Onun toprağı bile can huyunu almış, aziz kişilerin gözlerine sürme olmuştur.
خاک او همسیرت جان میشود ** سرمهی چشم عزیزان میشود
Nice toprak gibi mezarlarda yatanlar var ki faydaları, feyizleri bakımından yüzlerce diriden yeğ.
ای بسا در گور خفته خاکوار ** به ز صد احیا به نفع و انتشار
Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.
سایه برده او و خاکش سایهمند ** صد هزاران زنده در سایهی ویند
Bir adamın Tebriz muhtesibinden aylığı vardı. O aylığa güvenerek borç etmişti. Muhtesibin ölümünden haberi yoktu. Hâsılı onun borcunu kimse vermedi, yine o ölmüş olan muhtesip verdi. Nitekim demişlerdir: Ölüp rahatlaşan ölü değildir, Ölü, yaşadığı halde ölen kişidir
داستان آن مرد کی وظیفه داشت از محتسب تبریز و وامها کرده بود بر امید آن وظیفه و او را خبر نه از وفات او حاصل از هیچ زندهای وام او گزارده نشد الا از محتسب متوفی گزارده شد چنانک گفتهاند لیس من مات فاستراح بمیت انما المیت میت الاحیاء
Bir yoksul borçlanmış, civar memleketlerden kalkıp Tebriz’e gelmişti.
آن یکی درویش ز اطراف دیار ** جانب تبریز آمد وامدار
Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti.3015
نه هزارش وام بد از زر مگر ** بود در تبریز بدرالدین عمر
Bu öyle bir erdi ki gönlü âdeta bir denizdi. Her kılı bir Hatem kesilmişti.
محتسب بد او به دل بحر آمده ** هر سر مویش یکی حاتمکده
Hatem, dünyada olsa ona yoksul olur, önüne baş kor, ayağına toprak olmayı canına minnet bilirdi.
حاتم ار بودی گدای او شدی ** سر نهادی خاک پای او شدی
Birisine bir deniz dolusu iyi su verse o vergisinden utanırdı.
گر بدادی تشنه را بحری زلال ** در کرم شرمنده بودی زان نوال
Bir zerreyi doğu güneşi haline getirse bu ihsanı bile kendisine lâyık görmezdi.
ور بکردی ذرهای را مشرقی ** بودی آن در همتش نالایقی
O garip, muhtesipten bir kerem umarak gelmişti. Çünkü o, gariplere bir dost, bir hısım olmuştu âdeta.3020
بر امید او بیامد آن غریب ** کو غریبان را بدی خویش و نسیب
O garip kişi de âdeta onun kapısına kapılanmış, ihsanını umarak tekrar borç vermeye başlamıştı.
با درش بود آن غریب آموخته ** وام بیحد از عطایش توخته
O kerem sahibine güvenerek, onun vergilerini umarak borçlanmaktaydı.
هم به پشت آن کریم او وام کرد ** که ببخششهاش واثق بود مرد
O ümitle bir hayli borca girmede, o huyu kerem ve ihsandan ibaret olan zatın lûtuf denizine dayanarak şundan bundan borç almaktaydı.
لا ابالی گشته زو و وامجو ** بر امید قلزم اکرامخو
Borç verenlerin suratları asılıyor, o ise o ululuklar, keremler bahçesinin lûtfuna güvenerek gül gibi gülüyordu.
وامداران روترش او شادکام ** همچو گل خندان از آن روض الکرام
Birisinin sırtı, Arab’ın güneşinden kızışırsa artık ona Ebuleheb’in kızgınlığından ne gam?3025
گرم شد پشتش ز خورشید عرب ** چه غمستش از سبال بولهب
Bir adam bulutla sözleşti mi sakaların suyuna muhtaç olur mu artık?
چونک دارد عهد و پیوند سحاب ** کی دریغ آید ز سقایانش آب
Tanrı elini bilen büyücüler, bu ele, bu ayağa el, ayak derler mi hiç?
ساحران واقف از دست خدا ** کی نهند این دست و پا را دست و پا
Aslana güvenen tilki, yumruğu ile kaplanların bile kellesini kırar!
روبهی که هست زان شیرانش پشت ** بشکند کلهی پلنگان را به مشت
Tanrı razı olsun, Cafer’in, tek başına bir kaleyi zaptetmeye gelmesi, kaleye sahibolan padişahın onu altetmek için vezirle görüşmesi, vezirin padişaha “Kaleyi teslim et”. Bilgisizlikle hiddete kapılma. Çünkü bu adam, Tanrı’dan kuvvet bulmada. Tanrı onun ruhuna pek büyük bir ordu ihsan etmiş ve saire” demesi
آمدن جعفر رضی الله عنه به گرفتن قلعه به تنهایی و مشورت کردن ملک آن قلعه در دفع او و گفتن آن وزیر ملک را کی زنهار تسلیم کن و از جهل تهور مکن کی این مرد میدست و از حق جمعیت عظیم دارد در جان خویش الی آخره
Cafer, tek başına bir kaleyi zapt etti. Kale, onun sonsuz ve kurumuş dudağına bir yudumcuk suydu.
چونک جعفر رفت سوی قلعهای ** قلعه پیش کام خشکش جرعهای
Bir tek atlı, yürümüş, kaleye kadar gelmiş, savaşa hazırlanmıştı. Kaledekiler ürküp kapıyı kapattılar.3030
یک سواره تاخت تا قلعه بکر ** تا در قلعه ببستند از حذر
Kimsede karşı duracak cüret yoktu. Gemidekilerin ne hadleri vardı ki timsaha karşı koysunlar.
زهره نه کس را که پیش آید به جنگ ** اهل کشتی را چه زهره با نهنگ
Padişah, vezire yüz çevirip “Seninle danışıyorum, böyle bir zamanda ne çare var, ne yapalım?” dedi.
روی آورد آن ملک سوی وزیر ** که چه چارهست اندرین وقت ای مشیر
Vezir dedi ki: Kibri, hileyi bırakıp eline bir kılıç al, boynuna bir kefen at, huzuruna git.
گفت آنک ترک گویی کبر و فن ** پیش او آیی به شمشیر و کفن
Padişah peki ama dedi, bu tek bir kişi değil mi? Vezir, doğru, fakat onun tek oluşunu görüp de bunu ehemmiyetsiz bulma.
گفت آخر نه یکی مردیست فرد ** گفت منگر خوار در فردی مرد
Gözünü aç, kaleye dikkat et. Önünde cıva gibi titreyip durmada.3035
چشم بگشا قلعه را بنگر نکو ** همچو سیمابست لرزان پیش او
O ise eyerin üstüne öyle bir oturmuş ki sanki doğudakiler de onunla berabermiş, batıdakiler de. Hiçbir şeye aldırmıyor.
شسته در زین آنچنان محکمپیست ** گوییا شرقی و غربی با ویست
Birkaç fedai, ona saldırdı; kendilerini onun önüne attılar.
چند کس همچون فدایی تاختند ** خویشتن را پیش او انداختند
Fakat hepsini de gürzüyle öldürdü. Hepsi de onun atının ayakları altına baş aşağı düştüler.
هر یکی را او بگرزی میفکند ** سر نگوسار اندر اقدام سمند
Tanrı kudreti, ona öyle bir ordu vermiş ki tek başına bir ümmete saldırıyor.
داده بودش صنع حق جمعیتی ** که همیزد یک تنه بر امتی
Gözüm, o eri görünce sayı çokluğu gözümden düştü.3040
چشم من چون دید روی آن قباد ** کثرت اعداد از چشمم فتاد
Yıldızlar çoksa da güneş birdir ve bütün yıldızlar da onun önünde darmadağın olur, görünmezler.
اختران بسیار و خورشید ار یکیست ** پیش او بنیاد ایشان مندکیست
Binlerce fare baş kaldırsa kedi, ne korkar, ne çekinir.
گر هزاران موش پیش آرند سر ** گربه را نه ترس باشد نه حذر
Nasıl olur da fareler, toplanıp kedinin karşına çıkarlar? Onlarda böyle bir yürek yoktur ki.
کی به پیش آیند موشان ای فلان ** نیست جمعیت درون جانشان
Topluluk, suret bakımından olursa beyhudedir. Kendine gel de Tanrı’dan mâna topluluğu iste.
هست جمعیت به صورتها فشار ** جمع معنی خواه هین از کردگار
Topluluk, bedenlerin çokluğundan meydana gelmez. Cismi de isim gibi yel üstünde durur bir şey bil!3045
نیست جمعیت ز بسیاری جسم ** جسم را بر باد قایم دان چو اسم
Farelerin yüreklerinde topluluk kudreti olsaydı kızarlar, gayrete gelirlerdi de birkaç tanesi bir araya gelir;
در دل موش ار بدی جمعیتی ** جمع گشتی چند موش از حمیتی
Fedai gibi aman vermeden kediye saldırırdı.
بر زدندی چون فدایی حملهای ** خویش را بر گربهی بیمهلهای
Bir tanesi gözünü ısırır, oyar, öbürü kulağını dişleyip yırtar,
آن یکی چشمش بکندی از ضراب ** وان دگر گوشش دریدی هم به ناب
Bir başkası yanını delerdi. Kedi bu topluluktan kurtulamazdı.
وان دگر سوراخ کردی پهلوش ** از جماعت گم شدی بیرون شوش
Fakat farede topluluk için yürek yoktur. Kedinin sesini duydu mu aklı başından gider.3050
لیک جمعیت ندارد جان موش ** بجهد از جانش به بانگ گربه هوش
Hilebaz kedinin önünde kuruyup kalır. İsterse farenin sayısı yüz bin olsun ne çıkar?
خشک گردد موش زان گربهی عیار ** گر بود اعداد موشان صد هزار
Koyun sürüsü çok olmuş kasaba ne gam? Akıl çokluğu uykuyu def edebilir mi?
از رمهی انبه چه غم قصاب را ** انبهی هش چه بندد خواب را
Mülkün sahibi Tanrı’dır. Topluluğu o verir, bu yüreği o ihsan ederde aslan, yaban sığırı sürüsüne atılır.
مالک الملک است جمعیت دهد ** شیر را تا بر گلهی گوران جهد
On çatallı boynuzları olan yüz binlerce yiğit geyik aslanın saldırışına karşı, âdeta yok olur.
صد هزاران گور دهشاخ و دلیر ** چون عدم باشند پیش صول شیر
Mülkün sahibi O’dur. Bir Yusuf’a güzellik saltanatını verir de onu ak buluttan yağan lâtif yağmura döndürür.3055
مالک الملک است بدهد ملک حسن ** یوسفی را تا بود چون ماء مزن
Bir yüze bir yıldız parlaklığı ihsan ederde koca bir padişah bir kızın kölesi kesilir.
در رخی بنهد شعاع اختری ** که شود شاهی غلام دختری
Bir başkasının yüzüne kendi nurunu verir, o adam, gece yarısı her iyiyi her kötüyü görür.
بنهد اندر روی دیگر نور خود ** که ببیند نیمشب هر نیک و بد
Yusuf’la Musa, Tanrı nuruna sahip oldular, yüzlerinde, gönüllerinde o nur parladı.
یوسف و موسی ز حق بردند نور ** در رخ و رخسار و در ذات الصدور
Musa’nın yüzü, öyle bir nur saçtı ki nihayet yüzüne bir nikap tutunmaya mecbur oldu.
روی موسی بارقی انگیخته ** پیش رو او توبره آویخته
Yüzünün nuru âdeta hücum eden yılanın gözünü zümrüt nasıl alırsa gözleri öyle almaktaydı.3060
نور رویش آنچنان بردی بصر ** که زمرد از دو دیدهی مار کر