English    Türkçe    فارسی   

6
3785-3834

  • Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür. 3785
  • Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.
  • Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O, bu sırrı açtı.
  • Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
  • Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin Padişahının kızının resmidir.
  • O, can gibi, ana karnındaki çocuk gibi gizlidir. Sarayında perdeler arkasındadır. 3790
  • Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Padişah, onu fitnelere uğramaması için gizlemiştir.
  • Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz.
  • Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.
  • Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz gören kişinin layığıdır.
  • O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım dedi. 3795
  • Halbuki o inayetin bir zerresi bile aklından doğacak üç yüz ihtiyat tedbirinden daha iyidir.
  • Beyim kendi hileni bırak. Tanrı inayetine yürü orada öl.
  • Buna sayılı hilelerle ulaşılmaz. Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.
  • Buhara’da bir Sadr-ı cihan vardı. Hangi dilenci, ağız açıp bir şey isterse onun umumi ihsanından hiçbir şey elde edemezdi. Bir yoksul alim, bunu unuttu, hırsının çokluğundan ve alay geçerken bir şey istedi. Sadr-ı cihan yüzünü çevirdi. Yoksul, her gün yeni bir hileye başvurur, kendini bazen kadın şekline sokar, çarşaf giyer, bazen kör gösterir, yüzünü, gözünü bağlardı. Fakat padişah, anlayışıyla onu derhal tanırdı.
  • Buhara’daki o ulu zat kendisinden bir şey isteyenlere çok iyi muamele ederdi.
  • Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı. 3800
  • Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
  • Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
  • Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
  • Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
  • Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda bulunur. 3805
  • Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul fakirlere kerem eder.
  • Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de borçlulara ihsan ederdi.
  • Yalnız bir şartı vardı: kimse ağzını açıp bir şey istemeyecekti.
  • Geçeceği yolun kenarına bütün yoksullar duvar gibi dizilirler, susarlar beklerlerdi.
  • Birisi ağız açtı da bir şey istedi mi bir habbe bile alamazdı. 3810
  • Şartı kim susarsa kurtulur hükmüydü. Kesesi, kasesi, susanlarındı.
  • Nasılsa bir gün ihtiyarın biri, açım, bana zekat ver demişti.
  • İhtiyarı men ettiler. Ama o boyuna söylemekteydi. Halk hayretlere düştü.
  • Sadr-ı Cihan babacığım ne utanmaz ihtiyarsın dedi. İhtiyar sen benden daha ziyade utanmazsın dedi.
  • Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde etmeye tamah ediyorsun! 3815
  • Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
  • O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
  • Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
  • Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi, hiçbir faydası olmadı.
  • Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına karıştı. 3820
  • Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı kırık bir alil göstermek istedi.
  • Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir keçe parçasıyla örttü.
  • Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
  • Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa büründü.
  • Dul kadınların arasına karışıp elini gizledi başını eğdi öylece durdu. 3825
  • Fakat padişah, yine tanıyıp sadaka vermedi. Hocanın mahrumiyetten yüreği yandı.
  • Sonunda bir kefenciye gitti. Dedi ki: beni bir kilime sar yol üstüne koy.
  • Hiç ağzını açma, yalnız Sadr-ı cihan’ın buradan geçmesini bekle.
  • Belki görünce ölü sanır da kefen parası almak üzere bir şey verir.
  • Ne verirse yarısını sana veririm. Kefenci para gözler bir yoksuldu dediğini kabul etti. 3830
  • Onu bir kilime sarıp yol üstüne koydu. Padişahın yolu oraya düştü.
  • Kilimin üstüne bir miktar altın attı. Hoca, hemen aceleyle kilimden elini çıkarıp altınları aldı.
  • Kefencinin almasına, verilen altınları gizlemesine meydan bile bırakmadı o aceleci adam.
  • Ölü, kilimden elini uzatıp paraları aldıktan sonra başını kilimden çıkardı.