English    Türkçe    فارسی   

6
32-81

  • Pisler, şu pisliklerini yapa dursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır.
  • Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan eder ama,
  • Bal arıları dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur.
  • Zehirler, tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir. 35
  • Şu âleme baksan görürsün ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle âdeta dinin kâfirlerle savaşması gibi savaşır durur.
  • Bir zerre sola doğru uçmaktadır, öbürü sağa doğru gidip arayacağını aramada.
  • Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünürler ama onların savaşını bu durgunluk âleminde gör.
  • Onların fiilî savaşları, gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gör de o aykırılığı anla.
  • Fakat güneşte mahvolan zerrenin savaşı, vasıftan, hesaptan dışarıdır. 40
  • Zerrenin kendisi de, nefesi de mahvoldu mu artık onun savaşı, ancak güneşin savaşıdır.
  • Onun kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? “Biz Allahya dönenleriz” sırrından.
  • Biz, kendimizden geçip senin denizine döndük. Asıldan süt içtik, geliştik.
  • Ey gulyabaniye aldanıp yolun ferilerine dalan, ey usulsüz kişi asıllardan az bahset.
  • Bizim savaşımız da hakikatte bizden değildir. Sulhumuz da. Her halimiz, Allah’nın iki parmağı arasındadır. 45
  • Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır.
  • Fakat bu âlem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla.
  • Dört unsur, dört kuvvetli direktir. Dünyanın tavanı, onlarla düz durmada.
  • Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar.
  • Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş. Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. 50
  • Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt.
  • Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim?
  • Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri, öbürüne kin gütmede.
  • Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun?
  • Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın. 55
  • O âlem, ancak bâkidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil.
  • Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz.
  • O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de.
  • Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
  • Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır. 60
  • Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor?
  • Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
  • Halbuki can cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah’nın huyu.
  • Savaşlara da bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani.
  • O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki. 65
  • Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkânı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkânı yok.
  • Mâna denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç.
  • O arkı o derece aç ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mâna denizi göresin.
  • Yel, derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana çıkarır.
  • Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret. 70
  • Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.
  • Harfi söyleyen de, duyan da, hattâ harfler de, bu üçü de sonunda can olur.
  • Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek, suretlerden kurtulur, toprak olur.
  • Fakat mânaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimî bir surette üç makamdadır.
  • Suret toprak olur ama mâna olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkân yok. 75
  • Ruh âleminde gâh suretten kaçarak, gâh surete bürünerek üçü de beklerler.
  • Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar.
  • Hâsılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can.
  • Binek de padişahın buyruğundadır, binen de. Cisim kapıdadır, can huzurda.
  • Su, testiye dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder. 80
  • Sonra yine canları yücelere çekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin!