- Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
- در دل خود دید عالی غلغله ** که نیابد صوفی آن در صد چله
- Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu. 4640
- عرصه و دیوار و کوه سنگبافت ** پیش او چون نار خندان میشکافت
- Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
- ذره ذره پیش او همچون قباب ** دم به دم میکرد صدگون فتح باب
- Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
- باب گه روزن شدی گاه شعاع ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع
- Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
- در نظرها چرخ بس کهنه و قدید ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید
- Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
- روح زیبا چونک وا رست از جسد ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد
- Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü. 4645
- صد هزاران غیب پیشش شد پدید ** آنچ چشم محرمان بیند بدید
- Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
- آنچ او اندر کتب بر خوانده بود ** چشم را در صورت آن بر گشود
- O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
- از غبار مرکب آن شاه نر ** یافت او کحل عزیزی در بصر
- Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.
- برچنین گلزار دامن میکشید ** جزو جزوش نعره زن هل من مزید
- Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimî olarak yeşildir, güzeldir, hoştur.
- گلشنی کز بقل روید یک دمست ** گلشنی کز عقل روید خرمست
- Topraktan biten güller, mahvolur gider. Gönülde biten güller daimîdir ve ne hoştur! 4650
- گلشنی کز گل دمد گردد تباه ** گلشنی کز دل دمد وافر حتاه
- Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.
- علمهای با مزهی دانستهمان ** زان گلستان یک دو سه گلدسته دان
- Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da onun için bu iki üç demete zebun olmuşuzdur.
- زان زبون این دو سه گل دستهایم ** که در گلزار بر خود بستهایم
- Yazıklar olsun, öyle bir bahçenin anahtarları, ekmek yüzünden elimizden düşüp gidiyor.
- آنچنان مفتاحها هر دم بنان ** میفتد ای جان دریغا از بنان
- Bir an olsa da seni ekmek derdinden kurtarsalar, o vakit de çarşafların etrafında dönüp dolaşmaya başlar, kadın sevdasına düşersin.
- ور دمی هم فارغ آرندت ز نان ** گرد چادر گردی و عشق زنان
- Derken birden iştahın açılır, dilek denizin dalgalanmaya başlar. O vakit de ekmekle ve kadınla dolu bir şehir gerek sana. 4655
- باز استسقات چون شد موجزن ** ملک شهری بایدت پر نان و زن
- Yılandın, galiba ejderha oldun. Bir başın vardı, şimdi yedi başın var!
- مار بودی اژدها گشتی مگر ** یک سرت بود این زمانی هفتسر
- Yedi başlı ejderha cehennemdir. Hırsın tanedir, cehennemse tuzak.
- اژدهای هفتسر دوزخ بود ** حرص تو دانهست و دوزخ فخ بود
- Tuzağı yırt, taneyi yak. Bu evin kapılarını aç.
- دام را بدران بسوزان دانه را ** باز کن درهای نو این خانه را
- Mademki ey erkek, yoksun, âşık değilsin; dağ gibi habersizce ses verip durursun.
- چون تو عاشق نیستی ای نرگدا ** همچو کوهی بیخبر داری صدا
- Dal, kendiliğinden ses verir mi hiç? Ey inanılır adam, o ses, başkasının sesinin aksidir. 4660
- کوه را گفتار کی باشد ز خود ** عکس غیرست آن صدا ای معتمد
- Senin sözün de onun gibi işte; başkalarının sesinin aksi. Bütün işin gücün hep böyle aksine ve aykırı.
- گفت تو زان سان که عکس دیگریست ** جمله احوالت به جز هم عکس نیست
- Kızgınlığın da başkalarının aksine, zevkin de. Başbuğun zevkiyle çobanın kızgınlığına benziyor.
- خشم و ذوقت هر دو عکس دیگران ** شادی قواده و خشم عوان
- O arık koyun, çobana neler etti? Sonunda onu kinlendirdi. eziyete soktu.
- آن عوان را آن ضعیف آخر چه کرد ** که دهد او را به کینه زجر و درد
- Bir sevinç hayaliyle ne vaktedek oyalanıp duracaksın? Çalış da bu sevinç, tahakkuk etsin.
- تا بکی عکس خیال لامعه ** جهد کن تا گرددت این واقعه
- Sözün, senin halin olursa kendi kanadlarınla uçar, gezersin. 4665
- تا که گفتارت ز حال تو بود ** سیر تو با پر و بال تو بود
- Ok da başkasının kanadiyle av tutar. O yüzden de kuş etinden nahibi yoktur.
- صید گیرد تیر هم با پر غیر ** لاجرم بیبهره است از لحم طیر
- Doğan kuşu, dağlıklardan av getirir. Fakat getirdiği ceylanı, çil kuşunu padişaha yedirir.
- باز صید آرد به خود از کوهسار ** لاجرم شاهش خوراند کبک و سار
- Vahiyden olmayan söz, heva ve hevestendir. Topraktan yaratılanlar gibi havaya, zerre zerre dağılır, biter.
- منطقی کز وحی نبود از هواست ** همچو خاکی در هوا و در هباست
- Eğer bu söz, sana yanlış görünürse "Vennecmi" suresinin evvelinden birkaç satır okuyuver.
- گر نماید خواجه را این دم غلط ** ز اول والنجم بر خوان چند خط
- Oku da Muhammed'in, heva ve hevesinden konuşmadığını, onun her sözünün, ancak vahiy olduğunu anla. 4670
- تا که ما ینطق محمد عن هوی ** ان هو الا بوحی احتوی
- Ey Ahmed, mademki vahiyden meyus değilsin, bu araştırmayı, bu kıyası bedene mensup olanlara bırak.
- احمدا چون نیستت از وحی یاس ** جسمیان را ده تحری و قیاس
- Murdar, zaruret vakti helâl olur. Vuslat kâbesi ortadayken kıble aranmaz.
- کز ضرورت هست مرداری حلال ** که تحری نیست در کعبهی وصال
- Fakat araştırmadan, doğru bir ictihatta bulunmadan heva ve hevesine uyarak bid'ate kapılanı,
- بیتحری و اجتهادات هدی ** هر که بدعت پیشه گیرد از هوی
- Yel, Ad gibi kapar, öldürür. O, Süleyman değildir ki onun tahtını götürsün!
- همچو عادش بر برد باد و کشد ** نه سلیمانست تا تختش کشد
- Yel, Ad için alçaltıcı bir hamaldır, obur bir adamın elindeki kuzu gibi hani. 4675
- عاد را با دست حمال خذول ** همچو بره در کف مردی اکول
- Obur, kuzuyu oğlu gibi kucağına alır, fakat kasap gibi onu kesmeğe götürmektedir.
- همچو فرزندش نهاده بر کنار ** میبرد تا بکشدش قصابوار
- Yel, Ad kavmine ululanır, onları kahreder. Onlar, yedi dost sanırlar ama düşmandır.
- عاد را آن باد ز استکبار بود ** یار خود پنداشتند اغیار بود
- Ansızın postunu tersine çevirdi mi o kötü arkadaş onları paramparça eder.
- چون بگردانید ناگه پوستین ** خردشان بشکست آن بس القرین
- Yel, seni Ad gibi kırıp geçirmeden sen, onu yatıştır. Yel, pek yaman bir sınamadır çünkü.
- باد را بشکن که بس فتنهست باد ** پیش از آن کت بشکند او همچو عاد
- Hûd. onlara öğüt verdi. Dedi ki: Ey kibirli kavim, hu yel, yapıştığınız şeyi elinizden alır. 4680
- هود دادی پند که ای پر کبر خیل ** بر کند از دستتان این باد ذیل
- Yel, Tanrı askeridir. Yalnız nifak yüzünden birkaç gün sizinle uzlaştı, hoş geçindi.
- لشکر حق است باد و از نفاق ** چند روزی با شما کرد اعتناق
- O, iç yüzden yaratıcısiyle uzlaşmıştır, onun sözünden çıkmaz. Ecel gibi gelir, size el atar.
- او به سر با خالق خود راستست ** چون اجل آید بر آرد باد دست
- Bak, nasıl ağıza girmede. Her solukta azametli bir surette girip çıkmada.
- باد را اندر دهن بین رهگذر ** هر نفس آیان روان در کر و فر
- Boğaz da ondan emin, dişler de. Fakat Tanrı, dişin içine gir demedi miydi?
- حلق و دندانها ازو آمن بود ** حق چو فرماید به دندان در فتد
- Bir zerrecik yel, dağ kesilir, dağ kadar ağırlaşır. Diş ağırısı, insanı hasta ve perişan bir hale sokar, ağlatıp inletmeye başlar. 4685
- کوه گردد ذرهای باد و ثقیل ** درد دندان داردش زار و علیل
- Bu, emin bir surette geçip giden aynı yeldir. Ekinin caniydi, ölümü oldu işte.
- این همان بادست که امن میگذشت ** بود جان کشت و گشت او مرگ کشت
- Bir adamın elini öpersin. Fakat kızdı mı o öptüğün el, bir topuz kesilir.
- دست آن کس که بکردت دستبوس ** وقت خشم آن دست میگردد دبوس
- Hâsılı, yelin kötülüğünü gören yarabbi, yarabbi; ey yardımı dilenen Tanrı, sen bu yeli defet; sen bu diş ağrısını dindir demeye koyulur.
- یا رب و یا رب بر آرد او ز جان ** که ببر این باد را ای مستعان