English    Türkçe    فارسی   

6
4003-4052

  • Aşkın, hoşnutluk zamanında, kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardır ki...
  • عشق خود بی‌خشم در وقت خوشی  ** خوی دارد دم به دم خیره‌کشی 
  • Bu hoşnut olduğu zamanda böyle. Artık kızgın olunca neler yapmaz? Ben ne söyleyeyim?
  • این بود آن لحظه کو خشنود شد  ** من چه گویم چونک خشم‌آلود شد 
  • Fakat can yaylası, bu aşkın öldürdüğü, bu aşk kılıcının kestiği aslana feda olsun! 4005
  • لیک مرج جان فدای شیر او  ** کش کشد این عشق و این شمشیر او 
  • Bu çeşit öldürülme binlerce hayattan iyidir. Saltanatlar bile böyle kulluğa kurban olsun!
  • کشتنی به از هزاران زندگی  ** سلطنت‌ها مرده‌ی این بندگی 
  • Şehzadeler, yüzlerce korkuyla, yüzlerce çekinmeyle sırlarını kinaye yollu hafif, hafif birbirlerine söylüyorlardı.
  • با کنایت رازها با هم‌دگر  ** پست گفتندی به صد خوف و حذر 
  • Sırlara Tanrı’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir.
  • راز را غیر خدا محرم نبود  ** آه را جز آسمان هم‌دم نبود 
  • Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı.
  • اصطلاحاتی میان هم‌دگر  ** داشتندی بهر ایراد خبر 
  • Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır. 4010
  • زین لسان الطیر عام آموختند  ** طمطراق و سروری اندوختند 
  • Fakat onların sözü, kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların ahvalinden gafildir.
  • صورت آواز مرغست آن کلام  ** غافلست از حال مرغان مرد خام 
  • Nerede bir Süleyman ki kuşdilini anlasın. Şeytan da saltanat sürer ama Süleyman değildir ki.
  • کو سلیمانی که داند لحن طیر  ** دیو گرچه ملک گیرد هست غیر 
  • Şeytan, Süleyman’a benzer, tahta oturur, hile bilgisi vardır, fakat “ Biz ona kuşdilini öğrettik” sırrına mazhar değildir ki.
  • دیو بر شبه سلیمان کرد ایست  ** علم مکرش هست و علمناش نیست 
  • Süleyman, Tanrı’dan muştuluklara nail olmuştu da bu yüzden “ Biz ona kuşdili öğrettik” sırrına erişmişti.
  • چون سلیمان از خدا بشاش بود  ** منطق الطیری ز علمناش بود 
  • Sen “ Min ledün” kuşlarını görmemişsin. Artık o hava kuşlarına bak da onlardan anla. 4015
  • تو از آن مرغ هوایی فهم کن  ** که ندیدستی طیور من لدن 
  • Simurgların yeri, Kaf dağıdır. Her hayal oraya el atamaz.
  • جای سیمرغان بود آن سوی قاف  ** هر خیالی را نباشد دست‌باف 
  • Ancak o birleşmeyi gören hayal, o makamı görür. Gördükten sonra da yine araya ayrılık düşer.
  • جز خیالی را که دید آن اتفاق  ** آنگهش بعدالعیان افتد فراق 
  • Fakat işi tamamıyla kesen ayrılık değildir bu. Bu iş, bu makam her türlü ayrılıktan emindir.
  • نه فراق قطع بهر مصلحت  ** که آمنست از هر فراق آن منقبت 
  • Ruha mensup olan o kalıbın baki kalması için güneş, bir an kendisini kardan çeker.
  • بهر استبقاء آن روحی جسد  ** آفتاب از برف یک‌دم درکشد 
  • Sen onlardan kendi canın için bir düzenlik ara; onların sözlerinden ıstılah çalmaya kalkışma. 4020
  • بهر جان خویش جو زیشان صلاح  ** هین مدزد از حرف ایشان اصطلاح 
  • Zeliha’ da çöreotundan öd ağacına kadar her şeyin adını Yusuf takmıştı.
  • آن زلیخا از سپندان تا به عود  ** نام جمله چیز یوسف کرده بود 
  • Onun adını gizli bir surette yazmış, mahremlerine o sırrı bildirmişti.
  • نام او در نامها مکتوم کرد  ** محرمان را سر آن معلوم کرد 
  • Mum, ateşten yumuşadı dese bu söz, o sevgili bize alıştı, sevdalandı demekti.
  • چون بگفتی موم ز آتش نرم شد  ** این بدی کان یار با ما گرم شد 
  • Ay doğdu, bakın dese, yahut söğüt ağacı yeşerdi diye bir söz söylese...
  • ور بگفتی مه برآمد بنگرید  ** ور بگفتی سبز شد آن شاخ بید 
  • Yapraklar ne güzel oynamakta; çöreotu ne hoş yanıyor… 4025
  • ور بگفتی برگها خوش می‌طپند  ** ور بگفتی خوش همی‌سوزد سپند 
  • Gül, bülbülle sırrını söyledi; padişah, sevgilisine sır söyledi…
  • ور بگفتی گل به بلبل راز گفت  ** ور بگفتی شه سر شهناز گفت 
  • Bahtımız ne de kutlu; yaygıları döşeyin…
  • ور بگفتی چه همایونست بخت  ** ور بگفتی که بر افشانید رخت 
  • Saka su getirdi; güneş doğdu…
  • ور بگفتی که سقا آورد آب  ** ور بگفتی که بر آمد آفتاب 
  • Dün gece bir tencere kaynattılar; içindekiler güzelce pişti, helmelendi…
  • ور بگفتی دوش دیگی پخته‌اند  ** یا حوایج از پزش یک لخته‌اند 
  • Ekmekler tuzsuz; felek, aksine dönmede… 4030
  • ور بگفتی هست نانها بی‌نمک  ** ور بگفتی عکس می‌گردد فلک 
  • Başım ağrıyor; başımın ağrısı geçti gibi bir şey söylese hep başka şey kastederdi.
  • ور بگفتی که به درد آمد سرم  ** ور بگفتی درد سر شد خوشترم 
  • Birini övse onu över, birinden şikayetlense onun ayrılığını anlatmış olurdu.
  • گر ستودی اعتناق او بدی  ** ور نکوهیدی فراق او بدی 
  • Yüz binlerce ad söylese maksadı, dileği hep Yusuf’tu.
  • صد هزاران نام گر بر هم زدی  ** قصد او و خواه او یوسف بدی 
  • Acıkırsa onun adını söylerdi. Tok olursa onunla duyar, onun kadehinden sarhoş olurdu.
  • گرسنه بودی چو گفتی نام او  ** می‌شدی او سیر و مست جام او 
  • Susuzluğu onun adıyla geçerdi. Batıni şerbeti onun adıydı. 4035
  • تشنگیش از نام او ساکن شدی  ** نام یوسف شربت باطن شدی 
  • Derdi oldu mu onun yüce adıyla derhal derdi yatışırdı.
  • ور بدی دردیش زان نام بلند  ** درد او در حال گشتی سودمند 
  • Hatta kış vakti sevgilisinin adı ona kürk kesilirdi. Sevda aleminde sevgilisinin adı bu işi işler işte.
  • وقت سرما بودی او را پوستین  ** این کند در عشق نام دوست این 
  • Aşağılık kişiler de her an o temiz adı anar ama bu tesir görülmez; çünkü onlarda aşk yoktur.
  • عام می‌خوانند هر دم نام پاک  ** این عمل نکند چو نبود عشقناک 
  • İsa, onun adıyla mucizeler yaptı. Ne mucize gördüyse onun adıyla gösterdi.
  • آنچ عیسی کرده بود از نام هو  ** می‌شدی پیدا ورا از نام او 
  • Bir can, Hakk’a ulaştı mı onun zikri, bunun zikridir; bunun zikri onun zikri. 4040
  • چونک با حق متصل گردید جان  ** ذکر آن اینست و ذکر اینست آن 
  • Böyle can kendinden boşalır, sevgilisinin aşkıyla dolar. Testide ne varsa dışına o sızar.
  • خالی از خود بود و پر از عشق دوست  ** پس ز کوزه آن تلابد که دروست 
  • Gülme, vuslat safranının kokusunu verir, ağlama, uzaklık soğanının kokusunu.
  • خنده بوی زعفران وصل داد  ** گریه بوهای پیاز آن بعاد 
  • Halbuki bunların her birinin gönlünde yüzlerce murat var. Bu, aşk ve sevgi mezhebi değildir.
  • هر یکی را هست در دل صد مراد  ** این نباشد مذهب عشق و وداد 
  • Gündüze nasıl güneş lazımsa aşka da sevgili lazım. Güneş o yüze nikap gibidir.
  • یار آمد عشق را روز آفتاب  ** آفتاب آن روی را هم‌چون نقاب 
  • Nikapla sevgilinin yüzünü fark edemeyen, güneşe tapar. Ondan el çek. 4045
  • آنک نشناسد نقاب از روی یار  ** عابد الشمس است دست از وی بدار 
  • Aşıkın günü de odur, rızkı da. Aşıkın gönlü de odur, gönlünün yanışı da.
  • روز او و روزی عاشق هم او  ** دل همو دلسوزی عاشق هم او 
  • Balıklara ekmek de sudur, su da. Elbise de sudur, ilaç da, uyku da.
  • ماهیان را نقد شد از عین آب  ** نان و آب و جامه و دارو و خواب 
  • Aşık, çocuğa benzer. Memeden süt emer durur. O iki alemde de sütten başka bir şey bilmez.
  • هم‌چو طفلست او ز پستان شیرگیر  ** او نداند در دو عالم غیر شیر 
  • Fakat şu da var ki çocuk, sütü hem bilir, hem bilmez. Bu tarafta tedbirin yeri yoktur.
  • طفل داند هم نداند شیر را  ** راه نبود این طرف تدبیر را 
  • Bu define bildiren kitap, açanı da açılanı da bulsun, define sahibine de, defineye de nail olsun diye ruhu hayretlere düşürmüştür. 4050
  • گیج کرد این گردنامه روح را  ** تا بیابد فاتح و مفتوح را 
  • Ruh, bu yürüyüşte hayran olmaz. Hayret şöyle dursun defineyi bildiren kitabı elde eden ruh, deniz kesilir, sel ve ırmak değil.
  • گیج نبود در روش بلک اندرو  ** حاملش دریا بود نه سیل و جو 
  • Bulduğunu buldu mu kendisi kaybolur. Bir sel gibi denize gark olur gider.
  • چون بیابد او که یابد گم شود  ** هم‌چو سیلی غرقه‌ی قلزم شود