English    Türkçe    فارسی   

6
4613-4662

  • Sen harman sahibisin, ben başak toplayıcı. Ben bir putum, sen Çin illeri der.
  • Ondan cehennem de titrer, cennetler de. Ondan ne buna aman vardır, ne ona.
  • Ömrü geçip gitti de bir fırsat bulamadı gitti. Sabır, pek yakıcıydı, candaysa tahammül yoktu. 4615
  • Bir müddettir dişlerini sıkarak bunu bekledi durdu. Fakat ömrü bitti, ona nail olamadı.
  • Derken sevgilinin sureti, ondan gizlendi, o da sevgilinin rnânasiyle eş oldu.
  • Elbise ister şüster kumaşı olsun, ister kıldan örme. Onu çırçıplak koçmak daha hoş.
  • Ben, bedenden soyundum, o hayalden soyundu. Vuslat makamlarının en ilerisinde salınmaktayım dedi.
  • Bu bahisler buraya kadar söylenebilir. Bundan sonra ne zuhura gelirse gizlenmesi gerektir. 4620
  • Söylersen de faydasız. Yüz binlerce cehtetsen de anlatmaya çalışsan yine açığa çıkmaz.
  • At ve üzengi, deniz kıyısına kadar gider. Ondan sonra sana tahtadan bir at gerek.
  • Tahtadan at, karada yürümez. Fakat denizdekilere kılavuzdur.
  • Bu sükût da tahtadan attır. Sükût; denizdekilere telkindir.
  • Seni usandıran her sükût o âlemin aşk naralarını atmadadır. 4625
  • Sen acaba neden susmada dersin ama o, acaba kulağı nerde ki duymuyor?
  • Ben nâra ata ata sağır oldum, onun haberi bile yok der. Zaten iyi işitenler, kulakları delik olanlar bile bunu duyamazlar, sağırdırlar.
  • Birisi rüyada nâra atar. Yüz binlerce bahislerde bulunur, sözler söyler.
  • Yanı başında oturanın haberi bile olmaz. Hakikatte o gürültüden haberi olmayan uyanık yok mu? Asıl uykuda olan odur.
  • Tahtadan atı da kırılana gelince: O, tamamiyle denize garkolur, balık kesilir. 4630
  • Artık o, ne sükût eder, ne söyler. Onun, misli, âdeta yoktur. Hali sözle anlatılamaz.
  • O, bu iki kısımdan da değildir. Şaşılacak bir şeydir o. Bunu anlatmak edepten dışarıdır
  • Bu örnek de sudan oldu, hiç uymadı. Fakat duygu âleminde bundan güzel bir örnek de bulunamaz.
  • Şehzadelerin büyüğünün ölümü, küçükleri hasta olduğundan ortanca kardeşin, ağabeylerinin cenazesine gelmesi. Padişahın ona da iltifatta bulunması, onun da padişahın ihsanına kapılması ve tapıda kalması, Padişahın devleti ve bakışı sayesinde yüz binlerce görünür ve görünmez nimetler elde etmesi vesaire.
  • Küçükleri hastaydı. Yalnız ortanca kardeşleri, ağabeylerinin cenazesine geldi.
  • Padişah, onu gördü, tanıdı. Fakat mahsustan bu kimdir? Bu da o denizden olacak; bu da bir balık dedi. 4635
  • Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
  • Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
  • O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
  • Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
  • Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu. 4640
  • Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
  • Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
  • Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
  • Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
  • Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü. 4645
  • Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
  • O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
  • Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.
  • Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimî olarak yeşildir, güzeldir, hoştur.
  • Topraktan biten güller, mahvolur gider. Gönülde biten güller daimîdir ve ne hoştur! 4650
  • Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.
  • Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da onun için bu iki üç demete zebun olmuşuzdur.
  • Yazıklar olsun, öyle bir bahçenin anahtarları, ekmek yüzünden elimizden düşüp gidiyor.
  • Bir an olsa da seni ekmek derdinden kurtarsalar, o vakit de çarşafların etrafında dönüp dolaşmaya başlar, kadın sevdasına düşersin.
  • Derken birden iştahın açılır, dilek denizin dalgalanmaya başlar. O vakit de ekmekle ve kadınla dolu bir şehir gerek sana. 4655
  • Yılandın, galiba ejderha oldun. Bir başın vardı, şimdi yedi başın var!
  • Yedi başlı ejderha cehennemdir. Hırsın tanedir, cehennemse tuzak.
  • Tuzağı yırt, taneyi yak. Bu evin kapılarını aç.
  • Mademki ey erkek, yoksun, âşık değilsin; dağ gibi habersizce ses verip durursun.
  • Dal, kendiliğinden ses verir mi hiç? Ey inanılır adam, o ses, başkasının sesinin aksidir. 4660
  • Senin sözün de onun gibi işte; başkalarının sesinin aksi. Bütün işin gücün hep böyle aksine ve aykırı.
  • Kızgınlığın da başkalarının aksine, zevkin de. Başbuğun zevkiyle çobanın kızgınlığına benziyor.