English    Türkçe    فارسی   

6
4420-4469

  • Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır. 4420
  • خاصه خرقه‌ی ملک دنیا کابترست  ** پنج دانگ مستیش درد سرست 
  • Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
  • ملک دنیا تن‌پرستان را حلال  ** ما غلام ملک عشق بی‌زوال 
  • Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
  • عامل عشقست معزولش مکن  ** جز به عشق خویش مشغولش مکن 
  • Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
  • منصبی کانم ز ریت محجبست  ** عین معزولیست و نامش منصبست 
  • Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
  • موجب تاخیر اینجا آمدن  ** فقد استعداد بود و ضعف فن 
  • Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın. 4425
  • بی ز استعداد در کانی روی  ** بر یکی حبه نگردی محتوی 
  • Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?
  • هم‌چو عنینی که بکری را خرد  ** گرچه سیمین‌بر بود کی بر خورد 
  • Zeytinyağı ve fitili konmamış kandil, ne çok bir aydınlık verir, ne az!
  • چون چراغی بی ز زیت و بی فتیل  ** نه کثیرستش ز شمع و نه قلیل 
  • Burnu koku almıyan biri, gül bahçesine girse o güzel kokulardan bir neşe almaz ki.
  • در گلستان اندر آید اخشمی  ** کی شود مغزش ز ریحان خرمی 
  • Bu iş, bir namussuzun önündeki güzele, bir sağırın yanında çalınan cenk ve barbet sesine benzer.
  • هم‌چو خوبی دلبری مهمان غر  ** بانگ چنگ و بربطی در پیش کر 
  • Karada yaşayan kuş, denize dalsa helak olmadan başka eline ne geçer? 4430
  • هم‌چو مرغ خاک که آید در بحار  ** زان چه یابد جز هلاک و جز خسار 
  • Buğdayı olmaksızın değirmene gidenin ancak saçı, sakalı ağarır, başka bir şey elde edemez.
  • هم‌چو بی‌گندم شده در آسیا  ** جز سپیدی ریش و مو نبود عطا 
  • Felek değirmeni, buğdayı olmayanların saçını, sakalını ağartır, kendilerini zayıflatır.
  • آسیای چرخ بر بی‌گندمان  ** موسپیدی بخشد و ضعف میان 
  • Fakat biz, bu değirmene buğdayımızla geldik. Bu değirmen, bize mal mülk bağışlar, iş güç verir.
  • لیک با باگندمان این آسیا  ** ملک‌بخش آمد دهد کار و کیا 
  • Önce cennete girmeye istidat gerek ki cennetten bir dirlik elde edesin.
  • اول استعداد جنت بایدت  ** تا ز جنت زندگانی زایدت 
  • Yeni doğmuş çocuk, şaraptan, kebaptan, köşklerden, kubbelerden ne anlar? 4435
  • طفل نو را از شراب و از کباب  ** چه حلاوت وز قصور و از قباب 
  • Bu örneğin sonu gelmez, sözü kısa kes. Yürü, istidat elde etmeye çalış.
  • حد ندارد این مثل کم جو سخن  ** تو برو تحصیل استعداد کن 
  • İşte bu delikanlı da istidat sahibi olmak için şimdiye kadar oturdu. İştiyakı hadden aştı, fakat istidat sahibi olamadı.
  • بهر استعداد تا اکنون نشست  ** شوق از حد رفت و آن نامد به دست 
  • İstidat da padişahtan elde edilir. Can olmadıkça bedende istidat mı olur dedi.
  • گفت استعداد هم از شه رسد  ** بی ز جان کی مستعد گردد جسد 
  • Padişahın lûtufları, onun gamını dürdü. Kendisi avlandı hâsılı, belki padişahı da avlar.
  • لطف‌های شه غمش را در نوشت  ** شد که صید شه کند او صید گشت 
  • Aşikâr olarak senin gibi avlanan avı tutamadan av olur, bağlanır, bağlara giriftar olur gider. 4440
  • هر که در اشکار چون تو صید شد  ** صید را ناکرده قید او قید شد 
  • Kim beylik ararsa o beyliği elde edemeden mutlaka tutsak olur.
  • هرکه جویای امیری شد یقین  ** پیش از آن او در اسیری شد رهین 
  • Cihan dibacesini aksine bil. Her kulun adını âlem padişahı tak.
  • عکس می‌دان نقش دیباجه‌ی جهان  ** نام هر بنده‌ی جهان خواجه‌ی جهان 
  • Ey aksine gidişli ve ters düşünceli beden! Yüz binlerce hürü esir etmişsin.
  • ای تن کژ فکرت معکوس‌رو  ** صد هزار آزاد را کرده گرو 
  • Bir zamancağız şu hileyi, düzeni bırak da ölümden önce birkaç solukluk zaman da hür yaşa.
  • مدتی بگذار این حیلت پزی  ** چند دم پیش از اجل آزاد زی 
  • Sana eşek gibi, hürlükte yol yoksa kova gibi ancak kuyunun içine dalar çıkarsın. 4445
  • ور در آزادیت چون خر راه نیست  ** هم‌چو دلوت سیر جز در چاه نیست 
  • Bir zamancağız kendi canını terket, yürü, kendine benden başka bir yardak ara.
  • مدتی رو ترک جان من بگو  ** رو حریف دیگری جز من بجو 
  • Benim nöbetim geldi, artık beni azadet; benden başkasını kendine damat edin!
  • نوبت من شد مرا آزاد کن  ** دیگری را غیر من داماد کن 
  • Ey yüz türlü işe girişen beden, beni bırak. Ömrümü zâyettin, artık benden başka birini ara.
  • ای تن صدکاره ترک من بگو  ** عمر من بردی کسی دیگر بجو 
  • Kadının, Cuha' nın karısına kapılması, sandıkta kalması, kadı naibinin, sandığı satın alması. Ertesi yılı yine Cuha' nın karısının bıldır elde ettiği parayı umarak kadıya başvurması, kadının, "Beni azadet, başkasını ara" demesi
  • مفتون شدن قاضی بر زن جوحی و در صندوق ماندن و نایب قاضی صندوق را خریدن باز سال دوم آمدن زن جوحی بر امید بازی پارینه و گفتن قاضی کی مرا آزاد کن و کسی دیگر را بجوی الی آخر القصه 
  • Cuha, her yıl yoksulluktan hileye baş vurur, karısına yüz tutar, ey güzelim derdi,
  • جوحی هر سالی ز درویشی به فن  ** رو بزن کردی کای دلخواه زن 
  • Mademki silâhın var, yürü avlan da avından süt sağalım. 4450
  • چون سلاحت هست رو صیدی بگیر  ** تا بدوشانیم از صید تو شیر 
  • Tanrı, sana yay gibi kaşlar, ok gibi bakış vermiş. Bunları, adam avlamaktan başka ne için verdi?
  • قوس ابرو تیر غمزه دام کید  ** بهر چه دادت خدا از بهر صید 
  • Yürü, bir yüce kuş için tuzak kur. Taneyi göster, fakat sakın sen yenme ha!
  • رو پی مرغی شگرفی دام نه  ** دانه بنما لیک در خوردش مده 
  • Onu, muradına eriştirecekmişin gibi görün ağzının tadını boz. Tuzağa tutulan kuş, hiç tane yer mi?
  • کام بنما و کن او را تلخ‌کام  ** کی خورد دانه چو شد در حبس دام 
  • Hâsılı Cuha'nın karısı, gönlünü on türlü emele veren kocamdan şikâyetçiyim diye kadının tapısına vardı.
  • شد زن او نزد قاضی در گله  ** که مرا افغان ز شوی ده‌دله 
  • Hikâyeyi kısa kes. Kadı, o güzelin yüzüne, gözüne kapıldı, avlandı. 4455
  • قصه کوته کن که قاضی شد شکار  ** از مقال و از جمال آن نگار 
  • Dedi ki: Mahkemede bir gürültü varken şikâyetini dinleyemiyor, anlayamıyorum.
  • گفت اندر محکمه‌ست این غلغله  ** من نتوانم فهم کردن این گله 
  • Ey selvi boylu! Yalnızca gelirsen kocanın sitemlerini iyice söyle, şikâyette bulunursun.
  • گر به خلوت آیی ای سرو سهی  ** از ستم‌کاری شو شرحم دهی 
  • Kadın dedi ki: Senin evine iyi kötü herkes, derdini dökmeye, şikâyetini anlatmaya gelip gider.
  • گفت خانه‌ی تو ز هر نیک و بدی  ** باشد از بهر گله آمد شدی 
  • Baş evi de sevdalarla doludur. Nitekim vesveselerle dolu olan gönül kavgalarla dopdoludur.
  • خانه‌ی سر جمله پر سودا بود  ** صدر پر وسواس و پر غوغا بود 
  • Geri kalan uzuvlar, düşünceye düşmez, rahattır. Fakat gönüller, gelip gidenlerin yüzünden yorulur, yıpranır. 4460
  • باقی اعضا ز فکر آسوده‌اند  ** وآن صدور از صادران فرسوده‌اند 
  • Tanrı korkusunun gözüne, yeline kaç. O bıldırki çiçekleri dök.
  • در خزان و باد خوف حق گریز  ** آن شقایق‌های پارین را بریز 
  • Bu çiçekler, yeni çiçeklerin bitmesine mâni olmaktadır. Halbuki gönül ağacı, onlar için yetişmiş, boy atmıştır.
  • این شقایق منع نو اشکوفه‌هاست  ** که درخت دل برای آن نماست 
  • Kendini bu düşüncelere verme, uykuya dal. Uyku içindeyken uyanıklığa baş kaldır.
  • خویش را در خواب کن زین افتکار  ** سر ز زیر خواب در یقظت بر آر 
  • Hani o Ashabı kehif gibi sen de uyanık yürü, seni uyuyor sansınlar.
  • هم‌چو آن اصحاب کهف ای خواجه زود  ** رو به ایقاظا که تحسبهم رقود 
  • Kadı, peki güzelim dedi, ne yapalım? Kadın dedi ki: Bu cariyenin evi tamamiyle bomboş. 4465
  • گفت قاضی ای صنم معمول چیست  ** گفت خانه‌ی این کنیزک بس تهیست 
  • Düşman, köye gitti, bekçi de yok. Halvet olmak için pek güzel bir yurt.
  • خصم در ده رفت و حارس نیز نیست  ** بهر خلوت سخت نیکو مسکنیست 
  • Mümkünse bu gece oraya gel. Geceleyin görülen işte ne düzen vardır, ne riya.
  • امشب ار امکان بود آنجا بیا  ** کار شب بی سمعه است و بی‌ریا 
  • Bütün gözetleyenler, uyku şarabiyle sarhoştur. Gece Zencisi, hepsinin boynunu vurmuştur.
  • جمله جاسوسان ز خمر خواب مست  ** زنگی شب جمله را گردن زدست 
  • Hâsılı o şeker dudaklı, o canım dudaklariyle kadıya şaşırtıcı afsunlar okudu.
  • خواند بر قاضی فسون‌های عجب  ** آن شکرلب وانگهانی از چه لب