Boş ol da Tanrı’nın iki parmağı arasında hoş bir hale gel. Çünkü bütün alem yokluk şarabından sarhoştur.4215
تی شو و خوش باش بین اصبعین ** کز می لا این سرمستست این
O mirasyedinin de azgınlığı gitti, gözlerinden yaş boşandı. Gözyaşları, din mahsulüne su verdi.
رفت طغیان آب از چشمش گشاد ** آب چشمش زرع دین را آب داد
Müminin duasının geç kabul edilmesindeki sebep
سبب تاخیر اجابت دعای مومن
Nice ihlas sahibi vardır ki ağlar, sızlar, dua eder. Duasındaki ihlas dumanı da göğe kadar gider.
ای بسا مخلص که نالد در دعا ** تا رود دود خلوصش بر سما
Suçluların sızlanmasından bir öd ağacı kokusu, bu güzelim gök kubbenin ta yücelerine kadar varır.
تا رود بالای این سقف برین ** بوی مجمر از انین المذنبین
Bunun üzerine melekler Tanrı’ya sızlanmaya başlarlar: Ey her duayı kabul eden, ey sığınılan Tanrı!
پس ملایک با خدا نالند زار ** کای مجیب هر دعا وی مستجار
Mümin kulun yalvarmada. Onun senden başka dayandığı yok.4220
بندهی مومن تضرع میکند ** او نمیداند به جز تو مستند
Sen yabancılara bile ihsanda bulunursun. Her iştah sahibi, dileğini senden diler.
تو عطا بیگانگان را میدهی ** از تو دارد آرزو هر مشتهی
Tanrı buyurur ki: bu onu horlamak için değil. Ona geç ihsan etmem, onun faydasınadır.
حق بفرماید که نه از خواری اوست ** عین تاخیر عطا یاری اوست
İhtiyacı onu gafletten ayılttı, bana çevirdi; saçından tuttu, çeke, çeke benim tarafıma getirdi.
حاجت آوردش ز غفلت سوی من ** آن کشیدش مو کشان در کوی من
Dileğini verirsem yine döner, o oyuncağa kapılır gaflete gark olur gider.
گر بر آرم حاجتش او وا رود ** هم در آن بازیچه مستغرق شود
Gerçi ey sığınılan en düşkünlere yardım eden Tanrı diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp sızlanmada ama ko ağlasın, sızlasın.4225
گرچه مینالد به جان یا مستجار ** دل شکسته سینهخسته گو بزار
Bana onun sesi hoş gelmede. O yarabbi demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor.
خوش همیآید مرا آواز او ** وآن خدایا گفتن و آن راز او
Yalvararak başından geçenleri anlatarak beni her çeşit aldatmada.
وانک اندر لابه و در ماجرا ** میفریباند بهر نوعی مرا
Dudu kuşlarıyla bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar.
طوطیان و بلبلان را از پسند ** از خوش آوازی قفس در میکنند
Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir.
زاغ را و چغد را اندر قفس ** کی کنند این خود نیامد در قصص
Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir delikanlı olsa.4230
پیش شاهد باز چون آید دو تن ** آن یکی کمپیر و دیگر خوشذقن
İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al der, ihtiyara verir.
هر دو نان خواهند او زوتر فطیر ** آرد و کمپیر را گوید که گیر
Öbür boyu boyu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir.
وآن دگر را که خوشستش قد و خد ** کی دهد نان بل به تاخیر افکند
Der ki: bir zamancağız bekle hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar.
گویدش بنشین زمانی بیگزند ** که به خانه نان تازه میپزند
O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi.
چون رسد آن نان گرمش بعد کد ** گویدش بنشین که حلوا میرسد
Böyle , böyle onu geciktirir, oyalar gizli bir yoldan avlamaya başlar. 4235
هم برین فن داردارش میکند ** وز ره پنهان شکارش میکند
Benim seninle bir müddet işim var. Ey dünya güzeli, bekle hele der.
که مرا کاریست با تو یک زمان ** منتظر میباش ای خوب جهان
İşte müminlerin, iyiden, kötüden bir murada hemencecik nail olamamaları iyice bil ki bu yüzdendir.
بیمرادی مومنان از نیک و بد ** تو یقین میدان که بهر این بود
Rüyasında “Mısır’da define var” dedikleri adamın Tanrı tapısında yoksulluktan sızıldanması
رجوع کردن به قصهی آن شخص کی به او گنج نشان دادند به مصر و بیان تضرع او از درویشی به حضرت حق
Mirasyedi, mirası yiyip bitirdi. Yoksullaştı, yarabbi demeye, ağlayıp sızlanmaya başladı.
مرد میراثی چو خورد و شد فقیر ** آمد اندر یا رب و گریه و نفیر
Zaten rahmetler saçan bu kapıyı kim dövdü de Tanrı icabet etmedi; bu kapı açılıp ona yüzlerce bahar saçılmıştı?
خود کی کوبد این در رحمتنثار ** که نیابد در اجابت صد بهار
Rüya gördü bir hatif ona dedi ki: Sen, Mısır’da zengin olacaksın.4240
خواب دید او هاتفی گفت او شنید ** که غنای تو به مصر آید پدید
Yürü Mısır’a git. İşin orada düzelecek. Tanrı niyazını kabul etti. O ricaları kabul eden Tanrıdır.
رو به مصر آنجا شود کار تو راست ** کرد کدیت را قبول او مرتجاست
Falan yerde büyük bir define var. onun için ta Mısır’a kadar gitmen gerek.
در فلان موضع یکی گنجی است زفت ** در پی آن بایدت تا مصر رفت
Ey köhne adam durmadan hemencecik Bağdat’tan kalk, Mısır’a şeker kamışlığına kadar git!
بیدرنگی هین ز بغداد ای نژند ** رو به سوی مصر و منبتگاه قند
Adam, Bağdat’tan kalkıp ta Mısır’a kadar gitti. Mısır’ı görünce sırtı kaşındı.
چون ز بغداد آمد او تا سوی مصر ** گرم شد پشتش چو دید او روی مصر
Sıkıntısını gidermek için hatifin vadine ümitlenerek Mısır’a gitti.4245
بر امید وعدهی هاتف که گنج ** یابد اندر مصر بهر دفع رنج
Hatif, falan mahallede falan yerde gömülü pek nadir, pek değerli bir define var demişti.
در فلان کوی و فلان موضع دفین ** هست گنجی سخت نادر بس گزین
Oraya kadar gitti ama az çok, hiçbir geçinecek parası pulu kalmadı. Halktan dilencilik etmeye niyet etti.
لیک نفقهش بیش و کم چیزی نماند ** خواست دقی بر عوامالناس راند
Fakat yüzü tutmuyor, utanıyordu. Sabretti, üzülüp durdu.
لیک شرم و همتش دامن گرفت ** خویش را در صبر افشردن گرفت
Derken yine açlıktan kıvranmaya başladı. Dilencilikten başka bir çaresi kalmadı.
باز نفسش از مجاعت بر طپید ** ز انتجاع و خواستن چاره ندید
Dedi ki: Geceleyin yavaş, yavaş çıkarım: karanlıktan görünmem de o suretle dilenirim.4250
گفت شب بیرون روم من نرم نرم ** تا ز ظلمت نایدم در کدیه شرم
Gece kuşu gibi geceleri Tanrı’yı zikrederim, elbette bir kapıdan yarım dirhem bir şey elde ederim.
همچو شبکوکی کنم شب ذکر و بانگ ** تا رسد از بامهاام نیم دانگ
Bu düşünceyle dışarı çıkıp mahallelere düştü; bu düşünceyle taraf, taraf gezmeye başladı.
اندرین اندیشه بیرون شد بکوی ** واندرین فکرت همی شد سو به سوی
Bir zaman utangaçlığı, mevkii mani oluyor, bir zaman da açlık, kendisine hadi, iste diyordu.
یک زمان مانع همیشد شرم و جاه ** یک زمانی جوع میگفتش بخواه
Gecenin üçte biri geçinceye kadar isteyeyim mi, yoksa dudaklarım kuru bir halde uyuyayım mı, diye bir ayağını ileri atmada bir ayağını geriye çekmedeydi.
پای پیش و پای پس تا ثلث شب ** که بخواهم یا بخسپم خشکلب
Adam Mısır’a vardı, geceleyin dilenmek üzere sokağa çıktı. Bekçi, adamı tuttu. Adam, bekçiden bir hayli dayak yedikten sonra muradına nail oldu. “Öyle şeyler vardır ki onları hoş görmezsiniz ama size hayırlıdır.” Ulu Tanrı, “Tanrı güçlükten sonra insana kolaylık ihsan eder” ve “Şüphe yok ki güçlükle beraber bir de kolaylık vardır” buyurmuştur. Peygamber aleyhisselam da “Ey eziyet ve zahmet, şiddetlen, açılırsın” demiştir. Bütün Kur’an ve gökten inen kitaplar, bunu anlatır.
رسیدن آن شخص به مصر و شب بیرون آمدن به کوی از بهر شبکوکی و گدایی و گرفتن عسس او را و مراد اوحاصل شدن از عسس بعد از خوردن زخم بسیار و عسی ان تکرهوا شیا و هو خیر لکم و قوله تعالی سیجعل الله بعد عسر یسرا و قوله علیهالسلام اشتدی ازمة تنفرجی و جمیع القرآن و الکتب المنزلة فی تقریر هذا
Ansızın o adamı sokakta bekçi yakaladı. Dayanamadı, bir hayli yumrukladı, sopayla dövdü.4255
ناگهانی خود عسس او را گرفت ** مشت و چوبش زد ز صفرا تا شکفت
O karanlık gecelerde halk, hırsızlardan çok zarar görmüştü.
اتفاقا اندر آن شبهای تار ** دیده بد مردم ز شبدزدان ضرار
Bekçi, o korkunç ve menhus gecelerde hırsızları iyiden iyiye araştırmadaydı.
بود شبهای مخوف و منتحس ** پس به جد میجست دزدان را عسس
Halife, geceleyin kimi sokaklarda dolaşıyor görürseniz benim adamlarından, akrabalarımdan bile olsa yakalayıp elini kesin demişti.
تا خلیفه گفت که ببرید دست ** هر که شب گردد وگر خویش منست
Padişah, bekçiyi iyice tehdit etmiş, neden demişti, hırsızlara böyle merhamet etmektesiniz?
بر عسس کرده ملک تهدید و بیم ** که چرا باشید بر دزدان رحیم
Neden onların yalanlarına kanıyorsunuz, yahut neden onlardan rüşvet alıyorsunuz?4260
عشوهشان را از چه رو باور کنید ** یا چرا زیشان قبول زر کنید
Hırsızlara ve her menhus adama acımak, zayıfları vurmak ve onlara merhamet etmektir.
رحم بر دزدان و هر منحوسدست ** بر ضعیفان ضربت و بیرحمیست
Kendine gel de bu sıkıntı yüzünden öc almadan vazgeçme. O sıkıntıya, o eziyete pek bakma da umumi sıkıntıyı, umumi eziyeti gör.
هین ز رنج خاص مسکل ز انتقام ** رنج او کم بین ببین تو رنج عام
Şerri defetmek için ısırılan parmağı kes at. Bedeninin helak olacağına, zulme uğrayacağına bak.
اصبع ملدوغ بر در دفع شر ** در تعدی و هلاک تن نگر
Tesadüf bu ya; o günlerde hırsızlar pek çoğalmıştı. Pişkin, ham bir çok hırsız belirmişti.
اتفاقا اندر آن ایام دزد ** گشته بود انبوه پخته و خام دزد