English    Türkçe    فارسی   

6
4501-4550

  • Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
  • Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
  • Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
  • Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
  • Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
  • O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
  • Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
  • Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
  • Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
  • Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır. 4510
  • Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
  • Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
  • Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
  • Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
  • Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur. 4515
  • Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.
  • Bu sandıklara kapılmazsa o vakit kadı gibi kurtulmayı aramaya başlar.
  • Bu nişaneyi bilen, sandıkta olduğunu anlar, korkusuz ve feryatsız durmaz.
  • Kadı gibi boyuna titrer, canı, bir an olsun nerden neşelenecek? Hep onu özler.
  • Kadı naibinin pazara gelerek Cuha' dan sandığı satın alması
  • Naip gelip bu sandık kaça? dedi. Cuha, dokuz yüz altından fazla veriyorlar. 4520
  • Fakat ben binden aşağı veremem. Alacaksan aç bak, paranı ortaya dök dedi.
  • Naip, ey hırkası kısa, utan, sandığın değeri meydanda dedi.
  • Cuha, hayır dedi. Görmeden alım satım, şer'î değildir. Malımızı kilim altında satmamız doğru değil.
  • Açayım, bir bak, gör. Değmezse satın alma. Sana da ziyan olmasın babacığım.
  • Naip ey sırları örten dedi, sırrı açma. Benimle uyuş. Ben bunu böyle kapalı olarak alacağım. 4525
  • Ört de senin ayıbını da örtsünler. Kendine emin olmadıkça kimseye gülme.
  • Niceleri bu sandıkta senin gibi kalmış, kendisini belâlara uğratmıştır.
  • Kendine yapılmasını istediğin şeyi âleme yap, ister eziyet olsun, ister zarar.
  • Çünkü Tanrı, gözetleme yerindedir, pusudadır. Kıyamet gününden önce herkesin lâyığını verir.
  • Onun arşı pek büyüktür, onun arşı her şeyi kaplamıştır. İhsanının tahtı, bütün canlara yayılmıştır. 4530
  • Arşının bir köşesi de sana ulaşmıştır. Kendine gel de elini din ve adaletten, lütuf ve ihsandan başka bir şey için oynatma,
  • Daima kendi ahvalini gözet. Adalette bulundun mu gönül huzurunu gör, zulümden sonra da vicdan azabını.
  • Cuha, doğru dedi; bu yaptığım sitem ama bilki ilk yapan daha zalimdir.
  • Naip, tek tek hepimizde ilk zulüm yapanız. Yüzümüzün karasiye sevinmedeyiz.
  • Zenci gibi hani. O da sevinçlidir, neşelidir. Kendi yüzünü kendisi görmez, başkası görür dedi. 4535
  • Hâsılı bu alım satımda macera uzadı. Nihayet naip yüz altın verip sandığı satın aldı.
  • Ey kötü işleri beğenen! Sen de daima sandıktasın; seni hatifler ve gayb âleminde olanlar, satın alıp dururlar.
  • Mustafa salavatullahi aleyh, "Ben kimin mevlâsıysam şüphe yok ki, Ali, onun mevlâsıdır" buyurdu. Münafıklar, "Kâfi değil miydi ki kendisine muti olduk, kul köle kesildik. Bir de, daha çocukluktan kurtulmamış zata bizi kul köle yapmada" diye kınadılar.
  • Bu yüzden ictihat sahibi Peygamber kendine de mevlâ adını taktı, Ali'ye de.
  • Dedi ki: Ben kimin mevlâsı ve dostuysam amcamın oğlu Ali, onun mevlâsıdır.
  • Mevlâ kimdir? Seni azadeden, ayağındaki kulluk pırangasını çözüp atan! 4540
  • Hürlük yolunu gösteren peygamberliktir. Müminler, peygamberlerden azatlık bulurlar.
  • Ey inananlar, sevinin. Selvi gibi, süsen gibi hür olun.
  • Fakat her an, yeşermiş, güzelleşmiş, bezenmiş gül bahçesi gibi dilsiz dudaksız olarak suya şükredin!
  • Selvilerle yeşillik, daima dilsiz, dudaksız olarak suya ve ilkbaharın adaletine şükredip durmadadır.
  • Güzelim elbiseler giymiştir, eteğini sürüyerek sarhoş bir balde oynamada, güzel bir halde etrafa amber saçmadadır. 4545
  • Bedenleri, meyva incileriyle dolu bir hokkaya dönmüş, her cüzüleri, bahar padişahından gebe kalmıştır.
  • Meryemler, kocasız olarak Mesih'e gebe kalmışlardır sanki. Susmaktadırlar, fakat sözsüz olarak fasih bir surette konuşuyorlar:
  • Bizim ay, sözsüz olarak doğmuştur. Her dil, bizim kuvvetimizle söz söyleme kabiliyetini bulmuştur.
  • İsa'nın konuşması, Meryem'in kuvvetiyleydi. Âdem'in konuşması, o anın ışığındandı.
  • Ey inanılır erler, çok şükür edesiniz diye nebatlar içinde daha ne nebatlar var. 4550