- Tanrı’nın adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden!
- تو نترسیدی ز عدل کردگار ** من همیترسم دو دست از من بدار
- Tanrı da onda zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl, nerede kurtulacaksın? dedi ya.
- گفت حق خود او جدا شد از بهی ** تو بدین تزویرها هم کی رهی
- Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de taşlanırlar.
- فاعل و مفعول در روز شمار ** روسیاهند و حریف سنگسار
- Adalet bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren de ve o azap yurdu, ne kötü bir yatılacak yerdir. 3620
- رهزده و رهزن یقین در حکم و داد ** در چه بعدند و در بس المهاد
- Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli, yol azdıran da!
- گول را و غول را کو را فریفت ** از خلاص و فوز میباید شکیفت
- Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler, orada da çamura saplanır kalırlar.
- هم خر و خرگیر اینجا در گلند ** غافلند اینجا و آنجا آفلند
- Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz mevsiminden çıkar, Tanrı’nın lûtuf ve ihsan baharına ererler.
- جز کسانی را که وا گردند از آن ** در بهار فضل آیند از خزان
- Tövbe ederler, Tanrı da tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
- توبه آرند و خدا توبهپذیر ** امر او گیرند و او نعم الامیر
- Pişman oldular da inlemeye, başladılar mı suçluların iniltisinden arş bile titrer. 3625
- چون بر آرند از پشیمانی حنین ** عرش لرزد از انین المذنبین
- Hem de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar, onları yücelere çeker.
- آنچنان لرزد که مادر بر ولد ** دستشان گیرد به بالا میکشد
- Tanrı der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan bahçeleri, işte suçları örten, yargılayan Tanrı!
- کای خداتان وا خریده از غرور ** نک ریاض فضل و نک رب غفور
- Bundan böyle size ebedî ve tükenmez rızıkla azık Tanrı havasından gelir, damdan, oluktan değil.
- بعد ازینتان برگ و رزق جاودان ** از هوای حق بود نه از ناودان
- Deniz, bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı, bizzat kendisi lûtfa ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk eder.
- چونک دریا بر وسایط رشک کرد ** تشنه چون ماهی به ترک مشک کرد
- Şehzadelerin babalariyle vedalaşarak ülkeyi gezmeye gitmeleri ve padişahın , onlara ayrılırken yine aynı tarzda vasiyette bulunması
- روان شدن شهزادگان در ممالک پدر بعد از وداع کردن ایشان شاه را و اعادت کردن شاه وقت وداع وصیت را الی آخره
- O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular. 3630
- عزم ره کردند آن هر سه پسر ** سوی املاک پدر رسم سفر
- Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı.
- در طواف شهرها و قلعههاش ** از پی تدبیر دیوان و معاش
- Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki:
- دستبوس شاه کردند و وداع ** پس بدیشان گفت آن شاه مطاع
- “ Gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
- هر کجاتان دل کشد عازم شوید ** فی امان الله دست افشان روید
- Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
- غیر آن یک قلعه نامش هشربا ** تنگ آرد بر کلهداران قبا
- Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun. 3635
- الله الله زان دز ذات الصور ** دور باشید و بترسید از خطر
- O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir.
- رو و پشت برجهاش و سقف و پست ** جمله تمثال و نگار و صورتست
- Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani.
- همچو آن حجرهی زلیخا پر صور ** تا کند یوسف بناکامش نظر
- Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.
- چونک یوسف سوی او میننگرید ** خانه را پر نقش خود کرد آن مکید
- Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı.
- تا به هر سو که نگرد آن خوشعذار ** روی او را بیند او بیاختیار
- Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti. 3640
- بهر دیدهروشنان یزدان فرد ** شش جهت را مظهر آیات کرد
- Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa; Tanrı güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.
- تا بهر حیوان و نامی که نگزند ** از ریاض حسن ربانی چرند
- Onun için o oraya “ Nereye dönersiniz Tanrı yüzü var” buyurdu.
- بهر این فرمود با آن اسپه او ** حیث ولیتم فثم وجهه
- Susar da bir bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Tanrıya bakmaktasınız.
- از قدحگر در عطش آبی خورید ** در درون آب حق را ناظرید
- Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er!
- آنک عاشق نیست او در آب در ** صورت صورت خود بیند ای صاحببصر
- Ama âşıkın sureti, Tanrı’da fani olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür? 3645
- صورت عاشق چو فانی شد درو ** پس در آب اکنون کرا بیند بگو
- Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür.
- حسن حق بینند اندر روی حور ** همچو مه در آب از صنع غیور
- Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
- غیرتش بر عاشقی و صادقیست ** غیرتش بر دیو و بر استور نیست
- Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı ölür.
- دیو اگر عاشق شود هم گوی برد ** جبرئیلی گشت و آن دیوی بمرد
- Bu makamda “ Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
- اسلم الشیطان آنجا شد پدید ** که یزیدی شد ز فضلش بایزید
- Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden sakının! 3650
- این سخن پایان ندارد ای گروه ** هین نگه دارید زان قلعه وجوه
- Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
- هین مبادا که هوستان ره زند ** که فتید اندر شقاوت تا ابد
- Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
- از خطر پرهیز آمد مفترض ** بشنوید از من حدیث بیغرض
- Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
- در فرج جویی خرد سر تیز به ** از کمینگاه بلا پرهیز به
- Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
- گر نمیگفت این سخن را آن پدر ** ور نمیفرمود زان قلعه حذر
- O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile. 3655
- خود بدان قلعه نمیشد خیلشان ** خود نمیافتاد آن سو میلشان
- Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
- کان نبد معروف بس مهجور بود ** از قلاع و از مناهج دور بود
- Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
- چون بکرد آن منع دلشان زان مقال ** در هوس افتاد و در کوی خیال
- Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
- رغبتی زین منع در دلشان برست ** که بباید سر آن را باز جست
- Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir.
- کیست کز ممنوع گردد ممتنع ** چونک الانسان حریص ما منع
- Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrı’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür. 3660
- نهی بر اهل تقی تبغیض شد ** نهی بر اهل هوا تحریض شد
- Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
- پس ازین یغوی به قوما کثیر ** هم ازین یهدی به قلبا خبیر
- Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.
- کی رمد از نی حمام آشنا ** بل رمد زان نی حمامات هوا
- Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
- پس بگفتندش که خدمتها کنیم ** بر سمعنا و اطعناها تنیم
- Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür dediler.
- رو نگردانیم از فرمان تو ** کفر باشد غفلت از احسان تو
- Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler. Tanrı’yı anmadılar bile. 3665
- لیک استثنا و تسبیح خدا ** ز اعتماد خود بد از ایشان جدا
- Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin başlangıcında anlatıldı.
- ذکر استثنا و حزم ملتوی ** گفته شد در ابتدای مثنوی