi... Onun canı da bir kement attı, kemendi ta göğe ulaştı.
- همچو احمد که کمند انداخت جانش ** تا کمندش برد سوی آسمانش
- Tanrı dedi ki: Ey gökyüzündeki Beyt-i Mâmur’a kement atan, atışı benden bil. “Attığın vakit sen atmadın ben attım” 2835
- گفت حقش ای کمندانداز بیت ** آن ز من دان ما رمیت اذ رمیت
- Nihayet dediler ki: Ey yüce ve vefalı dost, sen de söyle. Senin ne hünerin ne marifetin var?
- پس بپرسیدند زان شه کای سند ** مر ترا خاصیت اندر چه بود
- Sultan Mahmut dedi ki: Benim hünerim sakalımdadır. Onunla suçluları cezadan eziyetten kurtarırım.
- گفت در ریشم بود خاصیتم ** که رهانم مجرمان را از نقم
- Suçluları cellâtlara verdiler mi, sakalım oynayınca onlar kurtuluverirler.
- مجرمان را چون به جلادان دهند ** چون بجنبد ریش من زیشان رهند
- Acıyıp sakalımı oynattım mı öldürülmeden de kurtulurlar, dertten de, elemden de.
- چون بجنبانم به رحمت ریش را ** طی کنند آن قتل و آن تشویش را
- Hırsızlar, bu sözü duyunca kutbumuz sensin dediler; minnet gününde kurtuluşumuz senden olacak. 2840
- قوم گفتندش که قطب ما توی ** که خلاص روز محنتمان شوی
- بعد از آن جمله به هم بیرون شدند ** سوی قصرآن شه میمون شدند
- Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden anlayan, köpek diyor ki dedi, padişah sizinle beraber.
- چون سگی بانگی بزد از سوی راست ** گفت میگوید که سلطان با شماست
- Kokudan anlayan bir yandaki toprağı kokladı, bu dedi, bir dul kadının odasının toprağı.
- خاک بو کرد آن دگر از ربوهای ** گفت این هست از وثاق بیوهای
- Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar.
- پس کمند انداخت استاد کمند ** تا شدند آن سوی دیوار بلند
- Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada. 2845
- جای دیگر خاک را چون بوی کرد ** گفت خاک مخزن شاهیست فرد
- Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı.
- نقبزن زد نقب در مخزن رسید ** هر یکی از مخزن اسبابی کشید
- Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
- بس زر و زربفت و گوهرهای زفت ** قوم بردند و نهان کردند تفت
- Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi.
- شه معین دید منزلگاهشان ** حلیه و نام و پناه و راهشان
- Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı.
- خویش را دزدید ازیشان بازگشت ** روز در دیوان بگفت آن سرگذشت
- Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar. 2850
- پس روان گشتند سرهنگان مست ** تا که دزدان را گرفتند و ببست
- Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı.
- دستبسته سوی دیوان آمدند ** وز نهیب جان خود لرزان شدند
- Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
- چونک استادند پیش تخت شاه ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه
- Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
- آنک چشمش شب بهرکه انداختی ** روز دیدی بی شکش بشناختی
- Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
- شاه را بر تخت دید و گفت این ** بود با ما دوش شبگرد و قرین
- Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu. 2855
- آنک چندین خاصیت در ریش اوست ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست
- Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
- عارف شه بود چشمش لاجرم ** بر گشاد از معرفت لب با حشم
- Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
- گفت و هو معکم این شاه بود ** فعل ما میدید و سرمان میشنود
- Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
- چشم من ره برد شب شه را شناخت ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت
- Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
- امت خود را بخواهم من ازو ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو
- Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. 2860
- چشم عارف دان امان هر دو کون ** که بدو یابید هر بهرام عون
- “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
- زان محمد شافع هر داغ بود ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود
- Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
- در شب دنیا که محجوبست شید ** ناظر حق بود و زو بودش امید
- İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
- از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت
- Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
- مر یتیمی را که سرمه حق کشد ** گردد او در یتیم با رشد
- Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular. 2865
- نور او بر ذرهها غالب شود ** آنچنان مطلوب را طالب شود
- Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
- در نظر بودش مقامات العباد ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد
- Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
- آلت شاهد زبان و چشم تیز ** که ز شبخیزش ندارد سر گریز
- Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
- گر هزاران مدعی سر بر زند ** گوش قاضی جانب شاهد کند
- Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır.
- قاضیان را در حکومت این فنست ** شاهد ایشان را دو چشم روشنست
- Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür. 2870
- گفت شاهد زان به جای دیده است ** کو بدیدهی بیغرض سر دیده است
- Dâvacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözüne perdedir.
- مدعی دیدهست اما با غرض ** پرده باشد دیدهی دل را غرض
- Tanrı diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.
- حق همیخواهد که تو زاهد شوی ** تا غرض بگذاری و شاهد شوی
- Bu garezler göze perdedir. Göze perde indi mi insan,
- کین غرضها پردهی دیده بود ** بر نظر چون پرده پیچیده بود
- yukarı aşağı, bunca şeyi, göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.”
- پس نبیند جمله را با طم و رم ** حبک الاشیاء یعمی و یصم