- Bizim savaşımız da hakikatte bizden değildir. Sulhumuz da. Her halimiz, Allah’nın iki parmağı arasındadır. 45
- جنگ ما و صلح ما در نور عین ** نیست از ما هست بین اصبعین
- Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır.
- جنگ طبعی جنگ فعلی جنگ قول ** در میان جزوها حربیست هول
- Fakat bu âlem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla.
- این جهان زن جنگ قایم میبود ** در عناصر در نگر تا حل شود
- Dört unsur, dört kuvvetli direktir. Dünyanın tavanı, onlarla düz durmada.
- چار عنصر چار استون قویست ** که بدیشان سقف دنیا مستویست
- Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar.
- هر ستونی اشکنندهی آن دگر ** استن آب اشکنندهی آن شرر
- Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş. Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. 50
- پس بنای خلق بر اضداد بود ** لاجرم ما جنگییم از ضر و سود
- Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt.
- هست احوالم خلاف همدگر ** هر یکی با هم مخالف در اثر
- Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim?
- چونک هر دم راه خود را میزنم ** با دگر کس سازگاری چون کنم
- Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri, öbürüne kin gütmede.
- موج لشکرهای احوالم ببین ** هر یکی با دیگری در جنگ و کین
- Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun?
- مینگر در خود چنین جنگ گران ** پس چه مشغولی به جنگ دیگران
- Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın. 55
- یا مگر زین جنگ حقت وا خرد ** در جهان صلح یک رنگت برد
- O âlem, ancak bâkidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil.
- آن جهان جز باقی و آباد نیست ** زانک آن ترکیب از اضداد نیست
- Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz.
- این تفانی از ضد آید ضد را ** چون نباشد ضد نبود جز بقا
- O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de.
- نفی ضد کرد از بهشت آن بینظیر ** که نباشد شمس و ضدش زمهریر
- Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
- هست بیرنگی اصول رنگها ** صلحها باشد اصول جنگها
- Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır. 60
- آن جهانست اصل این پرغم وثاق ** وصل باشد اصل هر هجر و فراق
- Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor?
- این مخالف از چهایم ای خواجه ما ** واز چه زاید وحدت این اعداد را
- Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
- زانک ما فرعیم و چار اضداد اصل ** خوی خود در فرع کرد ایجاد اصل
- Halbuki can cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah’nın huyu.
- گوهر جان چون ورای فصلهاست ** خوی او این نیست خوی کبریاست
- Savaşlara da bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani.
- جنگها بین کان اصول صلحهاست ** چون نبی که جنگ او بهر خداست
- O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki. 65
- غالبست و چیر در هر دو جهان ** شرح این غالب نگنجد در دهان
- Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkânı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkânı yok.
- آب جیحون را اگر نتوان کشید ** هم ز قدر تشنگی نتوان برید
- Mâna denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç.
- گر شدی عطشان بحر معنوی ** فرجهای کن در جزیرهی مثنوی
- O arkı o derece aç ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mâna denizi göresin.
- فرجه کن چندانک اندر هر نفس ** مثنوی را معنوی بینی و بس
- Yel, derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana çıkarır.
- باد که را ز آب جو چون وا کند ** آب یکرنگی خود پیدا کند
- Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret. 70
- شاخهای تازهی مرجان ببین ** میوههای رسته ز آب جان ببین
- Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.
- چون ز حرف و صوت و دم یکتا شود ** آن همه بگذارد و دریا شود
- Harfi söyleyen de, duyan da, hattâ harfler de, bu üçü de sonunda can olur.
- حرفگو و حرفنوش و حرفها ** هر سه جان گردند اندر انتها
- Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek, suretlerden kurtulur, toprak olur.
- ناندهنده و نانستان و نانپاک ** ساده گردند از صور گردند خاک
- Fakat mânaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimî bir surette üç makamdadır.
- لیک معنیشان بود در سه مقام ** در مراتب هم ممیز هم مدام
- Suret toprak olur ama mâna olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkân yok. 75
- خاک شد صورت ولی معنی نشد ** هر که گوید شد تو گویش نه نشد
- Ruh âleminde gâh suretten kaçarak, gâh surete bürünerek üçü de beklerler.
- در جهان روح هر سه منتظر ** گه ز صورت هارب و گه مستقر
- Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar.
- امر آید در صور رو در رود ** باز هم از امرش مجرد میشود
- Hâsılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can.
- پس له الخلق و له الامرش بدان ** خلق صورت امر جان راکب بر آن
- Binek de padişahın buyruğundadır, binen de. Cisim kapıdadır, can huzurda.
- راکب و مرکوب در فرمان شاه ** جسم بر درگاه وجان در بارگاه
- Su, testiye dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder. 80
- چونک خواهد که آب آید در سبو ** شاه گوید جیش جان را که ارکبوا
- Sonra yine canları yücelere çekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin!
- باز جانها را چو خواند در علو ** بانگ آید از نقیبان که انزلوا
- Bundan öte söz inceldi. Ateşi azalt, odunu çok atma.
- بعد ازین باریک خواهد شد سخن ** کم کن آتش هیزمش افزون مکن
- Atma da küçücük çömlek kaynamasın. Anlayış çömlekleri pek küçük ve pek yufka.
- تا نجوشد دیگهای خرد زود ** دیگ ادراکات خردست و فرود
- Noksandan münezzeh Allah, bir elmalık meydana getirmede, onları ağaçlara, yapraklara benzeyen harfler içinde gizlemede.
- پاک سبحانی که سیبستان کند ** در غمام حرفشان پنهان کنند
- Bu ses, harf ve dedikodu ağaçlığı arasında elmadan ancak bir koku alınabilir. 85
- زین غمام بانگ و حرف و گفت و گوی ** پردهای کز سیب ناید غیر بوی
- Bari sen de bu kokuyu aklına iyice çek, bu kokuyu iyice al da seni kulağından tutup asla kadar götürsün.
- باری افزون کش تو این بو را به هوش ** تا سوی اصلت برد بگرفته گوش
- Nezle olmamaya, koku almaya bak. Halkın yelinden, nefesinden bedenini ört.
- بو نگهدار و بپرهیز از زکام ** تن بپوش از باد و بود سرد عام
- Onların havaları, kış rüzgârlarından da soğuktur. Örtün, bürün de burnuna girmesin.
- تا نینداید مشامت را ز اثر ** ای هواشان از زمستان سردتر
- Onlar, cansız, donmuş kişilerdir. Nefesleri, karlı dağlardan gelir.
- چون جمادند و فسرده و تنشگرف ** میجهد انفاسشان از تل برف
- Fakat yeryüzü bu karlı kefene büründü mü durma, hemen Hüsameddin’in güneş kılıcını vur. 90
- چون زمین زین برف در پوشد کفن ** تیغ خورشید حسامالدین بزن
- Derhal doğudan Allah kılıcını çek, o doğuyla bu tapıyı ısıt.
- هین بر آر از شرق سیفالله را ** گرم کن زان شرق این درگاه را
- Güneş, karı hançerledi mi dağlardan ovalardan seller yürür.
- برف را خنجر زند آن آفتاب ** سیلها ریزد ز کهها بر تراب
- Çünkü o, ne doğudadır, ne batıda. Gece gündüz müneccimle savaşır durur.
- زانک لا شرقیست و لا غربیست او ** با منجم روز و شب حربیست او
- Neden der, benden başka ve yol göstermeyen yıldızları bayağılık ve körlük yüzünden kıble edindin?
- که چرا جز من نجوم بیهدی ** قبله کردی از لیمی و عمی