English    Türkçe    فارسی   

6
4160-4209

  • Göğüs ateşle dolu bir mangala benziyor. Ekin kemale geldi artık orak zamanı. 4160
  • Gönülde bir sabır vardı, şimdi o da kalmadı. Sabrın yerine aşk gelip oturdu.
  • Aşkın doğduğu gece sabrım öldü. O ölüp gitti. Tanrı sizlere ömür versin.
  • Ey söz söyleyen! Ben söz söylemeden de geçtim, dinlemeden de. Artık soğuk demir döğmeye kalkışma.
  • Hey gidi hey… Ben, baş aşağı gelmişim, ayağımı bırak benim. Nerde benim bedenimin cüzlerinde bir akıllı fikir?
  • Ben deveyim, gücüm yettikçe yük çekerim. Düştüm mü kesilmem daha yeğ. 4165
  • Kesik başlarla dolu yüzlerce hendek olsa benim derdime karşı ancak bir eğlencedir bu.
  • Artık ben heva ve heves davulunu korkumdan kilim altında çalmayacağım.
  • Ben artık sahraya bayrak dikeceğim. Ya başımı vereceğim, ya sevgiliyi göreceğim.
  • O şarabı içmeye layık olmayan boğazın kılıçlarla, hançerlerle kesilmesi daha iyi.
  • Onun vuslatıyla aydınlanmayan gözün, ağarması kör olması daha yeğ. 4170
  • Onun sırrına mahrem olmayan kulağı kökünden kopar. O başta hoş görünmez.
  • O cömertliğe sahip olmayan elin kasap satırıyla kırılması daha hoş.
  • Onun yürüyüşüne can vermeyen, onun nerkis bahçesine canla başla gitmeyen ayak yok mu?
  • O çeşit ayağın bukağıya vurulması daha doğrudur. O çeşit ayak nihayet başa dert olur.
  • Dileğinin Tanrı tarafından kendi vehminde bile olmayan başka bir taraftan ve başka bir iş yüzünden verileceğini bilse bile bir iş için çalışıp çabalayan kişinin yine bütün vehmi ve ümidi, o muayyen yola bağlıdır; o kapının halkasını çalar durur. Fakat ulu Tanrı, o rızkı hiç düşünmediği bir başka kapıdan da verebilir. “Kulu hesaplamadığı yerden rızıklandırır” “Kul tedbirde bulunur, Tanrı takdir eder.” Olabilir ki kul, bir kulluk vehmine düşer, der ki: Ben bu kapının halkasını vuruyorum ama Tanrı, dileğimi başka bir kapıdan da verebilir. Ulu Tanrı, onu bu kapıdan da rızıklandırır, başka kapıdan da. Hasılı bütün bu kapılar, bir konağın kapılarıdır.
  • Ya bu yolda muradıma erişirim, yahut doğan gibi o yoldan döner yine yurduma gelirim. 4175
  • Belki muradıma erişmem sefere bağlıdır. Seferde bulamaz isem belki de oturduğum yerde bulurum.
  • Sevgiliyi öyle bir arayayım ki onu aramaya lüzum olmadığını bilinceye kadar bu aramadan vazgeçmeyeyim.
  • Zamanenin çevresinde dönüp dolaşmadıkça o beraberlik, kulağıma girer mi benim?
  • Uzun ve uzak yerlere düşmeden bu beraberlik sırrını nasıl anlayabilirim?
  • Tanrı, kullarıyla beraber olduğunu anlattı, sonra da bu sırrı gönlün aksetsin, bununla kanaat etmesin, bu sırrı araştırsın diye gönülü mühürledi. 4180
  • Gönül seferlere düştü yollar aştı… Ondan sonra gönüldeki mührü açtı.
  • Hesaptaki iki yanlış gibi hani. O iki yanlıştan sonra hesap aydınlanır, doğrulur ya, tıpkı onun gibi.
  • Fakat seferden sonra der ki: Bu beraberliği bilseydim hiç onu arar mıydım?
  • İyi ama onu anlamak sefere bağlıdır. O anlayış keskin fikirlerle elde edilmez ki.
  • Hani Şeyh’in borcunun verilmesi de o çocuğun ağlamasına bağlıydı ya. 4185
  • Helvacı çocuk, zarı, zarı ağladı da o ulular Şeyhinin borcunu ödediler.
  • Bu manevi hikaye, bundan önce “Mesnevi” içinde söylendi.
  • Ondan başka bir yerden tamah etmeyesin diye bir yerden gönlüne bir korkudur düşer.
  • Fakat bu tamaha bir başka fayda verir; o muradın başka bir kimseden meydana gelir.
  • Ey bir yere sıkıca bağlanan, maksadını oradan uman, o yüce ağaçtan meyve elde edeyim diyen! 4190
  • O maksadın, oradan olmaz da Tanrı onu başka bir yerden verir.
  • Peki… O şeyi sana umduğun taraftan vermeyecekti de neden o tamahı sana verdi?
  • Gönlüne bir hayret gelsin diye; bir hikmet bir kudret göstermek için.
  • Ey fayda dileyen! Muradım acaba nereden meydana gelecek diye gönlün hayran olsun diye.
  • Bu suretle kendi aczini, bilgisizliğini bilirsin de gayba olan inanın büsbütün fazlalaşır. 4195
  • Gönlüm de menfaat gelecek yerde hayrete düşer. Acaba bu tamahtan bu ümitten ne hasıl olacak dersin.
  • Terzilikten rızık umarsın, sağ oldukça terzilikle geçinir giderim dersin.
  • Derken rızkın kuyumculuktan meydana geliverir. Halbuki o vehmine bile gelmemişti senin.
  • Peki, o rızık oradan meydana gelmeyecekti de terziliğe tamahın nedendi?
  • Tanrı bilgisindeki eşsiz, örneksiz bir hikmet yüzündendi. Tanrı, onu ezelde öyle yazmıştı. 4200
  • Düşüncen şaşırsın, bütün hünerin, işin gücün hayranlıktan ibaret olsun diye Tanrı bu hikmeti halk etti.
  • Acaba sevgilinin vuslatına bu çalışmasıyla mı ererim, yoksa bedeni çalışmam olmaksızın başka bir yoldan mı sevgiliye ulaşırım?
  • Maksadıma bu yoldan erişeceğim demem. Yalnız bakalım, isteğim nereden meydana gelecek diye çırpınır dururum;
  • Başı kesilmiş kuş, can bedeninden nerede kurtulacak diye her yana koşar çırpınır , çırpınır ya.
  • Ben de ya bu çıkışla muradıma nail olurum, yahut burçlarla süslü gökteki başka bir burçtan muradıma ererim dersin. 4205
  • Bir adam rüyasında birisini gördü. Gördüğü adam, kendisine “Zengin olmayı istiyorsun ya, bu maksadına Mısır’da erişeceksin. Orada bir define var; filan mahallede filan evde” dedi. Adam, Mısır’a gelince orada birisi, kendisine “Bağdat’ta filan mahallede filan evde bir define var” dedi. Mahallenin ve ev sahibinin adını söyledi. Adam Mısır’a gelmemdeki sebep, bu defineyi evimden başka bir yerde aramamaklığım lazımmış, bunu öğrenmek içinmiş demek. Yoksa bu defineyi, Mısır’da elde edemiyeceğim dedi.
  • Mal ve akara konmuş bir mirasyedi vardı. Konduğu mirasın hepsini yedi, çırçıplak kaldı.
  • Miras malının zaten vefası yoktur. Geçip gider, fayda etmez, geçip gider; sahibi, ondan ayrılıverir.
  • Mirasa konan malın kadrini bilmez çünkü kolay buldu. Dileyip savaşmadı pek o kadar zahmet çekmedi ki.
  • Sana da Tanrı bu canı bedava verdi de o yüzden canının kadrini bilmiyorsun.