- Ayrılık yüzünden canıma doydum. Ayrılıkta yaşamak, münafıklıktır.
- من ز جان سیر آمدم اندر فراق ** زنده بودن در فراق آمد نفاق
- Ayrılığın derdi, niceye bir beni öldürecek? Kes başımı da aşk, bana bir baş bağışlasın.
- چند درد فرقتش بکشد مرا ** سر ببر تا عشق سر بخشد مرا
- Dinim, aşkla yaşamaktır. Bu canla, bu başla diri kalmak, bunlarla yaşamak benim için ayıptır, ardır.
- دین من از عشق زنده بودنست ** زندگی زین جان و سر ننگ منست
- Kılıç aşıkın canından tozu, toprağı siler süpürür. Çünkü kılıç, suçları kökünden mahveder. 4060
- تیغ هست از جان عاشق گردروب ** زانک سیف افتاد محاء الذنوب
- Ey güzel ömürlerdir “Hayatım ölümümdedir” diye aşkının davulunu dövüp durmaktayım.
- چون غبار تن بشد ماهم بتافت ** ماه جان من هوای صاف یافت
- Beden tozu kalktı mı ayım parlar. Can ayım, saf bir hava bulur.
- عمرها بر طبل عشقت ای صنم ** ان فی متی حیاتی میزنم
- Can, su kuşu olduğunu dava etmede. Artık bela tufanından feryat eder mi hiç?
- دعوی مرغابی کردست جان ** کی ز طوفان بلا دارد فغان
- Gemi parçalanmış, kaza ne gam? Onun gemisi, suya ayak basıvermektir.
- بط را ز اشکستن کشتی چه غم ** کشتیاش بر آب بس باشد قدم
- Canım ve bedenim, bu dava ile dirildi. Artık ben bu davadan nasıl vazgeçer, nasıl sukut edebilirim? 4065
- زنده زین دعوی بود جان و تنم ** من ازین دعوی چگونه تن زنم
- Rüya görürüm ama uykuda değil. Dava edip duruyorum ama yalancı değilim.
- خواب میبینم ولی در خواب نه ** مدعی هستم ولی کذاب نه
- Yüz kere kellemi kessen mum gibiyim ben, daha ziyade aydınlanır, etrafı daha aydınlık bir hale getiririm.
- گر مرا صد بار تو گردن زنی ** همچو شمعم بر فروزم روشنی
- Ateş, önden, arttan bütün harmanı sarsa gece yolcularına ayın harmanı kafidir.
- آتش ار خرمن بگیرد پیش و پس ** شبروان را خرمن آن ماه بس
- Yusuf’u, kardeşlerinin hilesi, Yakub peygamberden gizledi.
- کرده یوسف را نهان و مختبی ** حیلت اخوان ز یعقوب نبی
- Onu hileyle gizlediler. Fakat gömlek, nihayet gammazlıkta bulundu. 4070
- خفیه کردندش به حیلتسازیی ** کرد آخر پیرهن غمازیی
- İki küçük kardeşi, büyük kardeşlerine öğütlerde bulundular. Dediler ki: Düşeceğin tehlikelerden bihaber olma.
- آن دو گفتندش نصیحت در سمر ** که مکن ز اخطار خود را بیخبر
- Kendine gel, yaralarımıza tuz ekme. Babayiğitlik taslayıp, yahut şüpheye düşüp bu zehri içmeye kalkışma.
- هین منه بر ریشهای ما نمک ** هین مخور این زهر بر جلدی و شک
- Her şeyden haberdar olan bir şeyhin tedbirine uymadıkça kalb gözün açık olmadığı halde nasıl yol gidebilirsin?
- جز به تدبیر یکی شیخی خبیر ** چون روی چون نبودت قلبی بصیر
- Vay o kuşa ki kanadı bitmeden yücelere uçmaya kalkışır da tehlikeye düşer!
- وای آن مرغی که ناروییده پر ** بر پرد بر اوج و افتد در خطر
- İnsana kol kanat akıldır. Adamın aklı olmazsa kendisine başka bir aklı kılavuz etmesi gerektir. 4075
- عقل باشد مرد را بال و پری ** چون ندارد عقل عقل رهبری
- Ya üstün ol, ya üstünlüğü ara. Ya görüş sahibi ol, yahut bir görüş sahibi ara.
- یا مظفر یا مظفرجوی باش ** یا نظرور یا نظرورجوی باش
- Akıl anahtarı olmaksızın bu kapıyı açmaya kalkışmak beyhudedir, doğru değildir. Açılmaz.
- بی ز مفتاح خرد این قرع باب ** از هوا باشد نه از روی صواب
- Heva ve heves yüzünden bütün bir alemi tuzağa tutulmuş gör. İlaç rengindeki yaralara karmış bil.
- عالمی در دام میبین از هوا ** وز جراحتهای همرنگ دوا
- Yılan, ölüm gibi göğsünün üstüne dayanıp ayağa kalkmış, ağzına da kuş avlamak için büyük bir yaprak almıştır.
- مار استادست بر سینه چو مرگ ** در دهانش بهر صید اشگرف برگ
- Otlar arasında o da bir ot gibi boy vermiştir. Kuş, onu bir dal sanır. 4080
- در حشایش چون حشیشی او بپاست ** مرغ پندارد که او شاخ گیاست
- Yemek için yaprağın üstüne oturdu mu yılanın ve ölümün ağzına düşer.
- چون نشیند بهر خور بر روی برگ ** در فتد اندر دهان مار و مرگ
- Bir timsah, ağzını açar. Dişlerinin çevresinde uzun, uzun kurtlar vardır.
- کرده تمساحی دهان خویش باز ** گرد دندانهاش کرمان دراز
- Yediğinin artığından dişlerinin arasında kalanlar kurtlanır, dişlerinin çevresinde kurtlar peydahlanır.
- از بقیهی خور که در دندانش ماند ** کرمها رویید و بر دندان نشاند
- Kuşcağızlar, kurtları, o rızkı görüp o tabutu otlak sanırlar.
- مرغکان بینند کرم و قوت را ** مرج پندارند آن تابوت را
- Ağzı, ansızın kuşlarla doldu mu derhal nefesini çeker, ağzını kapar. 4085
- چون دهان پر شد ز مرغ او ناگهان ** در کشدشان و فرو بندد دهان
- Bu ekmeklerle, azıklarla dolu olan alemi, o timsahın açılmış ağzı bil.
- این جهان پر ز نقل و پر ز نان ** چون دهان باز آن تمساح دان
- Ey rızık kazanan! Kurt ve yeyim derdine düşüp zaman timsahının hilesinden emin olma.
- بهر کرم و طعمه ای روزیتراش ** از فن تمساح دهر آمن مباش
- Tilki, toprağın altına yayılır, toprağın üstünde de hileli tohumlar vardır.
- روبه افتد پهن اندر زیر خاک ** بر سر خاکش حبوب مکرناک
- Nihayet bir karga gaflette bulunur, oraya gelir konar. O hilebaz da derhal onun ayağını yakalayıverir.
- تا بیاید زاغ غافل سوی آن ** پای او گیرد به مکر آن مکردان
- Hayvanlar da yüz binlerce hile varken artık hayvanlardan daha üstün olanda ne hileler bulunur? 4090
- صدهزاران مکر در حیوان چو هست ** چون بود مکر بشر کو مهترست
- Zeynel-abidin gibi elinde bir Kuran, fakat yeninde kahredici bir hançer!
- مصحفی در کف چو زینالعابدین ** خنجری پر قهر اندر آستین
- Sana gelerek efendim der. Fakat gönlünde büyülerle, hilelerle dolu bir Babil var.
- گویدت خندان کای مولای من ** در دل او بابلی پر سحر و فن
- Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür. Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti olmadıkça yürüme.
- زهر قاتل صورتش شهدست و شیر ** هین مرو بیصحبت پیر خبیر
- Heva ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyadır. Her lezzet , etrafı karanlıklarla çevrilmiş şimşek ışığına benzer.
- جمله لذات هوا مکرست و زرق ** سوز و تاریکیست گرد نور برق
- Derhal gelip geçen şimşek nuru, yalan ve geçici bir şeydir. Çevresinde karanlıklar var, yolunsa uzaktır senin. 4095
- برق نور کوته و کذب و مجاز ** گرد او ظلمات و راه تو دراز
- Onun ışığıyla ne bir kitap okuyabilirsin, ne bir konağa at sürebilirsin.
- نه به نورش نامه توانی خواندن ** نه به منزل اسپ دانی راندن
- Yalnız şimşek ışığına kapıldığının suçu olarak doğu nurları senden yüz çevirir.
- لیک جرم آنک باشی رهن برق ** از تو رو اندر کشد انوار شرق
- Kılavuz olmadıkça şimşek ışığı, seni geceleyin mil, mil karanlık bir çukura çeker.
- میکشاند مکر برقت بیدلیل ** در مفازهی مظلمی شب میل میل
- Gah, dağa düşersin, gah dereye. Gah bu yana düşersin, gah o yana.
- بر که افتی گاه و در جوی اوفتی ** گه بدین سو گه بدان سوی اوفتی
- Ey mevki arayan, zaten sen kılavuzu görmezsin. Hatta görsen bile ondan yüz çevirirsin. 4100
- خود نبینی تو دلیل ای جاهجو ** ور ببینی رو بگردانی ازو
- Ben bu yolda altmış mil yol yürüdüğüm halde bu kılavuz, hala bana sapık diyor.
- که سفر کردم درین ره شصت میل ** مر مرا گمراه گوید این دلیل
- Bu şaşılacak adamın sözüne kulak asarsam yola yeni baştan başlamam lazım.
- گر نهم من گوش سوی این شگفت ** ز امر او راهم ز سر باید گرفت
- Halbuki ben bu yolda ömrümü harcettim. Ne olursa olsun artık, git oradan dersin.
- من درین ره عمر خود کردم گرو ** هرچه بادا باد ای خواجه برو
- Evet, yol yürüdüm ama şimşeğe benzeyen zannınca. O aştığın yolun onda birini doğuya benzeyen vahyin izine uy da yürü.
- راه کردی لیک در ظن چو برق ** عشر آن ره کن پی وحی چو شرق
- “Zan, doğruyu bilmez” ayetini okuduğun halde öyle bir şimşeğe uydun da doğudan kaldın ha. 4105
- ظن لایغنی من الحق خواندهای ** وز چنان برقی ز شرقی ماندهای
- A köhne adam, ya bizim gemimize gir, yahut o gemiyi bizim gemiye bağla.
- هی در آ در کشتی ما ای نژند ** یا تو آن کشتی برین کشتی ببند