English    Türkçe    فارسی   

6
2933-2982

  • Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
  • "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
  • Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır. 2935
  • “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
  • Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
  • İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
  • Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
  • Bu söze son yoktur. Faremiz, ırmak kıyısında bizi bekliyor, kulağı bizde. 2940
  • Farenin, ırmak kıyısında kurbağayı görmek isteyince ipi çekmesi
  • Fare, doğru yolu bulmuş olan kurbağa ile buluşmak isteyince o aşk ipini çekerdi.
  • Anbean elime böyle bir vasıta, böyle bir vesile geçirdim diye o ipe güvenirdi.
  • Can ve gönül de bu geçeli, görüşmek için artık bir ipliğe döndü âdeta derdi.
  • Derken ansızın bir alaca karga geldi, fareyi yakaladı. Kurbağa da onunla beraber havalandı.
  • Fare karganın gagasında havalanınca kurbağa da ona bağlı olduğundan onunla beraber sudan çıktı. 2945
  • Fare, karganın gagasındaydı, kurbağa da ipe bağlı olduğundan havalanmaktaydı.
  • Halksa hele bak diyordu, karga, hileyle suda yaşayan kurbağayı nasıl da avladı.
  • Nasıl suya girdi, nasıl da onu kaptı? Suda yaşayan kurbağa, nasıl olur da alaca kargaya avlanır?
  • Kurbağa, bu, suda yaşamayan susuz hayvanlar gibi, aşağılık bir mahluka eş olanın lâyığıdır.
  • Feryat adamın kendi cinsinden olmayan dostundan, feryat. Ey “ulu” lar, sizinle düşüp kalkacak iyi bir dost arayın, diyordu. 2950
  • Akıl da ayıplarla dopdolu bulunan nefisten feryat eder. Nefis, güzel bir yüzdeki çirkin buruna benzer.
  • Akıl, ona der ki: Cins oluş, iyi bil ki su ve toprak bakımından değil, mâna, bakımındandır.
  • Kendine gel de surete tapma, suret sözüne kapılma, cins oluşu surette arama.
  • Suret, cansız şeye, taşa benzer. Cansız şeyin, kendisiyle cins olandan, yahut olmayandan haberi var mıdır?
  • Can, karıncaya benzer, beden de bir buğday tanesine. Karınca o buğday tanesini her an çeker durur. 2955
  • Karınca bilir ki o kendi cinsinden olmayan buğdaylar, nihayet yenecek, kendisine karışacak. Bunlar, benim cinsimden olacaklar der.
  • Karıncanın biri, yoldan bir arpa tanesi bulur, çekip götürmeye koyulur. Öbürü, bir buğday yakalar, koşa koşa götürmeye başlar.
  • Arpa, buğdayın bulunduğu yere gelmez ama karınca, karıncanın bulunduğu yere gelir ya.
  • Arpanın gitmesi, buğdaya tâbidir. Karıncaya baksana, dönüp kendi cinsine nasıl geliyor.
  • Buğday, neden arpaya doğru gidiyor deme. Gözünü aç da düşmanı gör, alınan, götürülen şeyi değil. 2960
  • Kara bir karınca, siyah kilimin üstünde bir taneyi almış gitmekte meselâ. Tanenin gittiği görülür de karınca görünmez.
  • Akıl der ki gözünü iyi aç da bak. Hiç tane onu bir götüren olmasa gider mi?
  • Köpek bu yüzden Ashabı Kehf’in bulunduğu yere geldi, onlara katıldı. Suretler, tanelerdir ama karınca, kalptir.
  • İsa bu yüzden gökyüzündeki temiz meleklere karıştı. Kafesler ayrıydı ama kuş yavrusu bir cinsten.
  • Bu kafes meydandadır da kuş yavrusu gizli. Fakat kafesi bir götüren olmasa kafes, kendi kendine nasıl gider? 2965
  • Ne mutlu o göze ki akıl, onun başında buyruktur; işin sonunu görür, her şeyi bilir, aydındır, nurludur.
  • Çirkinle güzeli, akılla ayırt edin; şu karadır, bu ak diyen gözle değil.
  • Göz, pislikte biten yeşilliğe de aldanır. Fakat akıl, onu bir de bizim mehengimize vur der.
  • Yalnız isteği gören göz, kuşa bir âfettir; fakat tuzağı gören akıl, onu âfetlerden kurtarır.
  • Ama bir tuzak daha vardır ki onu akıl da bilemez. İşte gayb âleminde bulunanları gören vahiy, onun için bu tarafa koşup geldi. 2970
  • Cinse cins olmayanı akılla bilmek, tanımak gerek. Hemencecik suretlere koşmamalı.
  • Cins oluş, ne senin için suretledir, ne benim için. İsa, insan şeklindeydi, fakat melek cinsindendi.
  • Onun için gökyüzü kuşu, karganın kurbağayı havalandırması gibi onu alıp bu gök kubbenin üstüne çıkardı.
  • Abdülgavs’i perilerin kapıp götürmeleri,yıllarca periler arasında kalması, yıllardan sonra şehrine, çocuklarının yanına gelmesi, fakat perilerden olduğu ve mâna bakımından gönlü onlarda bulunduğu için dayanamayıp cinsiyet yüzünden yine perilerin yanına gitmesi
  • Abdülgavs da peri cinsindendi de peri gibi tam dokuz yıl gizlice kanat çırpıp uçtu.
  • Karısı başka bir kocaya vardı, ondan çocukları oldu. Kendi yetimleriyse babalarının ölümünü konuşurlar; 2975
  • Acaba onu kurt mu paraladı, yoksa eşkiya mı öldürdü; yoksa bir kuyuya mı düştü, yahut da bir pusuya mı uğradı? Derlerdi.
  • Çocuklarının hepsi de düşüncelere dalarlar, hiç biri babamız sağ demezdi.
  • Tam dokuz yıl sonra fakat yine iğreti olarak meydana çıktı, bir müddet sonra yine gözden kayboldu.
  • Bir ay oğullarına konuk oldu. Ondan sonra hiç kimse, bir daha onun rengini bile görmedi.
  • Kılıç yarası, bedenden ruhu nasıl çalarsa peri cinsinden oluşu onu, insanlar arasından öyle kaptı işte. 2980
  • Cennetlik, cennet cinsinden olduğu için bu cinsiyet bakımından Tanrı’ya tapar.
  • Peygamber “Hamd ve cömertlik, dünyaya uzanmış cennet dallarıdır” demedi mi?