English    Türkçe    فارسی   

6
3181-3230

  • Güzeller, onun güzelliğinin aynası. Onlardaki aşk, onun istemesinin aksi.
  • Bu göz kaş, bu boy pos, daima aslına gider durur. Suya akseden hayal, kalır mı hiç?
  • Bütün tasvirler, ırmak suyundaki akislerdir. Gökyüzünü ovdun mu görürsün ki hepsi de o.
  • Derken o garibin aklı dedi ki: Şu şaşılığı bırak. Sirke pekmezdir, pekmez de sirke.
  • O muhtesibi, noksanın yüzünden ayrı bildin. Gayretli padişahlardan utan a şaşı! 3185
  • Havanın üstündeki esîrden bile ileri gitmiş olan zatı şu karanlıklarda oturan farelerden sayma.
  • Onu can olarak gör, ağır cisim olarak görme. Onu beyin gör, kemik olarak görme.
  • Ona melun iblisin gözü ile bakma, onu toprağa mensup sayma.
  • Güneşle yoldaş olana yarasa deme. Kendisine secde edileni secde eder bilme.
  • Bu da akislere benzer ama akis değildir. Akis suretinde Tanrı’nın görünüşüdür bu. 3190
  • O, bir güneş görmüştür, cansız ve donmuş bir halde kalmamıştır. Şırlağan yağı, gül yağı olmuştur; şırlağan yağı kalmamıştır.
  • Tanrı Abdâl’i de, fâni varlıklarını değiştirdiler mi artık halktan değildirler, çevir bu yaprağı.
  • Birlik kıblesi, nasıl olur da iki olur? Toprak, nasıl olur da meleklerin secde ettikleri bir şey olabilir?
  • Adam, bu ırmakta elma aksini gördü ama bu görüşü de, eteğini elmayla doldurdu.
  • Bu görüşü, yüzlerce çuvalı elmayla doldurdu. Artık, ırmakta gördüğü, nasıl olur da hayal olur? 3195
  • Ten görme de o sağır ve dilsizler gibi kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma.
  • O zat, “Attığın vakit sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazhar olmuştur. Onun gürüşü, Tanrı görüşüdür.
  • Ona hizmet Tanrı’ya hizmettir. Gündüzü görmek, bu pencereyi görmektir.
  • Hele şu pencere yok mu? O, kendinden parlamadadır. Ondaki nur, güneşin, yahut Ferkad yıldızının eğreti nuru değildir.
  • O pencereye vuran nur da yine o güneştendir ama bilinen yoldan, bilinen taraftan gelmemiştir o. 3200
  • Bu pencereyle güneş arasında öyle bir yol vardır ki başka pencereler, o yolu bilmez.
  • Bir bulut gelse de güneşi örtse güneşin nuru bu pencereden köpürür, çağlar.
  • Bu pencereyle güneş arasında şu havayla altı cihetten başka bir yoldan bir ülfet, bir ünsiyet vardır.
  • Onu övmek, onu tesbih etmek, Tanrı’yı övmek, Tanrı’yı tesbih etmektir. Bu tabağın meyvesi, kendiliğinden biter.
  • Bu sebepten salkım salkım elmalar biter. Bu sepete ağaç adını taksan hiç yanlış olmaz. 3205
  • Bu sepete elma ağacı de. İkisinin arasında gizli bir yol var zaten.
  • Meyve veren bir ağaçtan ne biterse aynen bu sepetten de biter, bu sepet de o çeşit meyveleri verir.
  • Şu halde artık sepeti baht ağacı gör de bu sepetin gölgesinde bir hoşça otur.
  • Ekmek, insana mülâyemet verince ey sevgili dost, artık neden ona ekmek dersin? Mahmude de.
  • Yoldaki toprak göze ve cana parlaklık verirse o toprağı sürme gör, sürme bil. 3210
  • O nur, bu topraktan çıkıp parlarken artık ben ne diye başımı göğe kaldırayım?
  • O yok oldu, ey küstâh, ona var deme. Böyle bir ırmakta hiç kuru toprak kalır mı?
  • Bu güneşin önünde yeni ay parlayabilir, yahut böyle bir Rüstem’e karşı Zâl’in kuvveti para eder mi?
  • Tanrı da diler ve üstündür o. Nihayet varlıkların kökünü kazır, hepsini yok eder.
  • İki deme, iki bilme, iki çağırma. Kulu efendisinde yok olmuş bil. 3215
  • Efendi de efendiyi yaratanın nurunda yok olmuş, ölüp gitmiş gömülmüştür.
  • Bu efendiyi Tanrı’dan ayrı bildin mi metni de kaybedersin, dibaceyi de.
  • Gözünü gönlünü topraktan çevir. Bu, bir tek kıbledir, iki kıble görme.
  • İki gördün mü iki taraftan kalırsın. Pabuca bir ateştir düşer, pabuç da yanar gider.
  • İki gören, kaş şehrindeki garibe benzer. Adı Ömer’di. Bu sebeple onu, bir dükkândan öbür dükkâna gönderiyorlardı. Bütün dükkânların, Ömer’e ekmek satmamak bakımından bir olduğunu anlamıyordu. Ben yanlış söyledim, adını Ömer değil diyeyim de tövbe edeyim, şu dükkâna varır böyle dersem yalnız o dükkândan değil, bütün dükkânlardan ekmek alabilirim.. Fakat böyle demez de yine adım Ömer kalırsa bu dükkândan başka yere başvursam da faydasız. Hepsinden de mahrum kalırım. Çünkü şaşıyım, bu dükkânları birbirinden ayrı sandım demedi.
  • Kâş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse sana lavaş satmaz. 3220
  • Bir dükkâna gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek satın dedin mi.
  • Dükkâncı der ki: yürü öbür dükkâna git oradaki bir ekmek buradaki elli ekmekten iyidir.
  • Adam şaşı olmasa başka dükkân yok ki derdi.
  • Onun şaşılığı gitse de nuru, Kâş’lının gönlüne vursaydı o vakit de Ömer, Ali olurdu.
  • Fakat bu dükkâncı buradan oradaki ekmekçiye ekmekçi diye bağırır bu Ömer’e ekmek sat. 3225
  • O da Ömer adını duydu mu ekmeği gizler onu başka ve uzak bir dükkâna yollar.
  • Arkadaş diye bağırır bu Ömer’e ekmek ver. Yani sesimi duyda sırrımı anla demek ister.
  • O da seni ekmek almak için Ömer geliyor diye oradan başka bir dükkâna yollar.
  • Bir dükkânda Ömer’im dedin mi yürü bütün Kâşan’ı gez, ekmekten mahrumsun.
  • Fakat bir dükkânda Ali’yin dedin mi oracıkta ekmeği parasız zahmetsiz alıver. 3230