English    Türkçe    فارسی   

6
2997-3046

  • Tanrı, sana Cebrail sıfatlarını verirse kuş gibi uçar, havalarda yol ararsın.
  • Gözün, havayı gözler durur. Yeryüzüne yabancı kesilir, gökyüzüne âşık olursun.
  • Fakat sana eşek huyu verirse yüzlerce kanadın olsa uçar, ahıra konarsın!
  • Aşağılık fare, suret bakımından aşağı olmadı. Pisliğinden çaylağa zebun oldu. 3000
  • Yemek peşinde koşan hain olan, karanlığa tapan, peynir, fıstık ve pekmezle sarhoş olur.
  • Eşsiz doğan kuşunda bile fare huyu olursa farelere ar olur, hayvanlar ondan utanırlar.
  • Oğul Harut’la Marut’a Tanrı insan huyunu verdi, melek huyları değişti.
  • “Biz Tanrıya ibadet için saflar kurmuşuz” makamından aşağıya düştüler, Bâbil kuyusuna baş aşağı asıldılar.
  • Levhi mahfuz, gözlerinden uzaklaştı, levhleri büyü yapan ve büyülenen kişilerin bedenleri oldu. 3005
  • Kanatları aynı, başları aynı, bedenleri aynı fakat birisi arz üstünde Musa, öbürü aşağılık yerlerde hor hakir Firavun.
  • Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.
  • Mezar toprağı bile insanla şereflenir; gönül ona elini kor, yüzünü sürer.
  • Toprak bile temiz bir bedenle komşu olduğundan şereflenir, devlet bulursa,
  • Artık sen “Önce komşu gerek sonra ev” de. Gönlün varsa yürü, bir gönül sahibi dost ara. 3010
  • Onun toprağı bile can huyunu almış, aziz kişilerin gözlerine sürme olmuştur.
  • Nice toprak gibi mezarlarda yatanlar var ki faydaları, feyizleri bakımından yüzlerce diriden yeğ.
  • Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.
  • Bir adamın Tebriz muhtesibinden aylığı vardı. O aylığa güvenerek borç etmişti. Muhtesibin ölümünden haberi yoktu. Hâsılı onun borcunu kimse vermedi, yine o ölmüş olan muhtesip verdi. Nitekim demişlerdir: Ölüp rahatlaşan ölü değildir, Ölü, yaşadığı halde ölen kişidir
  • Bir yoksul borçlanmış, civar memleketlerden kalkıp Tebriz’e gelmişti.
  • Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti. 3015
  • Bu öyle bir erdi ki gönlü âdeta bir denizdi. Her kılı bir Hatem kesilmişti.
  • Hatem, dünyada olsa ona yoksul olur, önüne baş kor, ayağına toprak olmayı canına minnet bilirdi.
  • Birisine bir deniz dolusu iyi su verse o vergisinden utanırdı.
  • Bir zerreyi doğu güneşi haline getirse bu ihsanı bile kendisine lâyık görmezdi.
  • O garip, muhtesipten bir kerem umarak gelmişti. Çünkü o, gariplere bir dost, bir hısım olmuştu âdeta. 3020
  • O garip kişi de âdeta onun kapısına kapılanmış, ihsanını umarak tekrar borç vermeye başlamıştı.
  • O kerem sahibine güvenerek, onun vergilerini umarak borçlanmaktaydı.
  • O ümitle bir hayli borca girmede, o huyu kerem ve ihsandan ibaret olan zatın lûtuf denizine dayanarak şundan bundan borç almaktaydı.
  • Borç verenlerin suratları asılıyor, o ise o ululuklar, keremler bahçesinin lûtfuna güvenerek gül gibi gülüyordu.
  • Birisinin sırtı, Arab’ın güneşinden kızışırsa artık ona Ebuleheb’in kızgınlığından ne gam? 3025
  • Bir adam bulutla sözleşti mi sakaların suyuna muhtaç olur mu artık?
  • Tanrı elini bilen büyücüler, bu ele, bu ayağa el, ayak derler mi hiç?
  • Aslana güvenen tilki, yumruğu ile kaplanların bile kellesini kırar!
  • Tanrı razı olsun, Cafer’in, tek başına bir kaleyi zaptetmeye gelmesi, kaleye sahibolan padişahın onu altetmek için vezirle görüşmesi, vezirin padişaha “Kaleyi teslim et”. Bilgisizlikle hiddete kapılma. Çünkü bu adam, Tanrı’dan kuvvet bulmada. Tanrı onun ruhuna pek büyük bir ordu ihsan etmiş ve saire” demesi
  • Cafer, tek başına bir kaleyi zapt etti. Kale, onun sonsuz ve kurumuş dudağına bir yudumcuk suydu.
  • Bir tek atlı, yürümüş, kaleye kadar gelmiş, savaşa hazırlanmıştı. Kaledekiler ürküp kapıyı kapattılar. 3030
  • Kimsede karşı duracak cüret yoktu. Gemidekilerin ne hadleri vardı ki timsaha karşı koysunlar.
  • Padişah, vezire yüz çevirip “Seninle danışıyorum, böyle bir zamanda ne çare var, ne yapalım?” dedi.
  • Vezir dedi ki: Kibri, hileyi bırakıp eline bir kılıç al, boynuna bir kefen at, huzuruna git.
  • Padişah peki ama dedi, bu tek bir kişi değil mi? Vezir, doğru, fakat onun tek oluşunu görüp de bunu ehemmiyetsiz bulma.
  • Gözünü aç, kaleye dikkat et. Önünde cıva gibi titreyip durmada. 3035
  • O ise eyerin üstüne öyle bir oturmuş ki sanki doğudakiler de onunla berabermiş, batıdakiler de. Hiçbir şeye aldırmıyor.
  • Birkaç fedai, ona saldırdı; kendilerini onun önüne attılar.
  • Fakat hepsini de gürzüyle öldürdü. Hepsi de onun atının ayakları altına baş aşağı düştüler.
  • Tanrı kudreti, ona öyle bir ordu vermiş ki tek başına bir ümmete saldırıyor.
  • Gözüm, o eri görünce sayı çokluğu gözümden düştü. 3040
  • Yıldızlar çoksa da güneş birdir ve bütün yıldızlar da onun önünde darmadağın olur, görünmezler.
  • Binlerce fare baş kaldırsa kedi, ne korkar, ne çekinir.
  • Nasıl olur da fareler, toplanıp kedinin karşına çıkarlar? Onlarda böyle bir yürek yoktur ki.
  • Topluluk, suret bakımından olursa beyhudedir. Kendine gel de Tanrı’dan mâna topluluğu iste.
  • Topluluk, bedenlerin çokluğundan meydana gelmez. Cismi de isim gibi yel üstünde durur bir şey bil! 3045
  • Farelerin yüreklerinde topluluk kudreti olsaydı kızarlar, gayrete gelirlerdi de birkaç tanesi bir araya gelir;