English    Türkçe    فارسی   

6
434-483

  • Elbette hâtıra ve düşünce zerreleri, hakikatlar güneşine karşı görünecek.
  • هست ذرات خواطر و افتکار  ** پیش خورشید حقایق آشکار 
  • Bir avcı,kuşlar kendisini ot sansınlar diye otlara,çimenlere bürünmüş,başına da külâh gibi gül ve lâleler koymuştu. Akıllı bir kuş,ben bu çeşit çayır,çimen görmedim,bu insan olsa gerek diye ondan bir koku almıştı ama tam değil .Çünkü bu ilk şüphesi, katî değildi ,ikinci şüphesi daha katî oldu,yani hayır,hayır dedi, herhalde çayır,çimen olmalı.Bu şüphe hırs ve tamahtan gelmişti.Hırs ve tamah hele ihtiyaç ve yoksulluk zamanı pek müşküldür.Peygamber , ” Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu ” demiştir.
  • حکایت آن صیادی کی خویشتن در گیاه پیچیده بود و دسته‌ی گل و لاله را کله‌وار به سر فرو کشیده تا مرغان او را گیاه پندارند و آن مرغ زیرک بوی برد اندکی کی این آدمیست کی برین شکل گیاه ندیدم اما هم تمام بوی نبرد به افسون او مغرور شد زیرا در ادراک اول قاطعی نداشت در ادراک مکر دوم قاطعی داشت و هو الحرص و الطمع لا سیما عند فرط الحاجة و الفقر قال النبی صلی الله علیه و سلم کاد الفقر ان یکون کفرا 
  • Bir kuş, çayırlığa gitti. Orada da av için bir tuzak vardı. 435
  • رفت مرغی در میان مرغزار  ** بود آنجا دام از بهر شکار 
  • Avcı yere birkaç tane saçmış, kendisi de orada pusuya sinmişti.
  • دانه‌ی چندی نهاده بر زمین  ** وآن صیاد آنجا نشسته در کمین 
  • Biçare avı yakalamak için kendisine yaprakları ,otları sarmıştı.
  • خویشتن پیچیده در برگ و گیاه  ** تا در افتد صید بیچاره ز راه 
  • Bir kuşcağız onu tanımayıp geldi, adamın etrafında dönüp dolaştı.
  • مرغک آمد سوی او از ناشناخت  ** پس طوافی کرد و پیش مرد تاخت 
  • Sen kimsin ki dedi, böyle yeşiller giyinmişsin, bu vahşi hayvanlar içinde ovada oturup duruyorsun.
  • گفت او را کیستی تو سبزپوش  ** در بیابان در میان این وحوش 
  • Adam, bir zâhidim dedi, dünyadan elimi ayağımı çektim, burada otlarla kanaat edip gidiyorum. 440
  • گفت مرد زاهدم من منقطع  ** با گیاهی گشتم اینجا مقتنع 
  • Zahitliği kendime yol yordam yaptım. Çünkü ecelimi önümde görmekteyim.
  • زهد و تقوی را گزیدم دین و کیش  ** زانک می‌دیدم اجل را پیش خویش 
  • Komşumun ölümü, bana, vaiz edici yeter. Bu öğüt, benim kazancımı, dükkânımı yıktı mahvetti.
  • مرگ همسایه مرا واعظ شده  ** کسب و دکان مرا برهم زده 
  • Sonunda mademki yapayalnız kalacağım, her kadınla, her erkekle düşüp kalkmaya alışmamak lâzım.
  • چون به آخر فرد خواهم ماندن  ** خو نباید کرد با هر مرد و زن 
  • Mademki sonunda mezara yüz tutacağım, tek Allah’ya alışmam daha iyi.
  • رو بخواهم کرد آخر در لحد  ** آن به آید که کنم خو با احد 
  • Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemi az oynatmam daha doğru. 445
  • چو زنخ را بست خواهند ای صنم  ** آن به آید که زنخ کمتر زنم 
  • Ey altın sırmalı esvaplar giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam, nihayet sana da bir dikilmemiş elbisedir giydirilecek.
  • ای بزربفت و کمر آموخته  ** آخرستت جامه‌ی نادوخته 
  • Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik, geliştik. Neden gönlümüzü vefasızlara verelim?
  • رو به خاک آریم کز وی رسته‌ایم  ** دل چرا در بی‌وفایان بسته‌ایم 
  • Bizim atalarımız akrabalarımız, eskiden beri dört tabiattır. Öyle olduğu halde biz, eğreti akrabalara tamah ettik.
  • جد و خویشانمان قدیمی چار طبع  ** ما به خویشی عاریت بستیم طمع 
  • Yıllardır insanın cismi, unsurlarla görüşmede, konuşmada.
  • سالها هم‌صحبتی و هم‌دمی  ** با عناصر داشت جسم آدمی 
  • Ruhu da, nefislerle akıllardan ama ruh, kendi asıllarını unutmuş. 450
  • روح او خود از نفوس و از عقول  ** روح اصول خویش را کرده نکول 
  • O tertemiz nefislerle akıllardan, cana her an ey vefasız diye mektup gelmede.
  • از عقول و از نفوس پر صفا  ** نامه می‌آید به جان کای بی‌وفا 
  • Beş günlük dostları buldun da eski dostlardan yüz çevirdin.
  • یارکان پنج روزه یافتی  ** رو ز یاران کهن بر تافتی 
  • Çocuklar oyundan hoşlanırlar ama, geceleyin onları çeke çeke evlerine götürürler.
  • کودکان گرچه که در بازی خوشند  ** شب کشانشان سوی خانه می‌کشند 
  • Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını külâhını, ayakkabısını çıkarır atar. Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir.
  • شد برهنه وقت بازی طفل خرد  ** دزد از ناگه قبا و کفش برد 
  • Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külâhı, gömleği aklına bile gelmez. 455
  • آن چنان گرم او به بازی در فتاد  ** کان کلاه و پیرهن رفتش ز یاد 
  • Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz çeviremez.
  • شد شب و بازی او شد بی‌مدد  ** رو ندارد کو سوی خانه رود 
  • Duymadın mı, “Dünya ancak bir oyundan ibarettir” denmiştir. Sense oyuna daldın, elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün.
  • نی شنیدی انما الدنیا لعب  ** باد دادی رخت و گشتی مرتعب 
  • Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü dedikoduyla zayi etme.
  • پیش از آنک شب شود جامه بجو  ** روز را ضایع مکن در گفت و گو 
  • Hâsılı ben de ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm.
  • من به صحرا خلوتی بگزیده‌ام  ** خلق را من دزد جامه دیده‌ام 
  • Ömrün yarısı, sevgili isteğiyle geçti, yarısı düşmanların derdiyle. 460
  • نیم عمر از آرزوی دلستان  ** نیم عمر از غصه‌های دشمنان 
  • O, cüppeyi aldı götürdü, bu, külâhı. Biz de küçücük çocuklar gibi oyuna daldık;
  • جبه را برد آن کله را این ببرد  ** غرق بازی گشته ما چون طفل خرد 
  • Derken ecel gecesi yaklaştı. Artık bırak şu oyunu, yeter dönme oyuna gayrı.
  • نک شبانگاه اجل نزدیک شد  ** خل هذا اللعب به سبک لاتعد 
  • Tövbe atına binde hırsıza yetiş, hırsızdan elbiselerini al, geri dön.
  • هین سوار توبه شود در دزد رس  ** جامه‌ها از دزد بستان باز پس 
  • Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık âlemden ta göğün üstüne kadar sıçrayıp çıkar.
  • مرکب توبه عجاب مرکبست  ** بر فلک تازد به یک لحظه ز پست 
  • Fakat atını da hırsızdan gözet ha. Biliyorsun ya, o, gizlice elbiseni de çaldı. 465
  • لیک مرکب را نگه می‌دار از آن  ** کو بدزدید آن قبایت را نهان 
  • Aman şu atımı gözet de hırsız çalmasın.
  • تا ندزدد مرکبت را نیز هم  ** پاس دار این مرکبت را دم به دم 
  • Hırsızlar,birisinin koçunu çaldılar.Onunla kanaat etmediler de elbisesini çaldılar.
  • حکایت آن شخص کی دزدان قوج او را بدزدیدند و بر آن قناعت نکرد به حیله جامه‌هاش را هم دزدیدند 
  • Birisinin bir koçu vardı. Boynuna bir ip bağlamış, ardından çekip götürüyordu. Bir hırsız geldi, ipini kesip koçu götürdü.
  • آن یکی قج داشت از پس می‌کشید  ** دزد قج را برد حبلش را برید 
  • Adam haberdar olunca, koçu nereye götürdü diye sağa sola koşmaya başladı.
  • چونک آگه شد دوان شد چپ و راست  ** تا بیابد کان قج برده کجاست 
  • Hırsızın bir kuyu başında eyvahlar olsun diye feryadetmekte olduğunu gördü.
  • بر سر چاهی بدید آن دزد را  ** که فغان می‌کرد کای واویلتا 
  • Dedi ki: Üstat, neden feryat ediyorsun? Hırsız, kuyuya altın torbam düştü. 470
  • گفت نالان از چی ای اوستاد  ** گفت همیان زرم در چه فتاد 
  • Çıkarabilirsen sana gönül hoşluğu ile beşte birini veririm.
  • گر توانی در روی بیرون کشی  ** خمس بدهم مر ترا با دلخوشی 
  • Yüz altının beşte birine sahip olursun dedi.Adam, bu tam on koçun değeri.
  • خمس صد دینار بستانی به دست  ** گفت او خود این بهای ده قجست 
  • Bir kapı kapandıysa on kapı açıldı. Bir koç gittiyse Allah, ona karşılık bir deve ihsan etti ,deyip ;
  • گر دری بر بسته شد ده در گشاد  ** گر قجی شد حق عوض اشتر بداد 
  • Elbisesini çıkarttı, kuyuya indi. Hırsız da derhal elbiselerini alıp kaçtı.
  • جامه‌ها بر کند و اندر چاه رفت  ** جامه‌ها را برد هم آن دزد تفت 
  • Yolu köye çıkaracak bir tedbir gerek. Yoksa insana tamah tohumunu getiren tedbire tedbir demezler. 475
  • حازمی باید که ره تا ده برد  ** حزم نبود طمع طاعون آورد 
  • Tamah huyu fitneden ibaret bir hırsızdır ama hayal gibi her an bir surete bürünür.
  • او یکی دزدست فتنه‌سیرتی  ** چون خیال او را بهر دم صورتی 
  • Onun hilesini Allah’dan da başka kimse bilmez.Allah’ya kaç da o alçaktan kurtul!
  • کس نداند مکر او الا خدا  ** در خدا بگریز و وا ره زان دغا 
  • Mustafa aleyhisselâm “İslâmda rahiplik yoktur” buyurmuştur . Bu esasa göre kuşun , avcıyla konuşup,görüşmesi
  • مناظره‌ی مرغ با صیاد در ترهب و در معنی ترهبی کی مصطفی علیه‌السلام نهی کرد از آن امت خود را کی لا رهبانیة فی الاسلام 
  • Kuş dedi ki: Azizim, halvette oturma. Ahmed’in dininde rahiplik iyi değildir.
  • مرغ گفتش خواجه در خلوت مه‌ایست  ** دین احمد را ترهب نیک نیست 
  • Peygamber, rahipliği nehyetti. Sen, nasıl oldu da böyle bid’ate kapıldın.
  • از ترهب نهی کردست آن رسول  ** بدعتی چون در گرفتی ای فضول 
  • Cuma namazını kılmak, namazı cemaatle eda etmek, halka iyilik yapmalarını, Allah buyruklarını tutmalarını emretmek, kötülükte bulunmaktan çekinmek lâzım. 480
  • جمعه شرطست و جماعت در نماز  ** امر معروف و ز منکر احتراز 
  • Kötü huyluların zahmetlerini çekip sabretmek, bulut gibi halka menfaatli olmak gerek.
  • رنج بدخویان کشیدن زیر صبر  ** منفعت دادن به خلقان هم‌چو ابر 
  • “İnsanların hayırlısı halka faydalı olanıdır” babacığım. Taş değilsen taşla toprakla işin ne?
  • خیر ناس آن ینفع الناس ای پدر  ** گر نه سنگی چه حریفی با مدر 
  • Acınmış, Allah rahmetine erişmiş ümmetin arasında ol. Ahmed’in sünnetini bırakma, ona mahkûm et kendini.
  • در میان امت مرحوم باش  ** سنت احمد مهل محکوم باشد