- O karanlık gecelerde halk, hırsızlardan çok zarar görmüştü.
- اتفاقا اندر آن شبهای تار ** دیده بد مردم ز شبدزدان ضرار
- Bekçi, o korkunç ve menhus gecelerde hırsızları iyiden iyiye araştırmadaydı.
- بود شبهای مخوف و منتحس ** پس به جد میجست دزدان را عسس
- Halife, geceleyin kimi sokaklarda dolaşıyor görürseniz benim adamlarından, akrabalarımdan bile olsa yakalayıp elini kesin demişti.
- تا خلیفه گفت که ببرید دست ** هر که شب گردد وگر خویش منست
- Padişah, bekçiyi iyice tehdit etmiş, neden demişti, hırsızlara böyle merhamet etmektesiniz?
- بر عسس کرده ملک تهدید و بیم ** که چرا باشید بر دزدان رحیم
- Neden onların yalanlarına kanıyorsunuz, yahut neden onlardan rüşvet alıyorsunuz? 4260
- عشوهشان را از چه رو باور کنید ** یا چرا زیشان قبول زر کنید
- Hırsızlara ve her menhus adama acımak, zayıfları vurmak ve onlara merhamet etmektir.
- رحم بر دزدان و هر منحوسدست ** بر ضعیفان ضربت و بیرحمیست
- Kendine gel de bu sıkıntı yüzünden öc almadan vazgeçme. O sıkıntıya, o eziyete pek bakma da umumi sıkıntıyı, umumi eziyeti gör.
- هین ز رنج خاص مسکل ز انتقام ** رنج او کم بین ببین تو رنج عام
- Şerri defetmek için ısırılan parmağı kes at. Bedeninin helak olacağına, zulme uğrayacağına bak.
- اصبع ملدوغ بر در دفع شر ** در تعدی و هلاک تن نگر
- Tesadüf bu ya; o günlerde hırsızlar pek çoğalmıştı. Pişkin, ham bir çok hırsız belirmişti.
- اتفاقا اندر آن ایام دزد ** گشته بود انبوه پخته و خام دزد
- İşte bekçi, o adamı böyle bir zamanda yakalamış sayısız kötek atmış, sopayla iyice dövmüştü. 4265
- در چنین وقتش بدید و سخت زد ** چوبها و زخمهای بیعدد
- O yoksul dövme doğruyu söyleyeceğim diye bar bar bağırmaya başlamıştı.
- نعره و فریاد زان درویش خاست ** که مزن تا من بگویم حال راست
- Bekçi dedi ki: Peki mühlet verdim, söyle. Neden geceleyin sokağa çıktın?
- گفت اینک دادمت مهلت بگو ** تا به شب چون آمدی بیرون به کو
- Sen buralı değilsin, yabancısın, belli. Doğru söyle, ne hileye çattın bakalım?
- تو نهای زینجا غریب و منکری ** راستی گو تا بچه مکر اندری
- Divan ehli, bekçiyi kınamışlar, neden hırsızlar bu zaman çoğaldılar?
- اهل دیوان بر عسس طعنه زدند ** که چرا دزدان کنون انبه شدند
- Bu çokluk senin ve senin gibilerin yüzünden. Önce çirkin ve pis arkadaşlarını göster. 4270
- انبهی از تست و از امثال تست ** وا نما یاران زشتت را نخست
- Yoksa hepsinin öcünü senden alırız. Bu suretle her mal sahibinin altını da emin olsun demişlerdi.
- ورنه کین جمله را از تو کشم ** تا شود آمن زر هر محتشم
- Adam ağız dolusu yeminlerden sonra ben ne ev yakan birisiyim, ne yankesici.
- گفت او از بعد سوگندان پر ** که نیم من خانهسوز و کیسهبر
- Ben ne hırsızım, ne zalim. Ben Mısır’da garip bir Bağdatlıyım dedi.
- من نه مرد دزدی و بیدادیم ** من غریب مصرم و بغدادیم
- ”Yalan insana şüphe verir, doğruysa inanç” hadisi
- بیان این خبر کی الکذب ریبة والصدق طمانینة
- Rüyasını, rüyada hatifin kendisine bir define haber verdiğini söyledi. Bekçinin gönlü rahatlaştı, adamın doğru söylediğini anladı.
- قصهی آن خواب و گنج زر بگفت ** پس ز صدق او دل آن کس شکفت
- Yemininden doğruluk kokusu gelmekteydi. Sözünden, içinin çörekotu gibi yandığı anlaşılıyordu. 4275
- بوی صدقش آمد از سوگند او ** سوز او پیدا شد و اسپند او
- Gönül doğru sözden huzur ve sükun bulur, susuzun suyla hararetini teskin etmesi gibi.
- دل بیارامد به گفتار صواب ** آنچنان که تشنه آرامد به آب
- Ancak bir illete tutulmuş olan mahcup gönül, doğruyu anlamaz. O, peygamberlerle ahmak bir adamı bile ayırdedemez.
- جز دل محجوب کو را علتیست ** از نبیش تا غبی تمییز نیست
- Yoksa mahallinden kopup gelen o haber, aya bile gelse onu ikiye böler.
- ورنه آن پیغام کز موضع بود ** بر زند بر مه شکافیده شود
- Ay ikiye bölünür de o hicap altında kalmış gönül bölünmez. Çünkü o, sevgili değildir, onu Tanrı reddetmiştir.
- مه شکافد وان دل محجوب نی ** زانک مردودست او محبوب نی
- Bekçinin gözleri yaşardı, bir kaynak oldu adeta. Fakat kuru sözden değil, gönül korkusundan. 4280
- چشمه شد چشم عسس ز اشک مبل ** نی ز گفت خشک بل از بوی دل
- Bir söz cehennemden kopar, adamın dudağına kadar gelir. Bir söz de can şehrinden kopar, dudağa gelir.
- یک سخن از دوزخ آید سوی لب ** یک سخن از شهر جان در کوی لب
- Bu dudak, cana canlar katan denizle, eziyetler, zahmetler denizi arasında bir berzahtır.
- بحر جانافزا و بحر پر حرج ** در میان هر دو بحر این لب مرج
- Şehirlerdeki köylü pazarına benzer adeta. Etraftan alışveriş için hep oraya gelirler.
- چون یپنلو در میان شهرها ** از نواحی آید آنجا بهرها
- Kusurlu kumaşla, adamın kesesini berbadeden kalp akça ve inci gibi değerli ve pahalı kumaş, hep oradadır.
- کالهی معیوب قلب کیسهبر ** کالهی پر سود مستشرف چو در
- Bu köylü pazarından kim, daha ziyade ticaretten anlar, geçer akçayla kalp akçayı görür, tanırsa kar eder. 4285
- زین یپنلو هر که بازرگانترست ** بر سره و بر قلبها دیدهورست
- Köylü pazarı, bu çeşit adama kar yeri olur. Başkasına da körlüğü yüzünden suç ve zarar yeridir.
- شد یپنلو مر ورا دار الرباح ** وآن گر را از عمی دار الجناح
- Alem cüzülerinden her biri, teker teker aptala düğümdür, ustaya düğüm açmak.
- هر یکی ز اجزای عالم یک به یک ** بر غبی بندست و بر استاد فک
- Birine şekerdir, öbürüne zehir. Birine lütuftur, öbürüne kahır.
- بر یکی قندست و بر دیگر چو زهر ** بر یکی لطفست و بر دیگر چو قهر
- Her cansız şey, peygambere hikayeler söyler. Kabe, hacıya tanıklık eder, söz söyler.
- هر جمادی با نبی افسانهگو ** کعبه با حاجی گواه و نطقخو
- Mescit de namaz kılana tanıklık verir, ta uzak yollardan bana gelirdi der. 4290
- بر مصلی مسجد آمد هم گواه ** کو همیآمد به من از دور راه
- Ateş, Halil’e gül ve reyhan kesilir, Nemrud ’a uyanlaraysa ölümdür derttir.
- با خلیل آتش گل و ریحان و ورد ** باز بر نمرودیان مرگست و درد
- A güzelim, bunu defalarca söyledim, fakat söylemeye doyamıyorum ki.
- بارها گفتیم این را ای حسن ** مینگردم از بیانش سیر من
- Solup sararmamak için defalarca ekmek yedin; işte bu hep ekmek… Nasıl olur da usanmazsın?
- بارها خوردی تو نان دفع ذبول ** این همان نانست چون نبوی ملول
- Mizacındaki itidal yüzünden yine acıkırsın. Bu açlıkla da senin hazımsızlığın yanar gider.
- در تو جوعی میرسد تو ز اعتلال ** که همیسوزد ازو تخمه و ملال
- Kimde açlık derdi varsa bedeninin her cüzü, diğer cüzüyle bağdaşır yenileşir. 4295
- هرکه را درد مجاعت نقد شد ** نو شدن با جزو جزوش عقد شد
- Lezzet açlıktan gelir, yeni bir yemekten değil. Açlıkla yenen arpa ekmeği, şekerden lezzetlidir.
- لذت از جوعست نه از نقل نو ** با مجاعت از شکر به نان جو
- O usangaçlık da sözün tekrarından değildir, aç olmadan ve hazımsızlıktandır.
- پس ز بیجوعیست وز تخمهی تمام ** آن ملالت نه ز تکرار کلام
- Dükkandan, baç, ve haraç almadan, dedikodudan halkı aldatmadan usanmazsın.
- چون ز دکان و مکاس و قیل و قال ** در فریب مردمت ناید ملال
- Altmış yıl gıybette bulunsan, insanların etini yesen yine doymazsın.
- چون ز غیبت و اکل لحم مردمان ** شصت سالت سیریی نامد از آن
- Kadınları avlamak için işvelerde bulunursun, defalarca güzel sözler söylersin de yine bir türlü usanç gelmez. 4300
- عشوهها در صید شلهی کفته تو ** بی ملولی بارها خوش گفته تو
- Son söylediğin sözü, ondan öncekinden daha yanarak, daha çevik bir halde ve ilk söylediğinden yüzlerce daha hararetli olarak söylersin.
- بار آخر گوییش سوزان و چست ** گرمتر صد بار از بار نخست
- Dert, eski ilacı yeniler. Dert, her usanmış, bezmiş dalı kırar.
- درد داروی کهن را نو کند ** درد هر شاخ ملولی خو کند
- Eskileri yenileyen kimya, derttir. Nerede dert varsa orada usanç ne gezer?
- کیمیای نو کننده دردهاست ** کو ملولی آن طرف که درد خاست
- Kendine gel de usançtan soğuk soğuk ah etme. Dert ara, dert ara, dert ara dert!
- هین مزن تو از ملولی آه سرد ** درد جو و درد جو و درد درد
- Abes ilaçlar, derde derman aramak için hile düzerler. Yol kesicidirler, baç diye para almaya kalkışırlar. 4305
- خادع دردند درمانهای ژاژ ** رهزنند و زرستانان رسم باژ