O, baştan imdat görür, bu kuyruktan. Bir tayfa vardır ki onlar başı da kaybetmişlerdir, kuyruğu da.
آن ز سر مییابد آن داد این ز دم ** قوم دیگر پا و سر کردند گم
Hepsi ve her şey kayboldu mu hepsini ve her şeyi bulurlar. Her varlığı her sureti yok etmeye yolundan, külle koşup ulaşırlar.
چونک گم شد جمله جمله یافتند ** از کم آمد سوی کل بشتافتند
Şehzadelerin Zatüssuver kalesindeki köşkte Çin padişahinin kızının resmini görmeleri, üçünün de kendisinden geçmesi, ona aşık olması, Bu kimin resmi? diye arayıp sormaları.
دیدن ایشان در قصر این قلعهی ذات الصور نقش روی دختر شاه چین را و بیهوش شدن هر سه و در فتنه افتادن و تفحص کردن کی این صورت کیست
Bu söze son yoktur. Şehzadeler, kalede pek güzel pek alımlı bir resim gördüler.3760
این سخن پایان ندارد آن گروه ** صورتی دیدند با حسن و شکوه
Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki.
خوبتر زان دیده بودند آن فریق ** لیک زین رفتند در بحر عمیق
Çünkü onlara bu kase içinde afyon verilmişti bir kere. Kaseler görünür de o afyon görünmez.
سایهی رهبر بهست از ذکر حق ** یک قناعت به که صد لوت و طبق
Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür.3785
چشم بینا بهتر از سیصد عصا ** چشم بشناسد گهر را از حصا
Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.
در تفحص آمدند از اندهان ** صورت کی بود عجب این در جهان
Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O, bu sırrı açtı.
بعد بسیاری تفحص در مسیر ** کشف کرد آن راز را شیخی بصیر
Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
نه از طریق گوش بل از وحی هوش ** رازها بد پیش او بی رویپوش
Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin Padişahının kızının resmidir.
گفت نقش رشک پروینست این ** صورت شهزادهی چینست این
O, can gibi, ana karnındaki çocuk gibi gizlidir. Sarayında perdeler arkasındadır.3790
همچو جان و چون جنین پنهانست او ** در مکتم پرده و ایوانست او
Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Padişah, onu fitnelere uğramaması için gizlemiştir.
سوی او نه مرد ره دارد نه زن ** شاه پنهان کرد او را از فتن
Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz.
غیرتی دارد ملک بر نام او ** که نپرد مرغ هم بر بام او
Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.
وای آن دل کش چنین سودا فتاد ** هیچ کس را این چنین سودا مباد
Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz gören kişinin layığıdır.
این سزای آنک تخم جهل کاشت ** وآن نصیحت را کساد و سهل داشت
O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım dedi.3795
اعتمادی کرد بر تدبیر خویش ** که برم من کار خود با عقل پیش
Halbuki o inayetin bir zerresi bile aklından doğacak üç yüz ihtiyat tedbirinden daha iyidir.
نیم ذره زان عنایت به بود ** که ز تدبیر خرد سیصد رصد
Beyim kendi hileni bırak. Tanrı inayetine yürü orada öl.
ترک مکر خویشتن گیر ای امیر ** پا بکش پیش عنایت خوش بمیر
Buna sayılı hilelerle ulaşılmaz. Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.
این به قدر حیلهی معدود نیست ** زین حیل تا تو نمیری سود نیست
Buhara’da bir Sadr-ı cihan vardı. Hangi dilenci, ağız açıp bir şey isterse onun umumi ihsanından hiçbir şey elde edemezdi. Bir yoksul alim, bunu unuttu, hırsının çokluğundan ve alay geçerken bir şey istedi. Sadr-ı cihan yüzünü çevirdi. Yoksul, her gün yeni bir hileye başvurur, kendini bazen kadın şekline sokar, çarşaf giyer, bazen kör gösterir, yüzünü, gözünü bağlardı. Fakat padişah, anlayışıyla onu derhal tanırdı.
حکایت صدر جهان بخارا کی هر سایلی کی به زبان بخواستی از صدقهی عام بیدریغ او محروم شدی و آن دانشمند درویش به فراموشی و فرط حرص و تعجیل به زبان بخواست در موکب صدر جهان از وی رو بگردانید و او هر روز حیلهی نو ساختی و خود را گاه زن کردی زیر چادر وگاه نابینا کردی و چشم و روی خود بسته به فراستش بشناختی الی آخره
Buhara’daki o ulu zat kendisinden bir şey isteyenlere çok iyi muamele ederdi.
در بخارا خوی آن خواجیم اجل ** بود با خواهندگان حسن عمل
Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı.3800
داد بسیار و عطای بیشمار ** تا به شب بودی ز جودش زر نثار
Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
زر به کاغذپارهها پیچیده بود ** تا وجودش بود میافشاند جود
Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
همچو خورشید و چو ماه پاکباز ** آنچ گیرند از ضیا بدهند باز
Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
خاک را زربخش کی بود آفتاب ** زر ازو در کان و گنج اندر خراب
Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
هر صباحی یک گره را راتبه ** تا نماند امتی زو خایبه
Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda bulunur.3805
مبتلایان را بدی روزی عطا ** روز دیگر بیوگان را آن سخا
Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul fakirlere kerem eder.
روز دیگر بر علویان مقل ** با فقیهان فقیر مشتغل
Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de borçlulara ihsan ederdi.
روز دیگر بر تهیدستان عام ** روز دیگر بر گرفتاران وام