- Sandık, görünüşte pek güzel ama içinde ne kumaş var, ne altın, ne gümüş... Bomboş! 4485
- صورت صندوق بس زیباست لیک ** از عروض و سیم و ز خالیست نیک
- Hani güzel ve vekarlı riyakârın bedeni gibi. O sepette ancak yılan vardır, başka bir şey bulamazsın.
- چون تن زراق خوب و با وقار ** اندر آن سله نیابی غیر مار
- Yarın şu sandığı alıp götüreyim de çarşı ortasında yakayım.
- من برم صندوق را فردا به کو ** پس بسوزم در میان چارسو
- Mümin de görsün, kâfir de, çıfıt da.. Bu sandıkta lanetten başka bir şey yok!
- تا ببیند مومن و گبر و جهود ** که درین صندوق جز لعنت نبود
- Kadın, adam dedi, vazgeç bundan. Cuha, Vallahi vazgeçmem, yapacağım diye yeminler etti.
- گفت زن هی در گذر ای مرد ازین ** خورد سوگندان که نکنم جز چنین
- Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi. 4490
- از پگه حمال آورد او چو باد ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد
- Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
- اندر آن صندوق قاضی از نکال ** بانگ میزد که ای حمال و ای حمال
- Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
- کرد آن حمال راست و چپ نظر ** کز چه سو در میرسد بانک و خبر
- Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
- هاتفست این داعی من ای عجب ** یا پریام میکند پنهان طلب
- O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
- چون پیاپی گشت آن آواز و بیش ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش
- Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli. 4495
- عاقبت دانست کان بانگ و فغان ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان
- Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
- عاشقی کو در غم معشوق رفت ** گر چه بیرونست در صندوق رفت
- Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
- عمر در صندوق برد از اندهان ** جز که صندوقی نبیند از جهان
- Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
- آن سری که نیست فوق آسمان ** از هوس او را در آن صندوق دان
- Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
- چون ز صندوق بدن بیرون رود ** او ز گوری سوی گوری میشود
- Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren! 4500
- این سخن پایان ندارد قاضیش ** گفت ای حمال و ای صندوقکش
- Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
- از من آگه کن درون محکمه ** نایبم را زودتر با این همه
- Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
- تا خرد این را به زر زین بیخرد ** همچنین بسته به خانهی ما برد
- Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
- ای خدا بگمار قومی روحمند ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند
- Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
- خلق را از بند صندوق فسون ** کی خرد جز انبیا و مرسلون
- Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
- از هزاران یک کسی خوشمنظرست ** که بداند کو به صندوق اندرست
- O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
- او جهان را دیده باشد پیش از آن ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان
- Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
- زین سبب که علم ضالهی مومنست ** عارف ضالهی خودست و موقنست
- Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
- آنک هرگز روز نیکو خود ندید ** او درین ادبار کی خواهد طپید
- Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
- یا به طفلی در اسیری اوفتاد ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد
- Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır. 4510
- ذوق آزادی ندیده جان او ** هست صندوق صور میدان او
- Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
- دایما محبوس عقلش در صور ** از قفس اندر قفس دارد گذر
- Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
- منفذش نه از قفس سوی علا ** در قفسها میرود از جا به جا
- Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
- در نبی ان استطعتم فانفذوا ** این سخن با جن و انس آمد ز هو
- Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
- گفت منفذ نیست از گردونتان ** جز به سلطان و به وحی آسمان
- Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur. 4515
- گر ز صندوقی به صندوقی رود ** او سمایی نیست صندوقی بود
- Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.
- فرجه صندوق نو نو مسکرست ** در نیابد کو به صندوق اندرست
- Bu sandıklara kapılmazsa o vakit kadı gibi kurtulmayı aramaya başlar.
- گر نشد غره بدین صندوقها ** همچو قاضی جوید اطلاق و رها
- Bu nişaneyi bilen, sandıkta olduğunu anlar, korkusuz ve feryatsız durmaz.
- آنک داند این نشانش آن شناس ** کو نباشد بیفغان و بیهراس
- Kadı gibi boyuna titrer, canı, bir an olsun nerden neşelenecek? Hep onu özler.
- همچو قاضی باشد او در ارتعاد ** کی برآید یک دمی از جانش شاد
- Kadı naibinin pazara gelerek Cuha' dan sandığı satın alması
- آمدن نایب قاضی میان بازار و خریداری کردن صندوق را از جوحی الی آخره
- Naip gelip bu sandık kaça? dedi. Cuha, dokuz yüz altından fazla veriyorlar. 4520
- نایب آمد گفت صندوقت به چند ** گفت نهصد بیشتر زر میدهند
- Fakat ben binden aşağı veremem. Alacaksan aç bak, paranı ortaya dök dedi.
- من نمیآیم فروتر از هزار ** گر خریداری گشا کیسه بیار
- Naip, ey hırkası kısa, utan, sandığın değeri meydanda dedi.
- گفت شرمی دار ای کوتهنمد ** قیمت صندوق خود پیدا بود
- Cuha, hayır dedi. Görmeden alım satım, şer'î değildir. Malımızı kilim altında satmamız doğru değil.
- گفت بیریت شری خود فاسدیست ** بیع ما زیر گلیم این راست نیست
- Açayım, bir bak, gör. Değmezse satın alma. Sana da ziyan olmasın babacığım.
- بر گشایم گر نمیارزد مخر ** تا نباشد بر تو حیفی ای پدر
- Naip ey sırları örten dedi, sırrı açma. Benimle uyuş. Ben bunu böyle kapalı olarak alacağım. 4525
- گفت ای ستار بر مگشای راز ** سرببسته میخرم با من بساز
- Ört de senin ayıbını da örtsünler. Kendine emin olmadıkça kimseye gülme.
- ستر کن تا بر تو ستاری کنند ** تا نبینی آمنی بر کس مخند
- Niceleri bu sandıkta senin gibi kalmış, kendisini belâlara uğratmıştır.
- بس درین صندوق چون تو ماندهاند ** خوش را اندر بلا بنشاندهاند
- Kendine yapılmasını istediğin şeyi âleme yap, ister eziyet olsun, ister zarar.
- آنچ بر تو خواه آن باشد پسند ** بر دگر کس آن کن از رنج و گزند
- Çünkü Tanrı, gözetleme yerindedir, pusudadır. Kıyamet gününden önce herkesin lâyığını verir.
- زانک بر مرصاد حق واندر کمین ** میدهد پاداش پیش از یوم دین
- Onun arşı pek büyüktür, onun arşı her şeyi kaplamıştır. İhsanının tahtı, bütün canlara yayılmıştır. 4530
- آن عظیم العرش عرش او محیط ** تخت دادش بر همه جانها بسیط
- Arşının bir köşesi de sana ulaşmıştır. Kendine gel de elini din ve adaletten, lütuf ve ihsandan başka bir şey için oynatma,
- گوشهی عرشش به تو پیوسته است ** هین مجنبان جز بدین و داد دست
- Daima kendi ahvalini gözet. Adalette bulundun mu gönül huzurunu gör, zulümden sonra da vicdan azabını.
- تو مراقب باش بر احوال خویش ** نوش بین در داد و بعد از ظلم نیش
- Cuha, doğru dedi; bu yaptığım sitem ama bilki ilk yapan daha zalimdir.
- گفت آری اینچ کردم استم است ** لیک هم میدان که بادی اظلم است
- Naip, tek tek hepimizde ilk zulüm yapanız. Yüzümüzün karasiye sevinmedeyiz.
- گفت نایب یک به یک ما بادییم ** با سواد وجه اندر شادییم