Hakikati tanıyamayanlar, peygamberleri kınadılar da Tanrı, o yüzden onlara lûtufta bulundu, mucizeler verdi.
طعن چون میآمد از هر ناشناخت ** معجزه میداد حق و مینواخت
Firavun'un hilesi, üç yüz kattı. Fakat hepsi de kendisinin aşağılanmasına, kökünün kazınmasına sebeboldu.
مکر آن فرعون سیصد تو بده ** جمله ذل او و قمع او شده
Musa'nın mucizesini bozmak, hiçlemek için iyi, kötü, bütün büyücüleri getirdi.
ساحران آورده حاضر نیک و بد ** تا که جرح معجزهی موسی کند
Bu suretle asa mucizesini bâtıl ve rüsvay etmek, gönüllerdeki itibarını, kökünden söküp çıkarmak diledi.
تا عصا را باطل و رسوا کند ** اعتبارش را ز دلها بر کند
Halbuki o hile, Musa'nın mucizesinin zuhuruna sebeboldu, asanın itibarını bir kat daha artırdı.4355
عین آن مکر آیت موسی شود ** اعتبار آن عصا بالا رود
Musa ile kavmini mahvetmek için Nil kıyısına kadar asker çekti.
لشکر آرد او پگه تا حول نیل ** تا زند بر موسی و قومش سبیل
Halbuki bu, Musa ümmetinin emin olmasına, kendisinin yerin dibine, helak çölüne gitmesine sebeboldu.
آمنی امت موسی شود ** او به تحتالارض و هامون در رود
Firavun, Mısır'da kalsaydı, oraya gelmeseydi Musa kavminin vehmi, nasıl geçerdi?
گر به مصر اندر بدی او نامدی ** وهم از سبطی کجا زایل شدی
Ardlarına düştü, Musa kavmini âdeta eritti, yaktı yandırdı. Tanrı, bu suretle emniyet, bil ki korkudandır dedi.
آمد و در سبط افکند او گداز ** که بدانک امن در خوفست راز
Gizli lütuf ona derler ki hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı, ateş gösterir, halbuki nurdur.4360
آن بود لطف خفی کو را صمد ** نار بنماید خود آن نوری بود
Tanrı' dan çekinen kişiye mükâfatta bulunmak, gizli ve olmayacak bir şey değildir. Sen, hataya düşen büyücülere, hatalarından sonra ettiği lûtfa bak.
نیست مخفی مزد دادن در تقی ** ساحران را اجر بین بعد از خطا
Sevip beslerken vuslata eriştirme, umulmayacak şey değildir. Halbuki o, büyücülerin ellerini, ayaklarını kestirirken onları vuslatına eriştirdi.
نیست مخفی وصل اندر پرورش ** ساحران را وصل داد او در برش
Yürüyen ayakları olan kişinin yürüyüp gezmesi tabiîdir. Sen, büyücülerin ayakları kesildiği halde yürümelerini seyret!
نیست مخفی سیر با پای روا ** ساحران را سیر بین در قطع پا
Arifler, kan denizinden geçip gitmişlerdir de o yüzden daimî bir emniyet içindedirler.
عارفان زانند دایم آمنون ** که گذر کردند از دریای خون
Onların emniyeti, korkunun ta kendisinden meydana gelmiştir. Hâsılı her an da o emniyet, çoğalıp durur.4365
امنشان از عین خوف آمد پدید ** لاجرم باشند هر دم در مزید
Ey temiz adam, korkudan gizlenmiş emniyeti gördün, ümidde gizli korkuyu da gör.
امن دیدی گشته در خوفی خفی ** خوف بین هم در امیدی ای حفی
O Bey, hileye saptı, İsa' yı tutturmak istedi. İsa, evine girdi, yüzünü gizledi.
آن امیر از مکر بر عیسی تند ** عیسی اندر خانه رو پنهان کند
O da taca sahibolmak için eve girdi. Halbuki İsa' ya benzedi, darağacının tacı oldu.
اندر آید تا شود او تاجدار ** خود ز شبه عیسی آید تاجدار
Aman beni asmayın, ben İsa değilim. Ben Yahudilere izi kutlu bir beyim dedi.
هی میآویزید من عیسی نیم ** من امیرم بر جهودان خوشپیم
Onlar, hemen yürüyün, saldırın, İsa'dır bu; bizim elimizden hileye saparak kurtulmak istiyor, tez darağacına çekin dediler.4370
زوترش بردار آویزید کو ** عیسی است از دست ما تخلیطجو
Nice ordu vardır ki bir zafer elde etmek için. yürür. Kendi başını yer, artıklarını başkaları kapışırlar.
چند لشکر میرود تا بر خورد ** برگ او فی گردد و بر سر خورد
چند بازرگان رود بر بوی سود ** عید پندارد بسوزد همچو عود
Dünyada bu çeşit nice aksi şeyler vardır. Adam, onu zehir sanır, halbuki balın ta kendisidir.
چند در عالم بود برعکس این ** زهر پندارد بود آن انگبین
Nice ordular, ölümlerine kaani olurlar, halbuki aydınlıklara ererler, zafer elde ederler.
بس سپه بنهاده دل بر مرگ خویش ** روشنیها و ظفر آید به پیش
Kabe'yi aşağılamak, diriyi ölü gibi yere yıkmak için Ebrehe de fille geldi.4375
ابرهه با پیل بهر ذل بیت ** آمده تا افکند حی را چو میت
Kabe'yi yıkmak, herkesi oradan döndürmek istedi.
تا حریم کعبه را ویران کند ** جمله را زان جای سرگردان کند
Bütün ziyaretçilerin, onun yanma toplanmasını, emrine uymasını, yaptığı kâbeyi kıble edinmesini diledi.
تا همه زوار گرد او تنند ** کعبهی او را همه قبله کنند
Neden benim kâbemi ateşlediler diye Araplardan öcalmak niyetine düştü.
وز عرب کینه کشد اندر گزند ** که چرا در کعبهام آتش زنند
Onun bu savaşı, Kabe'nin yücelmesine, o Tanrı evinin daha ziyade şereflenmesine sebeboldu.
عین سعیش عزت کعبه شده ** موجب اعزاز آن بیت آمده
Mekkelilerin yüceliği birdir, yüz oldu. Kıyamete dek de yücelikleri yürüdü gitti.4380
مکیان را عز یکی بد صد شده ** تا قیامت عزشان ممتد شده
Halbuki Ebrehe de, kâbesi de daha ziyade yerin dibine girdi. Bu nedendir? Kaza ve kederin inayetlerinden.
او و کعبهی او شده مخسوفتر ** از چیست این از عنایات قدر
Yırtıcı bir hayvana benzeyen Ebrehe'nin getirdiği mal ve mülkten de Arap yoksulları, zengin oldular.
از جهاز ابرهه همچون دده ** آن فقیران عرب توانگر شده
O, ordu çektiğini sanıyordu, halbuki Mekkelilere mal mülk ve altın götürmedeydi.
او گمان برده که لشکر میکشید ** بهر اهل بیت او زر میکشید
Kaza ve kaderin bu aksi cilvesinden haberi bile yoktu. Yolda her adımda şatafatını seyredip duruyordu.
اندرین فسخ عزایم وین همم ** در تماشا بود در ره هر قدم
Nihayet adamcağız, evine geldi, defineyi buldu. İşi, Tanrı lûtfiyle düzene girdi.4385
خانه آمد گنج را او باز یافت ** کارش از لطف خدایی ساز یافت
Kardeşleri, ağabeylerine birbiri üstüne öğüt verdiler. Fakat o, bu öğütlere sabredemedi. Deli gibi kendinde olmaksızın onlardan kaçtı, kendisini padişahın tapısına izin istemeden attı. Fakat bu küstahlığından, aldırış etmediğinden değildi, aşkının çokluğundandı.
مکرر کردن برادران پند دادن بزرگین را و تاب ناآوردن او آن پند را و در رمیدن او ازیشان شیدا و بیخود رفتن و خود را در بارگاه پادشاه انداختن بیدستوری خواستن لیک از فرط عشق و محبت نه از گستاخی و لاابالی الی آخره
İki kardeşi dediler ki: Canımızda, gökteki yıldızlar gibi yol gösteren öğütler var.
آن دو گفتندش که اندر جان ما ** هست پاسخها چو نجم اندر سما
Söylemesek oyun, düzgün gelmeyecek. Söylesek gönlün dertlenecek.
گر نگوییم آن نیاید راست نرد ** ور بگوییم آن دلت آید به درد
Söyleme yüzünden sudaki kurbağa gibi elemlere düştük. Susma yüzünden de dertleniyor, âdeta boğuluyoruz.
همچو چغزیم اندر آب از گفت الم ** وز خموشی اختناقست و سقم
Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
گر نگوییم آتشی را نور نیست ** ور بگوییم آن سخن دستور نیست
Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de.4390
در زمان برجست کای خویشان وداع ** انما الدنیا و ما فیها متاع
Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
پس برون جست او چو تیری از کمان ** که مجال گفت کم بود آن زمان
Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
اندر آمد مست پیش شاه چین ** زود مستانه ببوسید او زمین
Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
شاه را مکشوف یک یک حالشان ** اول و آخر غم و زلزالشان
Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
میش مشغولست در مرعای خویش ** لیک چوپان واقفست از حال میش
"Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır.4395
کلکم راع بداند از رمه ** کی علفخوارست و کی در ملحمه
Görünüşte sürüden uzaktadır ama tef gibi düğünün içindedir.
گرچه در صورت از آن صف دور بود ** لیک چون دف در میان سور بود
Onların yanışından, alevinden haberdardır. Yalnız öylece durması lâzımdır da onun için aldırmaz gibi görünür.
واقف از سوز و لهیب آن وفود ** مصلحت آن بد که خشک آورده بود
O yüce padişah da onların içindeydi âdeta. Fakat mahsustan kendisini bilmiyor göstermekteydi.
در میان جانشان بود آن سمی ** لک قاصد کرده خود را اعجمی