English    Türkçe    فارسی   

6
4048-4097

  • Aşık, çocuğa benzer. Memeden süt emer durur. O iki alemde de sütten başka bir şey bilmez.
  • هم‌چو طفلست او ز پستان شیرگیر  ** او نداند در دو عالم غیر شیر 
  • Fakat şu da var ki çocuk, sütü hem bilir, hem bilmez. Bu tarafta tedbirin yeri yoktur.
  • طفل داند هم نداند شیر را  ** راه نبود این طرف تدبیر را 
  • Bu define bildiren kitap, açanı da açılanı da bulsun, define sahibine de, defineye de nail olsun diye ruhu hayretlere düşürmüştür. 4050
  • گیج کرد این گردنامه روح را  ** تا بیابد فاتح و مفتوح را 
  • Ruh, bu yürüyüşte hayran olmaz. Hayret şöyle dursun defineyi bildiren kitabı elde eden ruh, deniz kesilir, sel ve ırmak değil.
  • گیج نبود در روش بلک اندرو  ** حاملش دریا بود نه سیل و جو 
  • Bulduğunu buldu mu kendisi kaybolur. Bir sel gibi denize gark olur gider.
  • چون بیابد او که یابد گم شود  ** هم‌چو سیلی غرقه‌ی قلزم شود 
  • Tohum yok oldu da ondan sonra bitti, incir haline geldi. "“Ben de sen ölmeyince altın vermedim ya” sözü budur işte.
  • دانه گم شد آنگهی او تین بود  ** تا نمردی زر ندادم این بود 
  • Şehzadelerin Çin ülkesine varıp idare merkezi olan şehirde gizlenmeleri, bir hayli sabrettikten sonra büyük kardeşlerinin sabırsızlanarak “Ben gidiyorum, elveda size. Gidip kendimi padişaha tanıtacağım” demesi. Ayağım, ya beni maksadıma ulaştırır. Yahut oraya gönlüm gibi başımı da veririm. Kardeşlerinin ona öğüt vermeleri, fakat fayda etmemesi. Ey aşıkları kınayan, bırak onları, Tanrı’nın azdırdığı bir taifeyi sen nasıl doğru yola sokabilirsin?
  • بعد مکث ایشان متواری در بلاد چین در شهر تختگاه و بعد دراز شدن صبر بی‌صبر شدن آن بزرگین کی من رفتم الوداع خود را بر شاه عرضه کنم اما قدمی تنیلنی مقصودی او القی راسی کفادی ثم یا پای رساندم به مقصود و مراد یا سر بنهم هم‌چو دل از دست آن‌جا و نصیحت برادران او را سود ناداشتن یا عاذل العاشقین دع فة اضلها الله کیف ترشدها الی آخره 
  • Büyük kardeşleri dedi ki: Kardeşlerim beklemeden canım ağzıma geldi.
  • آن بزرگین گفت ای اخوان من  ** ز انتظار آمد به لب این جان من 
  • artık bir şeye aldırış etmiyorum sabrım kalmadı. Bu sabır beni adeta ateşe attı. 4055
  • لا ابالی گشته‌ام صبرم نماند  ** مر مرا این صبر در آتش نشاند 
  • Sabretmeden takatim tak oldu. Başıma gelen şey aşıklara ibret kesildi.
  • طاقت من زین صبوری طاق شد  ** راقعه‌ی من عبرت عشاق شد 
  • Ayrılık yüzünden canıma doydum. Ayrılıkta yaşamak, münafıklıktır.
  • من ز جان سیر آمدم اندر فراق  ** زنده بودن در فراق آمد نفاق 
  • Ayrılığın derdi, niceye bir beni öldürecek? Kes başımı da aşk, bana bir baş bağışlasın.
  • چند درد فرقتش بکشد مرا  ** سر ببر تا عشق سر بخشد مرا 
  • Dinim, aşkla yaşamaktır. Bu canla, bu başla diri kalmak, bunlarla yaşamak benim için ayıptır, ardır.
  • دین من از عشق زنده بودنست  ** زندگی زین جان و سر ننگ منست 
  • Kılıç aşıkın canından tozu, toprağı siler süpürür. Çünkü kılıç, suçları kökünden mahveder. 4060
  • تیغ هست از جان عاشق گردروب  ** زانک سیف افتاد محاء الذنوب 
  • Ey güzel ömürlerdir “Hayatım ölümümdedir” diye aşkının davulunu dövüp durmaktayım.
  • چون غبار تن بشد ماهم بتافت  ** ماه جان من هوای صاف یافت 
  • Beden tozu kalktı mı ayım parlar. Can ayım, saf bir hava bulur.
  • عمرها بر طبل عشقت ای صنم  ** ان فی متی حیاتی می‌زنم 
  • Can, su kuşu olduğunu dava etmede. Artık bela tufanından feryat eder mi hiç?
  • دعوی مرغابی کردست جان  ** کی ز طوفان بلا دارد فغان 
  • Gemi parçalanmış, kaza ne gam? Onun gemisi, suya ayak basıvermektir.
  • بط را ز اشکستن کشتی چه غم  ** کشتی‌اش بر آب بس باشد قدم 
  • Canım ve bedenim, bu dava ile dirildi. Artık ben bu davadan nasıl vazgeçer, nasıl sukut edebilirim? 4065
  • زنده زین دعوی بود جان و تنم  ** من ازین دعوی چگونه تن زنم 
  • Rüya görürüm ama uykuda değil. Dava edip duruyorum ama yalancı değilim.
  • خواب می‌بینم ولی در خواب نه  ** مدعی هستم ولی کذاب نه 
  • Yüz kere kellemi kessen mum gibiyim ben, daha ziyade aydınlanır, etrafı daha aydınlık bir hale getiririm.
  • گر مرا صد بار تو گردن زنی  ** هم‌چو شمعم بر فروزم روشنی 
  • Ateş, önden, arttan bütün harmanı sarsa gece yolcularına ayın harmanı kafidir.
  • آتش ار خرمن بگیرد پیش و پس  ** شب‌روان را خرمن آن ماه بس 
  • Yusuf’u, kardeşlerinin hilesi, Yakub peygamberden gizledi.
  • کرده یوسف را نهان و مختبی  ** حیلت اخوان ز یعقوب نبی 
  • Onu hileyle gizlediler. Fakat gömlek, nihayet gammazlıkta bulundu. 4070
  • خفیه کردندش به حیلت‌سازیی  ** کرد آخر پیرهن غمازیی 
  • İki küçük kardeşi, büyük kardeşlerine öğütlerde bulundular. Dediler ki: Düşeceğin tehlikelerden bihaber olma.
  • آن دو گفتندش نصیحت در سمر  ** که مکن ز اخطار خود را بی‌خبر 
  • Kendine gel, yaralarımıza tuz ekme. Babayiğitlik taslayıp, yahut şüpheye düşüp bu zehri içmeye kalkışma.
  • هین منه بر ریش‌های ما نمک  ** هین مخور این زهر بر جلدی و شک 
  • Her şeyden haberdar olan bir şeyhin tedbirine uymadıkça kalb gözün açık olmadığı halde nasıl yol gidebilirsin?
  • جز به تدبیر یکی شیخی خبیر  ** چون روی چون نبودت قلبی بصیر 
  • Vay o kuşa ki kanadı bitmeden yücelere uçmaya kalkışır da tehlikeye düşer!
  • وای آن مرغی که ناروییده پر  ** بر پرد بر اوج و افتد در خطر 
  • İnsana kol kanat akıldır. Adamın aklı olmazsa kendisine başka bir aklı kılavuz etmesi gerektir. 4075
  • عقل باشد مرد را بال و پری  ** چون ندارد عقل عقل رهبری 
  • Ya üstün ol, ya üstünlüğü ara. Ya görüş sahibi ol, yahut bir görüş sahibi ara.
  • یا مظفر یا مظفرجوی باش  ** یا نظرور یا نظرورجوی باش 
  • Akıl anahtarı olmaksızın bu kapıyı açmaya kalkışmak beyhudedir, doğru değildir. Açılmaz.
  • بی ز مفتاح خرد این قرع باب  ** از هوا باشد نه از روی صواب 
  • Heva ve heves yüzünden bütün bir alemi tuzağa tutulmuş gör. İlaç rengindeki yaralara karmış bil.
  • عالمی در دام می‌بین از هوا  ** وز جراحت‌های هم‌رنگ دوا 
  • Yılan, ölüm gibi göğsünün üstüne dayanıp ayağa kalkmış, ağzına da kuş avlamak için büyük bir yaprak almıştır.
  • مار استادست بر سینه چو مرگ  ** در دهانش بهر صید اشگرف برگ 
  • Otlar arasında o da bir ot gibi boy vermiştir. Kuş, onu bir dal sanır. 4080
  • در حشایش چون حشیشی او بپاست  ** مرغ پندارد که او شاخ گیاست 
  • Yemek için yaprağın üstüne oturdu mu yılanın ve ölümün ağzına düşer.
  • چون نشیند بهر خور بر روی برگ  ** در فتد اندر دهان مار و مرگ 
  • Bir timsah, ağzını açar. Dişlerinin çevresinde uzun, uzun kurtlar vardır.
  • کرده تمساحی دهان خویش باز  ** گرد دندانهاش کرمان دراز 
  • Yediğinin artığından dişlerinin arasında kalanlar kurtlanır, dişlerinin çevresinde kurtlar peydahlanır.
  • از بقیه‌ی خور که در دندانش ماند  ** کرم‌ها رویید و بر دندان نشاند 
  • Kuşcağızlar, kurtları, o rızkı görüp o tabutu otlak sanırlar.
  • مرغکان بینند کرم و قوت را  ** مرج پندارند آن تابوت را 
  • Ağzı, ansızın kuşlarla doldu mu derhal nefesini çeker, ağzını kapar. 4085
  • چون دهان پر شد ز مرغ او ناگهان  ** در کشدشان و فرو بندد دهان 
  • Bu ekmeklerle, azıklarla dolu olan alemi, o timsahın açılmış ağzı bil.
  • این جهان پر ز نقل و پر ز نان  ** چون دهان باز آن تمساح دان 
  • Ey rızık kazanan! Kurt ve yeyim derdine düşüp zaman timsahının hilesinden emin olma.
  • بهر کرم و طعمه ای روزی‌تراش  ** از فن تمساح دهر آمن مباش 
  • Tilki, toprağın altına yayılır, toprağın üstünde de hileli tohumlar vardır.
  • روبه افتد پهن اندر زیر خاک  ** بر سر خاکش حبوب مکرناک 
  • Nihayet bir karga gaflette bulunur, oraya gelir konar. O hilebaz da derhal onun ayağını yakalayıverir.
  • تا بیاید زاغ غافل سوی آن  ** پای او گیرد به مکر آن مکردان 
  • Hayvanlar da yüz binlerce hile varken artık hayvanlardan daha üstün olanda ne hileler bulunur? 4090
  • صدهزاران مکر در حیوان چو هست  ** چون بود مکر بشر کو مهترست 
  • Zeynel-abidin gibi elinde bir Kuran, fakat yeninde kahredici bir hançer!
  • مصحفی در کف چو زین‌العابدین  ** خنجری پر قهر اندر آستین 
  • Sana gelerek efendim der. Fakat gönlünde büyülerle, hilelerle dolu bir Babil var.
  • گویدت خندان کای مولای من  ** در دل او بابلی پر سحر و فن 
  • Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür. Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti olmadıkça yürüme.
  • زهر قاتل صورتش شهدست و شیر  ** هین مرو بی‌صحبت پیر خبیر 
  • Heva ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyadır. Her lezzet , etrafı karanlıklarla çevrilmiş şimşek ışığına benzer.
  • جمله لذات هوا مکرست و زرق  ** سوز و تاریکیست گرد نور برق 
  • Derhal gelip geçen şimşek nuru, yalan ve geçici bir şeydir. Çevresinde karanlıklar var, yolunsa uzaktır senin. 4095
  • برق نور کوته و کذب و مجاز  ** گرد او ظلمات و راه تو دراز 
  • Onun ışığıyla ne bir kitap okuyabilirsin, ne bir konağa at sürebilirsin.
  • نه به نورش نامه توانی خواندن  ** نه به منزل اسپ دانی راندن 
  • Yalnız şimşek ışığına kapıldığının suçu olarak doğu nurları senden yüz çevirir.
  • لیک جرم آنک باشی رهن برق  ** از تو رو اندر کشد انوار شرق