- Kadının hilesine son yoktur. Gece oldu. Akıllı kadı, kadına kavuşmak için yavaş yavaş kalktı, yola düştü. 4475
- مکر زن پایان ندارد رفت شب ** قاضی زیرک سوی زن بهر دب
- Kadın iki mum yaktı. Yemek ve çerez hazırlamıştı. Kadı gelince biz aslen dedi, içmeden sarhoşuz.
- زن دو شمع و نقل مجلس راست کرد ** گفت ما مستیم بی این آبخورد
- Tam bu sırada Cuha gelip kapıyı döğmeye başladı. Kadı, yerinden sıçradı, bir kaçacak yer aramaya koyuldu.
- اندر آن دم جوحی آمد در بزد ** جست قاضی مهربی تا در خزد
- Ortada bir sandıktan başka kaçacak yer yoktu. Hemen korkusundan sandığın içine girdi.
- غیر صندوقی ندید او خلوتی ** رفت در صندوق از خوف آن فتی
- Derken Cuha eve girdi. Başladı söylenmeye: A kadın, a yazın da bana vebal olan, kışın da.
- اندر آمد جوحی و گفت ای حریف ** اتی وبالم در ربیع و در خریف
- Neyim var da sana feda etmiyorum? Neden benim elimden her an öyle feryadedip durmadasın? 4480
- من چه دارم که فداات نیست آن ** که ز من فریاد داری هر زمان
- Bana kötü kötü sözler söylemede, gah müflis, gah kaltaban demedesin.
- بر لب خشکم گشادستی زبان ** گاه مفلس خوانیم گه قلتبان
- Benim olsa olsa iki derdim var: Biri senden, biri Tanrı'dan!
- این دو علت گر بود ای جان مرا ** آن یکی از تست و دیگر از خدا
- Töhmet atılacak, şüphe uyandıracak bir şu sandıktan başka neyim var ki?
- من چه دارم غیر آن صندوق که آن ** هست مایهی تهمت و پایهی گمان
- Halk da içinde altınım var sanıyor, hakkımda böyle şüphelere düşüyor.
- خلق پندارند زر دارم درون ** داد واگیرند از من زین ظنون
- Sandık, görünüşte pek güzel ama içinde ne kumaş var, ne altın, ne gümüş... Bomboş! 4485
- صورت صندوق بس زیباست لیک ** از عروض و سیم و ز خالیست نیک
- Hani güzel ve vekarlı riyakârın bedeni gibi. O sepette ancak yılan vardır, başka bir şey bulamazsın.
- چون تن زراق خوب و با وقار ** اندر آن سله نیابی غیر مار
- Yarın şu sandığı alıp götüreyim de çarşı ortasında yakayım.
- من برم صندوق را فردا به کو ** پس بسوزم در میان چارسو
- Mümin de görsün, kâfir de, çıfıt da.. Bu sandıkta lanetten başka bir şey yok!
- تا ببیند مومن و گبر و جهود ** که درین صندوق جز لعنت نبود
- Kadın, adam dedi, vazgeç bundan. Cuha, Vallahi vazgeçmem, yapacağım diye yeminler etti.
- گفت زن هی در گذر ای مرد ازین ** خورد سوگندان که نکنم جز چنین
- Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi. 4490
- از پگه حمال آورد او چو باد ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد
- Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
- اندر آن صندوق قاضی از نکال ** بانگ میزد که ای حمال و ای حمال
- Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
- کرد آن حمال راست و چپ نظر ** کز چه سو در میرسد بانک و خبر
- Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
- هاتفست این داعی من ای عجب ** یا پریام میکند پنهان طلب
- O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
- چون پیاپی گشت آن آواز و بیش ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش
- Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli. 4495
- عاقبت دانست کان بانگ و فغان ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان
- Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
- عاشقی کو در غم معشوق رفت ** گر چه بیرونست در صندوق رفت
- Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
- عمر در صندوق برد از اندهان ** جز که صندوقی نبیند از جهان
- Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
- آن سری که نیست فوق آسمان ** از هوس او را در آن صندوق دان
- Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
- چون ز صندوق بدن بیرون رود ** او ز گوری سوی گوری میشود
- Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren! 4500
- این سخن پایان ندارد قاضیش ** گفت ای حمال و ای صندوقکش
- Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
- از من آگه کن درون محکمه ** نایبم را زودتر با این همه
- Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
- تا خرد این را به زر زین بیخرد ** همچنین بسته به خانهی ما برد
- Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
- ای خدا بگمار قومی روحمند ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند
- Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
- خلق را از بند صندوق فسون ** کی خرد جز انبیا و مرسلون
- Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
- از هزاران یک کسی خوشمنظرست ** که بداند کو به صندوق اندرست
- O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
- او جهان را دیده باشد پیش از آن ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان
- Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
- زین سبب که علم ضالهی مومنست ** عارف ضالهی خودست و موقنست
- Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
- آنک هرگز روز نیکو خود ندید ** او درین ادبار کی خواهد طپید
- Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
- یا به طفلی در اسیری اوفتاد ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد
- Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır. 4510
- ذوق آزادی ندیده جان او ** هست صندوق صور میدان او
- Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
- دایما محبوس عقلش در صور ** از قفس اندر قفس دارد گذر
- Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
- منفذش نه از قفس سوی علا ** در قفسها میرود از جا به جا
- Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
- در نبی ان استطعتم فانفذوا ** این سخن با جن و انس آمد ز هو
- Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
- گفت منفذ نیست از گردونتان ** جز به سلطان و به وحی آسمان
- Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur. 4515
- گر ز صندوقی به صندوقی رود ** او سمایی نیست صندوقی بود
- Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.
- فرجه صندوق نو نو مسکرست ** در نیابد کو به صندوق اندرست
- Bu sandıklara kapılmazsa o vakit kadı gibi kurtulmayı aramaya başlar.
- گر نشد غره بدین صندوقها ** همچو قاضی جوید اطلاق و رها
- Bu nişaneyi bilen, sandıkta olduğunu anlar, korkusuz ve feryatsız durmaz.
- آنک داند این نشانش آن شناس ** کو نباشد بیفغان و بیهراس
- Kadı gibi boyuna titrer, canı, bir an olsun nerden neşelenecek? Hep onu özler.
- همچو قاضی باشد او در ارتعاد ** کی برآید یک دمی از جانش شاد
- Kadı naibinin pazara gelerek Cuha' dan sandığı satın alması
- آمدن نایب قاضی میان بازار و خریداری کردن صندوق را از جوحی الی آخره
- Naip gelip bu sandık kaça? dedi. Cuha, dokuz yüz altından fazla veriyorlar. 4520
- نایب آمد گفت صندوقت به چند ** گفت نهصد بیشتر زر میدهند
- Fakat ben binden aşağı veremem. Alacaksan aç bak, paranı ortaya dök dedi.
- من نمیآیم فروتر از هزار ** گر خریداری گشا کیسه بیار
- Naip, ey hırkası kısa, utan, sandığın değeri meydanda dedi.
- گفت شرمی دار ای کوتهنمد ** قیمت صندوق خود پیدا بود
- Cuha, hayır dedi. Görmeden alım satım, şer'î değildir. Malımızı kilim altında satmamız doğru değil.
- گفت بیریت شری خود فاسدیست ** بیع ما زیر گلیم این راست نیست
- Açayım, bir bak, gör. Değmezse satın alma. Sana da ziyan olmasın babacığım.
- بر گشایم گر نمیارزد مخر ** تا نباشد بر تو حیفی ای پدر