- Otlar arasında o da bir ot gibi boy vermiştir. Kuş, onu bir dal sanır. 4080
- در حشایش چون حشیشی او بپاست ** مرغ پندارد که او شاخ گیاست
- Yemek için yaprağın üstüne oturdu mu yılanın ve ölümün ağzına düşer.
- چون نشیند بهر خور بر روی برگ ** در فتد اندر دهان مار و مرگ
- Bir timsah, ağzını açar. Dişlerinin çevresinde uzun, uzun kurtlar vardır.
- کرده تمساحی دهان خویش باز ** گرد دندانهاش کرمان دراز
- Yediğinin artığından dişlerinin arasında kalanlar kurtlanır, dişlerinin çevresinde kurtlar peydahlanır.
- از بقیهی خور که در دندانش ماند ** کرمها رویید و بر دندان نشاند
- Kuşcağızlar, kurtları, o rızkı görüp o tabutu otlak sanırlar.
- مرغکان بینند کرم و قوت را ** مرج پندارند آن تابوت را
- Ağzı, ansızın kuşlarla doldu mu derhal nefesini çeker, ağzını kapar. 4085
- چون دهان پر شد ز مرغ او ناگهان ** در کشدشان و فرو بندد دهان
- Bu ekmeklerle, azıklarla dolu olan alemi, o timsahın açılmış ağzı bil.
- این جهان پر ز نقل و پر ز نان ** چون دهان باز آن تمساح دان
- Ey rızık kazanan! Kurt ve yeyim derdine düşüp zaman timsahının hilesinden emin olma.
- بهر کرم و طعمه ای روزیتراش ** از فن تمساح دهر آمن مباش
- Tilki, toprağın altına yayılır, toprağın üstünde de hileli tohumlar vardır.
- روبه افتد پهن اندر زیر خاک ** بر سر خاکش حبوب مکرناک
- Nihayet bir karga gaflette bulunur, oraya gelir konar. O hilebaz da derhal onun ayağını yakalayıverir.
- تا بیاید زاغ غافل سوی آن ** پای او گیرد به مکر آن مکردان
- Hayvanlar da yüz binlerce hile varken artık hayvanlardan daha üstün olanda ne hileler bulunur? 4090
- صدهزاران مکر در حیوان چو هست ** چون بود مکر بشر کو مهترست
- Zeynel-abidin gibi elinde bir Kuran, fakat yeninde kahredici bir hançer!
- مصحفی در کف چو زینالعابدین ** خنجری پر قهر اندر آستین
- Sana gelerek efendim der. Fakat gönlünde büyülerle, hilelerle dolu bir Babil var.
- گویدت خندان کای مولای من ** در دل او بابلی پر سحر و فن
- Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür. Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti olmadıkça yürüme.
- زهر قاتل صورتش شهدست و شیر ** هین مرو بیصحبت پیر خبیر
- Heva ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyadır. Her lezzet , etrafı karanlıklarla çevrilmiş şimşek ışığına benzer.
- جمله لذات هوا مکرست و زرق ** سوز و تاریکیست گرد نور برق
- Derhal gelip geçen şimşek nuru, yalan ve geçici bir şeydir. Çevresinde karanlıklar var, yolunsa uzaktır senin. 4095
- برق نور کوته و کذب و مجاز ** گرد او ظلمات و راه تو دراز
- Onun ışığıyla ne bir kitap okuyabilirsin, ne bir konağa at sürebilirsin.
- نه به نورش نامه توانی خواندن ** نه به منزل اسپ دانی راندن
- Yalnız şimşek ışığına kapıldığının suçu olarak doğu nurları senden yüz çevirir.
- لیک جرم آنک باشی رهن برق ** از تو رو اندر کشد انوار شرق
- Kılavuz olmadıkça şimşek ışığı, seni geceleyin mil, mil karanlık bir çukura çeker.
- میکشاند مکر برقت بیدلیل ** در مفازهی مظلمی شب میل میل
- Gah, dağa düşersin, gah dereye. Gah bu yana düşersin, gah o yana.
- بر که افتی گاه و در جوی اوفتی ** گه بدین سو گه بدان سوی اوفتی
- Ey mevki arayan, zaten sen kılavuzu görmezsin. Hatta görsen bile ondan yüz çevirirsin. 4100
- خود نبینی تو دلیل ای جاهجو ** ور ببینی رو بگردانی ازو
- Ben bu yolda altmış mil yol yürüdüğüm halde bu kılavuz, hala bana sapık diyor.
- که سفر کردم درین ره شصت میل ** مر مرا گمراه گوید این دلیل
- Bu şaşılacak adamın sözüne kulak asarsam yola yeni baştan başlamam lazım.
- گر نهم من گوش سوی این شگفت ** ز امر او راهم ز سر باید گرفت
- Halbuki ben bu yolda ömrümü harcettim. Ne olursa olsun artık, git oradan dersin.
- من درین ره عمر خود کردم گرو ** هرچه بادا باد ای خواجه برو
- Evet, yol yürüdüm ama şimşeğe benzeyen zannınca. O aştığın yolun onda birini doğuya benzeyen vahyin izine uy da yürü.
- راه کردی لیک در ظن چو برق ** عشر آن ره کن پی وحی چو شرق
- “Zan, doğruyu bilmez” ayetini okuduğun halde öyle bir şimşeğe uydun da doğudan kaldın ha. 4105
- ظن لایغنی من الحق خواندهای ** وز چنان برقی ز شرقی ماندهای
- A köhne adam, ya bizim gemimize gir, yahut o gemiyi bizim gemiye bağla.
- هی در آ در کشتی ما ای نژند ** یا تو آن کشتی برین کشتی ببند
- Fakat bu söz söylenince duyan der ki: Bu ululuğu nasıl bırakayım, kör gibi sana uyup nasıl gideyim?
- گوید او چون ترک گیرم گیر و دار ** چون روم من در طفیلت کوروار
- Körün kılavuzla gitmesi elbette daha iyidir. Çünkü bundan insana bir ayıp gelirse, öbüründen yüz ayıp gelir.
- کور با رهبر به از تنها یقین ** زان یکی ننگست و صد ننگست ازین
- Pireden adeta akrebe kaçmada, bir ıslaklıktan kaçıp denize dalmadasın sen.
- میگریزی از پشه در کزدمی ** میگریزی در یمی تو از نمی
- Babanın cefalarından kaçıp oğlancıların, kötülüklerin, pisliklerin arasına kaçıyorsun. 4110
- میگریزی از جفاهای پدر ** در میان لوطیان و شور و شر
- Yusuf gibi bir iç sıkıntısı yüzünden gezelim, oynayalım deyip gidiyor, bir kuyuya düşüyorsun.
- میگریزی همچو یوسف ز اندهی ** تا ز نرتع نلعب افتی در چهی
- Bu gezinti yüzünden onun gibi kuyuya düşüyorsun ama nerede onun gibi sana da yar olacak Tanrı inayeti?
- در چه افتی زین تفرج همچو او ** مر ترا لیک آن عنایت یار کو
- Yusuf, o gezintiye babasından izin almadan gitseydi mahşere kadar kuyudan çıkamazdı.
- گر نبودی آن به دستوری پدر ** برنیاوردی ز چه تا حشر سر
- Babası, gönlü olsun diye ona izin verdi. Dedi ki: Mademki gönlün gezmeye akmada. Hadi hayra karşı.
- آن پدر بهر دل او اذن داد ** گفت چون اینست میلت خیر باد
- Hangi kör olursa olsun bir Mesih’ten baş çekerse o çıfıtçasına doğru yoldan kalır. 4115
- هر ضریری کز مسیحی سر کشد ** او جهودانه بماند از رشد
- Görse de gözünün ışıklanması mümkündür. Fakat bu çekinmesi yüzünden büsbütün körleşip kaldı.
- قابل ضو بود اگر چه کور بود ** شد ازین اعراض او کور و کبود
- İsa ona, gel der, bana sarıl. Ey kör, o yüce sürme bendedir.
- گویدش عیسی بزن در من دو دست ** ای عمی کحل عزیزی با منست
- Körsen bile benim mucizemle aydınlığa ulaşır, can Yusuf’unun gömleğine nail olursun.
- از من ار کوری بیابی روشنی ** بر قمیص یوسف جان بر زنی
- Sana o sınıklıktan sonra gelen ululukta devlet vardır. O devlet sana yol gösterir.
- کار و باری کت رسد بعد شکست ** اندر آن اقبال و منهاج رهست
- Eli ayağı olmayan devleti terk et a kart eşek, terk et! 4120
- کار و باری که ندارد پا و سر ** ترک کن هی پیر خر ای پیر خر
- Pirden başka üstat ve başbuğ olmasın. Fakat yaş bakımından pir değil, doğru yol piri.
- غیر پیر استاد و سرلشکر مباد ** پیر گردون نی ولی پیر رشاد
- Karanlığa tapan, pirin emri altına girdi mi aydınlığı görür.
- در زمان چون پیر را شد زیردست ** روشنایی دید آن ظلمتپرست
- Şart, teslim olmaktan ibarettir, uzun işe girişmek değil. Sapıklıkta koşup yelmenin faydası yoktur.
- شرط تسلیم است نه کار دراز ** سود نبود در ضلالت ترکتاز
- Ben bundan böyle esir yolunu aramam. Pir ararım, pir ararım, pir!
- من نجویم زین سپس راه اثیر ** پیر جویم پیر جویم پیر پیر
- Göklerin merdiveni pirdir. Ok, nereden fırlar, havalanır? Yaydan. 4125
- پیر باشد نردبان آسمان ** تیر پران از که گردد از کمان
- O ağır gövdeli Nemrut, İbrahim’in yüzünden gerkes kuşiyle beraber göklere sefer etmedi mi?
- نه ز ابراهیم نمرود گران ** کرد با کرکس سفر بر آسمان
- Bir hayli yücelere çıktı ama herkes bu gökten yukarıya çıkamaz ki.
- از هوا شد سوی بالا او بسی ** لیک بر گردون نپرد کرکسی
- İbrahim ona dedi ki: Ey yolcu er, adamın ben olursam, bana uyarsan, bu sana daha iyidir.
- گفتش ابراهیم ای مرد سفر ** کرکست من باشم اینت خوبتر
- Yücelere çıkmak için beni merdiven edinirsen uçmaksızın gökyüzüne çıkarsın.
- چون ز من سازی به بالا نردبان ** بی پریدن بر روی بر آسمان