English    Türkçe    فارسی   

6
3487-3536

  • İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın gönlün rahat.
  • چون تو می‌بینی که نیکی می‌کنی  ** بر حیات و راحتی بر می‌زنی 
  • Fakat bir kötülükte bulundun, bir fenalık ettin mi o yaşayış o zevk gizleniverir.
  • چونک تقصیر و فسادی می‌رود  ** آن حیات و ذوق پنهان می‌شود 
  • Bu aşağılık kişilerin görüşüne uyup kendi görüşünü terk etme. Bu gerkesler seni leşe doğru çekerler çünkü.
  • دید خود مگذار از دید خسان  ** که به مردارت کشند این کرکسان 
  • Nergis gibi gözlerini kapatıyor aman değneğimi tut beni yet ey ulu kişi diyorsun. 3490
  • چشم چون نرگس فروبندی که چی  ** هین عصاام کش که کورم ای اچی 
  • Halbuki seni götürmek için seçtiğin o sopacıya dikkat edersen görürsün ki o senden de kördür.
  • وان عصاکش که گزیدی در سفر  ** خود ببینی باشد از تو کورتر 
  • Kör gibi elini at, Tanrı ipine yapış. Tanrının emrinden, nehyinden başka bir şeyin etrafında dönüp dolaşma.
  • دست کورانه به حبل الله زن  ** جز بر امر و نهی یزدانی متن 
  • Tanrı ipi nedir? Heva ve hevesi terk etmek. Bu heva ve heves Ad kavmine bir kasırga kesilmiştir.
  • چیست حبل‌الله رها کردن هوا  ** کین هوا شد صرصری مر عاد را 
  • Halk heva ve heves yüzünden zindanda oturmaktadır. Kuşun kanadı heva ve heves yüzünden bağlanmıştır.
  • خلق در زندان نشسته از هواست  ** مرغ را پرها ببسته از هواست 
  • Balık heva ve heves yüzünden kızgın tavaya düşer. Namuslu adamlardan utanma arlanma heva ve heves yüzünden gider. 3495
  • ماهی اندر تابه‌ی گرم از هواست  ** رفته از مستوریان شرم از هواست 
  • Şahnenin gözü, heva ve hevesten bir ateş yalımıdır. Çarmıha gerilmek ve darağacının korkunçluğu heva ve heves yüzündendir.
  • خشم شحنه شعله‌ی نار از هواست  ** چارمیخ و هیبت دار از هواست 
  • Yer yüzünde beden şahnelerini gördün ya, can aleminin hükümlerini yürüten şahneleri de gör.
  • شحنه‌ی اجسام دیدی بر زمین  ** شحنه‌ی احکام جان را هم ببین 
  • Ruha gayp aleminde işkenceler vardır. Fakat sen sıçrayıp kurtulmadıkça bu işkenceler gizlidir.
  • روح را در غیب خود اشکنجه‌هاست  ** لیک تا نجهی شکنجه در خفاست 
  • Kurtuldun mu işkenceyi azabı görürsün çünkü zıt zıddıyla görünür.
  • چون رهیدی بینی اشکنجه و دمار  ** زانک ضد از ضد گردد آشکار 
  • Kuyuda ve kara su içinde doğan, ovanın letafetiyle kuyunun zahmetini ne anlasın? 3500
  • آنک در چه زاد و در آب سیاه  ** او چه داند لطف دشت و رنج چاه 
  • Tanrı korkusuyla heva ve hevesten geçtin mi Tanrı tesniminden bir sağrak elde edersin.
  • چون رها کردی هوا از بیم حق  ** در رسد سغراق از تسنیم حق 
  • Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu. Tanrı kapısına, selsebil ırmağına doğru gel.
  • لا تطرق فی هواک سل سبیل  ** من جناب الله نحو السلسبیل 
  • Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
  • لا تکن طوع الهوی مثل الحشیش  ** ان ظل العرش اولی من عریش 
  • Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi.
  • گفت سلطان اسپ را وا پس برید  ** زودتر زین مظلمه بازم خرید 
  • Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi: Aslanı bu öküz başıyla aldatma. 3505
  • با دل خود شه نفرمود این قدر  ** شیر را مفریب زین راس البقر 
  • Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Tanrı ata öküz boynuzunu vermez.
  • پای گاو اندر میان آری ز داو  ** رو ندوزد حق بر اسپی شاخ گاو 
  • Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı?
  • بس مناسب صنعتست این شهره زاو  ** کی نهد بر جسم اسپ او عضو گاو 
  • Mimar, bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri, bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur.
  • زاو ابدان را مناسب ساخته  ** قصرهای منتقل پرداخته 
  • Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır.
  • در میان قصرها تخریج‌ها  ** از سوی این سوی آن صهریج‌ها 
  • İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır. 3510
  • وز درونشان عالمی بی‌منتها  ** در میان خرگهی چندین فضا 
  • گه چو کابوسی نماید ماه را  ** گه نماید روضه قعر چاه را 
  • Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrı’dan daima halden hale dönmekte, daima sihri helâle uğramakta bulunduğundan
  • قبض و بسط چشم دل از ذوالجلال  ** دم به دم چون می‌کند سحر حلال 
  • Mustafa, Tanrı’dan çirkini çirkin, hakkı hak olarak göstermesini diledi.
  • زین سبب درخواست از حق مصطفی  ** زشت را هم زشت و حق را حق‌نما 
  • İşin sonunda yaprağı döndürdüğün zaman pişmanlıktan ıstıraba düşmeyeyim dedi.
  • تا به آخر چون بگردانی ورق  ** از پشیمانی نه افتم در قلق 
  • O eşsiz İmadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Tanrı’ydı. 3515
  • مکر که کرد آن عماد الملک فرد  ** مالک الملکش بدان ارشاد کرد 
  • Tanrı hilesi, bu hilelerin kaynağıdır. “ Kâlb, ulu Tanrı’nın iki parmağı arasındadır.”
  • مکر حق سرچشمه‌ی این مکرهاست  ** قلب بین اصبعین کبریاست 
  • Gönlüne hile ve kıyası veren Tanrı, hırkanı ateşe vermeyi de bilir.
  • آنک سازد در دلت مکر و قیاس  ** آتشی داند زدن اندر پلاس 
  • Kethüda ile borçlu garip hikâyesi. Onların, muhtesibin mezarından dönmeleri ve Kethüdanın, o zatı rüyasında görmesi
  • رجوع کردن به قصه‌ی آن پای‌مرد و آن غریب وام‌دار و بازگشتن ایشان از سر گور خواجه و خواب دیدن پای‌مرد خواجه را الی آخره 
  • Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip, o zatın mezarından dönünce
  • بی‌نهایت آمد این خوش سرگذشت  ** چون غریب از گور خواجه باز گشت 
  • Kethüda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını, ondan mühürlü bir kâğıt alıp kendisine teslim etti.
  • پای مردش سوی خانه‌ی خویش برد  ** مهر صد دینار را فا او سپرد 
  • Yemek çıkardı,hikâyeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce ümit gülü açıldı. 3520
  • لوتش آورد و حکایت‌هاش گفت  ** کز امید اندر دلش صد گل شکفت 
  • Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. Garibe buna ait hikâyeler anlattı.
  • آنچ بعد العسر یسر او دیده بود  ** با غریب از قصه‌ی آن لب گشود 
  • Vakit gece yarısını bile geçti. Hikaâye söylerler, konuşup dururlarken uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.
  • نیم‌شب بگذشت و افسانه کنان  ** خوابشان انداخت تا مرعای جان 
  • Kethüda rüyasında o kutlu muhtesibi gördü. Odanın baş köşesine geçmiş oturuyordu.
  • دید پامرد آن همایون خواجه را  ** اندر آن شب خواب بر صدر سرا 
  • Ona dedi ki: “ Ey iyi ve şirin Kethüda, neler söylediysen hepsini bir, bir işittim, duydum.
  • خواجه گفت ای پای‌مرد با نمک  ** آنچ گفتی من شنیدم یک به یک 
  • Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki. 3525
  • لیک پاسخ دادنم فرمان نبود  ** بی‌اشارت لب نیارستم گشود 
  • Biz, işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı mühürlediler.
  • ما چو واقف گشته‌ایم از چون و چند  ** مهر با لب‌های ما بنهاده‌اند 
  • Gayp sırları faş olmasın. Şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar.
  • تا نگردد رازهای غیب فاش  ** تا نگردد منهدم عیش و معاش 
  • Gaflet perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi yarı ham kalmasın diye susturdular bizi.
  • تا ندرد پرده‌ی غفلت تمام  ** تا نماند دیگ محنت نیم‌خام 
  • Kulağımız kalmadı ama baştan ayağa kulağız. Ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz.
  • ما همه گوشیم کر شد نقش گوش  ** ما همه نطقیم لیکن لب خموش 
  • Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu âlem perdedir, o âlemse asıl hakikî âlem. 3530
  • هر چه ما دادیم دیدیم این زمان  ** این جهان پرده‌ست و عینست آن جهان 
  • Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür.
  • روز کشتن روز پنهان کردنست  ** تخم در خاکی پریشان کردنست 
  • Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükâfat günü, ettiğini bulma günüdür.
  • وقت بدرودن گه منجل زدن  ** روز پاداش آمد و پیدا شدن 
  • Muhtesibin, rüyada Kethüdaya, adamın borçlarını ödeme yolunu göstermesi, definesinin yerini bildirip mirasçılarına da “ Şöyle bir adam gelecek, ne alırsa çoğumsamayın, geri almayın. Hattâ kabul etmez, yahut bir kısmını almak istemezse bile siz o defineden bir şey almayın. Dilediğini, dilediği kadar alsın. Çünkü ben o defineden benim ve akrabamın bir habbe dahi almayacağına dair Tanrıya nezirlerde bulundum.” dediğini haber vermesi
  • گفتن خواجه در خواب به آن پای‌مرد وجوه وام آن دوست را کی آمده بود و نشان دادن جای دفن آن سیم و پیغام کردن به وارثان کی البته آن را بسیار نبینند وهیچ باز نگیرند و اگر چه او هیچ از آن قبول نکند یا بعضی را قبول نکند هم آنجا بگذارند تا هر آنک خواهد برگیرد کی من با خدا نذرها کردم کی از آن سیم به من و به متعلقان من حبه‌ای باز نگردد الی آخره 
  • Şimdi benden, o yeni konuğa edeceğin ihsanları duy. Onun gelip çatacağını görüp duruyordun.
  • بشنو اکنون داد مهمان جدید  ** من همی دیدم که او خواهد رسید 
  • Onun borcundan haberim vardı. Onun için iki üç mücevher hazırlamıştım.
  • من شنوده بودم از وامش خبر  ** بسته بهر او دو سه پاره گهر 
  • Onların değeri, borcuna yeter de artar bile. Konuğum, dertlenmesin diye bu işe girişmiştim. 3535
  • که وفای وام او هستند و بیش  ** تا که ضیفم را نگردد سینه ریش 
  • Onun dokuz bin altın borcu var. Ona de ki: Borcunu bunların bir kısmıyla öde.
  • وام دارد از ذهب او نه هزار  ** وام را از بعض این گو بر گزار