- O güzelim “ Zatüssuver” kalesinin denize beş kapısı vardı, karaya beş kapısı.
- اندر آن قلعهی خوش ذات الصور ** پنج در در بحر و پنجی سوی بر
- Beş kapısı, dış duygularımız gibi renk ve koku alemineydi, beş kapısı da iç duygularımız gibi sırlar arardı. 3705
- پنج از آن چون حس به سوی رنگ و بو ** پنج از آن چون حس باطن رازجو
- O binlerce resim be nakşı seyrettiler, yer, yer gezdiler resimler görüp kararsız bir hale geldiler.
- زان هزاران صورت و نقش و نگار ** میشدند از سو به سو خوش بیقرار
- Bu suret kadehlerinden pek sarhoş olma ki put yapıcı ve puta tapıcı olmayasın.
- زین قدحهای صور کمباش مست ** تا نگردی بتتراش و بتپرست
- Suret kadehlerinden geç onlara kapılma. Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki.
- از قدحهای صور بگذر مهایست ** باده در جامست لیک از جام نیست
- Ağzını şarabı verene aç. Şarap geldikten sonra kadeh eksik olmaz.
- سوی بادهبخش بگشا پهن فم ** چون رسد باده نیاید جام کم
- Ey Adem gönül bağlayan mana benim beni ara kabuğu, buğday suretini bırak. 3710
- آدما معنی دلبندم بجوی ** ترک قشر و صورت گندم بگوی
- Kum Halil için un olduktan sonra artık ey akıllı er, bil ki buğday hiçbir şey değildir.
- چونک ریگی آرد شد بهر خلیل ** دانک معزولست گندم ای نبیل
- Suret sureti olmayandan meydana gelir. Nitekim duman da ateşten çıkar.
- صورت از بیصورت آید در وجود ** همچنانک از آتشی زادست دود
- Bu suret alemini boyuna görür durursun ayıplarını görmeye başlarsın, usanırsın bıkarsın.
- کمترین عیب مصور در خصال ** چون پیاپی بینیش آید ملال
- Fakat suretsizlik sana tam bir hayret verir. Yüzlerce alet aletsizlikten meydana çıkar.
- حیرت محض آردت بیصورتی ** زاده صد گون آلت از بیآلتی
- Tanrı elsizlik aleminde eller dokur. O canlar canı adam suretini düzer durur. 3715
- بی ز دستی دستها بافد همی ** جان جان سازد مصور آدمی
- Nitekim ayrılıktan buluşmadan dolayı da gönülde çeşit, çeşit hayaller dokunur.
- آنچنان که اندر دل از هجر و وصال ** میشود بافیده گوناگون خیال
- Fakat hiçbir eser yapan esere benzer mi? Feryat ve figan zarara benzer mi hiç?
- هیچ ماند این مثر با اثر ** هیچ ماند بانگ و نوحه با ضرر
- Feryadın sureti vardır, zarar suretsizdir. Zarara uğrayanlar, kendi ellerini dişler dururlar, fakat zararın eli yoktur.
- نوحه را صورت ضرر بیصورتست ** دست خایند از ضرر کش نیست دست
- Ey delil isteyen bu örnek yakışır bir örnek değil ama anlayışı az olan için ancak bu örneği bulabildim.
- این مثل نالایقست ای مستدل ** حیلهی تفهیم را جهد المقل
- Suretsiz Tanrı’nın sanatı bir suret eker, derken benden duygularla aletlerle bitiverir. 3720
- صنع بیصورت بکارد صورتی ** تن بروید با حواس و آلتی
- Dileğine göre ne suret ektiyse beden ona uyar, iyi yahut kötü olur.
- تا چه صورت باشد آن بر وفق خود ** اندر آرد جسم را در نیک و بد
- Nimet sureti verirse beden şükreder, mihnet sureti verirse sabreder.
- صورت نعمت بود شاکر شود ** صورت مهلت بود صابر شود
- Tanrı acıma suretiyle tecelli ederse insan gelişir büyür. Bir yara, bere suretiyle tecelli ederse ağlar feryat eder.
- صورت رحمی بود بالان شود ** صورت زخمی بود نالان شود
- Bir şehir suretiyle tecelli edince insanı yola düşürür. Bir ok suretiyle tecelli ederse insan kalkanla karşı durur.
- صورت شهری بود گیرد سفر ** صورت تیری بود گیرد سپر
- Güzellerde tecelli ederse zevk ve işrete dalar. Gayb suretiyle görünürse insan halvete girer. 3725
- صورت خوبان بود عشرت کند ** صورت غیبی بود خلوت کند
- İhtiyaç sureti, insanı kazanca götürür; kol kuvveti, şunun bunun malını çalıp çırpmaya.
- صورت محتاجی آرد سوی کسب ** صورت بازو وری آرد به غصب
- Bu çeşit hayallerden doğan ve insana bir iş yaptıran suretler, o kadar çoktur ki saymaya imkan yok.
- این ز حد و اندازهها باشد برون ** داعی فعل از خیال گونهگون
- Sonsuz gidişler sonsuz hüner ve sanatlar, hep düşüncelerde doğan suretlerin gölgesidir.
- بینهایت کیشها و پیشهها ** جمله ظل صورت اندیشهها
- Bir kavim dam kenarında bir hoşça durmuşlar. Her birinin gölgesi de bak yere vurmuş.
- بر لب بام ایستاده قوم خوش ** هر یکی را بر زمین بین سایهاش
- O sağlam damın üstünde duran düşüncenin, fikrin suretidir. O ne yaparsa aşağıda o görünür. 3730
- صورت فکرست بر بام مشید ** وآن عمل چون سایه بر ارکان پدید
- İş yerde duvarda görünmede fikir gizli. Fakat tesir ve ulaşma bakımından ikisi de bir.
- فعل بر ارکان و فکرت مکتتم ** لیک در تاثیر و وصلت دو به هم
- Bir meclise zevk kadehinden içilen suretlerin eseri insanın kendisinden geçmesi sarhoş olmasıdır.
- آن صور در بزم کز جام خوشیست ** فایدهی او بیخودی و بیهشیست
- Kadınla erkeğin ve ikisinin buluşma suretleri buluşma anında kendilerinden geçmelerini meydana getirir.
- صورت مرد و زن و لعب و جماع ** فایدهش بیهوشی وقت وقاع
- Bir nimet olan ekmek ve tuz suretinin eseri suretsiz olan kuvvettir.
- صورت نان و نمک کان نعمتست ** فایدهش آن قوت بیصورتست
- Savaşta kılıç ve kalkan sureti suretsizlikle yani düşmana üstün olmayla sona erer. 3735
- در مصاف آن صورت تیغ و سپر ** فایدهش بیصورتی یعنی ظفر
- Medrese medreseye gidip gelme medresenin türlü, türlü suretleri insan bilgi sahibi olunca dürülür gider.
- مدرسه و تعلیق و صورتهای وی ** چون به دانش متصل شد گشت طی
- Bu suretler suretsizliğin kuluyken nasıl oluyor da o nimet sahibine yok diyorlar?
- این صور چون بندهی بیصورتند ** پس چرا در نفی صاحبنعمتند
- Bu suretler suretsizlikten vücut bulmuştur. Peki kendilerine bu varlığı verene şu aykırı gidiş onu şu inkar ediş nedir ki?
- این صور دارد ز بیصورت وجود ** چیست پس بر موجد خویشش جحود
- Ha.. suretin inkarı da ondan olur ondan zuhur eder. Bu iş de onun bir aksidir zaten.
- خود ازو یابد ظهور انکار او ** نیست غیر عکس خود این کار او
- Her yurdun duvar tavan ve sair suretlerini mimarın düşüncesinin gölgesi bil. 3740
- صورت دیوار و سقف هر مکان ** سایهی اندیشهی معمار دان
- Düşünce zamanında taş, tahta ve kerpiç meydanda değildir ama bu, böyledir.
- گرچه خود اندر محل افتکار ** نیست سنگ و چوب و خشتی آشکار
- Dilediği gibi iş yapan suretsizliktir. Suret, onun elinde bir alete benzer.
- فاعل مطلق یقین بیصورتست ** صورت اندر دست او چون آلتست
- Bazı, bazı o suretsiz varlık, yokluk gizliliğinden kerem eder, suretlere yüz gösterir.
- گه گه آن بیصورت از کتم عدم ** مر صور را رو نماید از کرم
- Her suret ondan yardım görür. Bu suretle onun yüceliğinden güzelliğinden kudretinden var olur.
- تا مدد گیرد ازو هر صورتی ** از کمال و از جمال و قدرتی
- Derken yine suretsiz varlık, yüzünü gizler. Suretler ihtiyaçlarından renk ve koku aleminde dilenciliğe başlarlar. 3745
- باز بیصورت چو پنهان کرد رو ** آمدند از بهر کد در رنگ و بو
- Bu suret başka bir suretten yücelik dilerse bu, yol azıtmanın, sapıklığın ta kendisidir.
- صورتی از صورت دیگر کمال ** گر بجوید باشد آن عین ضلال
- A cevhersiz şu halde neden ihtiyacını başka bir ihtiyaç sahibine arz edersin.
- پس چه عرضه میکنی ای بیگهر ** احتیاج خود به محتاجی دگر
- Mademki suretler kuldur, Tanrı’ya suret deme. Onu suret sanma, onu bir şeye benzetmeye kalkışma.
- چون صور بندهست بر یزدان مگو ** ظن مبر صورت به تشبیهش مجو
- Yalvar yakar kendini yok etmeye savaş. Çünkü düşünceden suretlerden başka bir şey meydana gelmez.
- در تضرع جوی و در افنای خویش ** کز تفکر جز صور ناید به پیش
- Başka bir suretle gelişmiyor, semirmiyorsan sende, sen yokken doğan suret elbette daha iyidir. 3750
- ور ز غیر صورتت نبود فره ** صورتی کان بیتو زاید در تو به
- Bir şehre gider, o şehrin suretine ulaşırsın. A yolcu, seni oraya çeken suretsizliktir.
- صورت شهری که آنجا میروی ** ذوق بیصورت کشیدت ای روی
- Mana bakımından, hatta mekansızlık alemine kadar da gidersin. Çünkü zevk ve hoşluk, mekan ve zaman aleminden gayrı bir alemdir.
- پس به معنی میروی تا لامکان ** که خوشی غیر مکانست و زمان
- Bir sevgilinin suretine gidersin, onunla eş olmaya, arkadaşlık etmeye can atarsın.
- صورت یاری که سوی او شوی ** از برای مونسیاش میروی