- Kadın, “Böyle bir arlanılacak sözü, ağzım nasıl varır da söyler?
- گفت آن خاتون ازین ننگ مهین ** خود دهانم کی بجنبد اندرین
- Onun için böyle abes bir sözü nasıl geveleyebilirim? Gebersin o şeytan huylu hain” dedi.
- این چنین ژاژی چه خایم بهر او ** گو بمیر آن خاین ابلیسخو
- Adam, hayır dedi, korkma. Sen böyle söyle de onun hastalığı geçsin, bu lütuf yüzünden iyileşsin.
- گفت خواجه نی مترس و دم دهش ** تا رود علت ازو زین لطف خوش
- Ondan sonra sevgilim onun derdini gidermeyi bana bırak sen. Yalnız o ince eleyip sık dokuyan bir kere iyileşsin. 295
- دفع او را دلبرا بر من نویس ** هل که صحت یابد آن باریکریس
- Kadın, o hasta köleye böyle söyleyince öyle ferahladı, öyle kabardı o köle ki âdeta yeryüzüne sığamaz oldu.
- چون بگفت آن خسته را خاتون چنین ** مینگنجید از تبختر بر زمین
- Semirdi, gelişti, benzine kan geldi, kırmızı güle döndü, binlerce şükürler etti.
- زفت گشت و فربه و سرخ و شکفت ** چون گل سرخ هزاران شکر گفت
- Bazen de, hanımcığım, diyordu, sakın bu bir düzen olmasın!
- که گهی میگفت ای خاتون من ** که مبادا باشد این دستان و فن
- Efendi, Ferec’i evlendiriyorum diye bir dâvet yaptı, eşini dostunu çağırdı.
- خواجه جمعیت بکرد و دعوتی ** که همیسازم فرج را وصلتی
- Gelenler de “Ferec, kutlu olsun” diye onu kandırmaktaydılar. 300
- تا جماعت عشوه میدادند و گان ** که ای فرج بادت مبارک اتصال
- Ferec, bu sözleri duyunca artık kızı alacağına iyice inandı. Büsbütün iyileşti, hastalığı kökünden geçti gitti.
- تا یقینتر شد فرج را آن سخن ** علت از وی رفت کل از بیخ و بن
- Ondan sonra gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular.
- بعد از آن اندر شب گردک به فن ** امردی را بست حنی همچو زن
- Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar. Âdeta ona tavuk gösterip horoz verdiler.
- پر نگارش کرد ساعد چون عروس ** پس نمودش ماکیان دادش خروس
- Başını bağladılar, gelinler gibi elbiseler giydirdiler, gürbüz oğlanı kadın kıyafetine sokup koyverdiler.
- مقنعه و حلهی عروسان نکو ** کنگ امرد را بپوشانید او
- Efendi halvet zamanı derhal mumu üfledi. Hintli köle öyle güçlü kuvvetli bir oğlanla yalnız kaldı. 305
- شمع را هنگام خلوت زود کشت ** ماند هندو با چنان کنگ درشت
- Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
- هندوک فریاد میکرد و فغان ** از برون نشنید کس از دفزنان
- Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu.
- ضرب دف و کف و نعرهی مرد و زن ** کرد پنهان نعرهی آن نعرهزن
- Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.
- تا به روز آن هندوک را میفشارد ** چون بود در پیش سگ انبان آرد
- Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi güvey hamamına gitti.
- زود آوردند طاس و بوغ زفت ** رسم دامادان فرج حمام رفت
- Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü. 310
- رفت در حمام او رنجور جان ** کون دریده همچو دلق تونیان
- Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu.
- آمد از حمام در گردک فسوس ** پیش او بنشست دختر چون عروس
- Anası, köle, kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
- مادرش آنجا نشسته پاسبان ** که نباید کو کند روز امتحان
- Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerinin on parmağını da ona doğru sallayıp dedi ki:
- ساعتی در وی نظر کرد از عناد ** آنگهان با هر دو دستش ده بداد
- Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline düşmesin.
- گفت کس را خود مبادا اتصال ** با چو تو ناخوش عروس بدفعال
- Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter. 315
- روز رویت روی خاتونان تر ** کیر زشتت شب بتر از کیر خر
- İşte şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir.
- همچنان جمله نعیم این جهان ** بس خوشست از دور پیش از امتحان
- Uzaktan su görünür ,yanına vardın mı görürsün ki serapmış.
- مینماید در نظر از دور آب ** چون روی نزدیک باشد آن سراب
- O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
- گنده پیرست او و از بس چاپلوس ** خویش را جلوه کند چون نو عروس
- Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
- هین مشو مغرور آن گلگونهاش ** نوش نیشآلودهی او را مچش
- Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme. 320
- صبر کن کالصبر مفتاح الفرج ** تا نیفتی چون فرج در صد حرج
- Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
- آشکارا دانه پنهان دام او ** خوش نماید ز اولت انعام او
- Bu aldanış,yalnız o Hintli köleye ait değildir. Allah’nın koruduğu kişiden başka herkes,böyle bir aldanışa uğrar.
- در بیان آنک این غرور تنها آن هندو را نبود بلک هر آدمیی به چنین غرور مبتلاست در هر مرحلهای الا من عصم الله
- Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
- چون بپیوستی بدان ای زینهار ** چند نالی در ندامت زار زار
- Fakat beylik, vezirlik ve padişahlık adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir.
- نام میری و وزیری و شهی ** در نهانش مرگ و درد و جاندهی
- Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin boynuna binme.
- بنده باش و بر زمین رو چون سمند ** چون جنازه نه که بر گردن برند
- Allah nimetine küfranda bulunan, ister ki herkes, kendisini yüklesin de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler. 325
- جمله را حمال خود خواهد کفور ** چون سوار مرده آرندش به گور
- Rüyada kimi tabuta binmiş, götürülüyor görürsen yüce mertebeli büyük mevkili bir adam olur.
- بر جنازه هر که را بینی به خواب ** فارس منصب شود عالی رکاب
- Çünkü o tabut, halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük korlar, yük olurlar.
- زانک آن تابوت بر خلقست بار ** بار بر خلقان فکندند این کبار
- Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı az iste, yoksulluk daha iyidir.
- بار خود بر کس منه بر خویش نه ** سروری را کم طلب درویش به
- Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin.
- مرکب اعناق مردم را مپا ** تا نیاید نقرست اندر دو پا
- Sonunda iki elinle bu biniciliğin alnını karışlarsın, fakat şimdi bir şehre benzemedesin. Şehre benziyorsun ama hakikatte bir yıkık köysün sen! 330
- مرکبی را که آخرش تو ده دهی ** که به شهری مانی و ویراندهی
- Şimdi bir şehir görünürken varlığından bez de pılını pırtını yıkık yerde çözme.
- ده دهش اکنون که چون شهرت نمود ** تا نباید رخت در ویران گشود
- Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.
- ده دهش اکنون که صد بستانت هست ** تا نگردی عاجز و ویرانپرست
- Peygamber, Allah’dan cenneti istiyorsan kimseden bir şey isteme.
- گفت پیغامبر که جنت از اله ** گر همیخواهی ز کس چیزی مخواه
- Kimseden bir şey istemezsen ben kefilim, cennete de girersin, Allahya da ulaşırsın dedi.
- چون نخواهی من کفیلم مر ترا ** جنت الماوی و دیدار خدا
- Bunu duyan sahabe de şu kefillik yüzünden öyle ayarı tam bir hale geldi ki bir gün ata binmiş, bir yere gidiyordu. 335
- آن صحابی زین کفالت شد عیار ** تا یکی روزی که گشته بد سوار
- Elinden kamçısı düştü. Attan inip kendisi aldı, kimseden istemedi.
- تازیانه از کفش افتاد راست ** خود فرو آمد ز کس آنرا نخواست
- Çünkü Allah, bir şey verdi mi iyidir, kimseye kötü bir şey vermez. O, bilir ve adamın dileğini insan istemeden verir.
- آنک از دادش نیاید هیچ بد ** داند و بیخواهشی خود میدهد
- Fakat Allah emri ile dilersen caizdir. Çünkü o çeşit istek, peygamberlerin yoludur.
- ور به امر حق بخواهی آن رواست ** آنچنان خواهش طریق انبیاست
- Sevgili emredince kötü kalmaz. Küfür onun için olursa iman kesilir.
- بد نماند چون اشارت کرد دوست ** کفر ایمان شد چون کفر از بهر اوست
- Onun emri ile olan kötülük, bütün âlem iyiliklerinden üstündür. 340
- هر بدی که امر او پیش آورد ** آن ز نیکوهای عالم بگذرد
- Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme, onda yüz binlerce inci vardır.
- زان صدف گر خسته گردد نیز پوست ** ده مده که صد هزاران در دروست