- Yel, seni Ad gibi kırıp geçirmeden sen, onu yatıştır. Yel, pek yaman bir sınamadır çünkü.
- باد را بشکن که بس فتنهست باد ** پیش از آن کت بشکند او همچو عاد
- Hûd. onlara öğüt verdi. Dedi ki: Ey kibirli kavim, hu yel, yapıştığınız şeyi elinizden alır. 4680
- هود دادی پند که ای پر کبر خیل ** بر کند از دستتان این باد ذیل
- Yel, Tanrı askeridir. Yalnız nifak yüzünden birkaç gün sizinle uzlaştı, hoş geçindi.
- لشکر حق است باد و از نفاق ** چند روزی با شما کرد اعتناق
- O, iç yüzden yaratıcısiyle uzlaşmıştır, onun sözünden çıkmaz. Ecel gibi gelir, size el atar.
- او به سر با خالق خود راستست ** چون اجل آید بر آرد باد دست
- Bak, nasıl ağıza girmede. Her solukta azametli bir surette girip çıkmada.
- باد را اندر دهن بین رهگذر ** هر نفس آیان روان در کر و فر
- Boğaz da ondan emin, dişler de. Fakat Tanrı, dişin içine gir demedi miydi?
- حلق و دندانها ازو آمن بود ** حق چو فرماید به دندان در فتد
- Bir zerrecik yel, dağ kesilir, dağ kadar ağırlaşır. Diş ağırısı, insanı hasta ve perişan bir hale sokar, ağlatıp inletmeye başlar. 4685
- کوه گردد ذرهای باد و ثقیل ** درد دندان داردش زار و علیل
- Bu, emin bir surette geçip giden aynı yeldir. Ekinin caniydi, ölümü oldu işte.
- این همان بادست که امن میگذشت ** بود جان کشت و گشت او مرگ کشت
- Bir adamın elini öpersin. Fakat kızdı mı o öptüğün el, bir topuz kesilir.
- دست آن کس که بکردت دستبوس ** وقت خشم آن دست میگردد دبوس
- Hâsılı, yelin kötülüğünü gören yarabbi, yarabbi; ey yardımı dilenen Tanrı, sen bu yeli defet; sen bu diş ağrısını dindir demeye koyulur.
- یا رب و یا رب بر آرد او ز جان ** که ببر این باد را ای مستعان
- Ey ağız, bu geçip giden yelden haberin bile yoktu. Şimdi anladın ya, dişlerini sık da istiğfar et bakalım.
- ای دهان غافل بدی زین باد رو ** از بن دندان در استغفار شو
- Dişi ağrıyanın keskin gözlerinden yağmur gibi gözyaşları akar. Dert inkâr edenlere aman Allah dedirtir. 4690
- چشم سختش اشکها باران کند ** منکران را درد اللهخوان کند
- Erden, erlerin sözünü kabul etmedin, bari şimdi derde düştün, Tanrı vahyini kabul et.
- چون دم مردان نپذرفتی ز مرد ** وحی حق را هین پذیرا شو ز درد
- Yel der ki: Ben Tanrı elçisiyim. Gah hayır haber getiririm, gah şer haber.
- باد گوید پیکم از شاه بشر ** گه خبر خیر آورم گه شوم و شر
- Başıma buyruk değilim, Tanrı emrine tabiim. Ben senin gibi padişahımdan gaafil değilim ki.
- ز آنک مامورم امیر خود نیم ** من چو تو غافل ز شاه خود کیم
- Süleyman'a benzersin, onun haliyle hallenirsen seni Süleyman gibi başımda taşırım.
- گر سلیمانوار بودی حال تو ** چون سلیمان گشتمی حمال تو
- Ben sana iğreti olarak gelir, mal olurum; seni kendime, sırlarıma vâkıf ederim. 4695
- عاریهستم گشتمی ملک کفت ** کردمی بر راز خود من واقفت
- Fakat isyan ettin, düşmanlığa kalkıştın mı sana ancak üç dört günceğiz hizmet ederim.
- لیک چون تو یاغیی من مستعار ** میکنم خدمت ترا روزی سه چار
- Sonra seni Ad gibi başaşağı eder, düşmancasına ordunun içine dalar çıkarım.
- پس چو عادت سرنگونیها دهم ** ز اسپه تو یاغیانه بر جهم
- Bu suretle de iman, gam mayası olduğu zaman, gayba imanın kuvvetleşir.
- تا به غیب ایمان تو محکم شود ** آن زمان که ایمانت مایهی غم شود
- O zaman zaten herkes inanır, mümin olur. Bütün baş çekenler, baş eğerler.
- آن زمان خود جملگان مؤمن شوند ** آن زمان خود سرکشان بر سر دوند
- O zaman herkes ağlar, sızlar, yoksulluğunu söyler. Hırsızla yol kesicinin darağacının altında imana gelip sızıldanması gibi hani. 4700
- آن زمان زاری کنند و افتقار ** همچو دزد و راهزن در زیر دار
- Fakat daha önce gayb âlemine iman edersen, o âleme sahibolursan iki cihanı da elde eder, kendi başına buyruk olursun.
- لیک گر در غیب گردی مستوی ** مالک دارین و شحنهی خود توی
- İki günlük iğreti ve bozuk düzen bir surette değil, ebedî olarak şahlık ve padişahlık elde edersin.
- شحنگی و پادشاهی مقیم ** نه دو روزه و مستعارست و سقیم
- Savaştan, gürültüden kurtulur, kendi işine sahibolursun. Padişah kesilir, kendi davulunu döversin.
- رستی از بیگار و کار خود کنی ** هم تو شاه و هم تو طبل خود زنی
- Bize bu âlem, boğaz gibi dar gelmede. Keşke boğaz ve ağız, toprak yeseydi!
- چون گلو تنگ آورد بر ما جهان ** خاک خوردی کاشکی حلق و دهان
- Zaten bu ağız toprak yer. Fakat renklerle bezenmiş, çeşitli suretlere girmiş toprağı yer. 4705
- این دهان خود خاکخواری آمدست ** لیک خاکی را که آن رنگین شدست
- Oğul, bu kebap, bu şarap, bu şeker, bezenmiş, boyanmış topraktır.
- این کباب و این شراب و این شکر ** خاک رنگینست و نقشین ای پسر
- Onları yedin de onlar et ve deri oldu mu et rengine girerler, fakat onların aslı; topraktır.
- چونک خوردی و شد آن لحم و پوست ** رنگ لحمش داد و این هم خاک کوست
- Hem topraktan türlü türlü şeyler yapar, hem de yine hepsini ufalar, toprak haline sokar.
- هم ز خاکی بخیه بر گل میزند ** جمله را هم باز خاکی میکند
- Hintli; Kıpçak; Rum ülkesinin halkı ve Habeş... Hepsi de mezarlarında hoş bir halde aynı renktedir.
- هندو و قفچاق و رومی و حبش ** جمله یک رنگاند اندر گور خوش
- Buna dikkat et de o rengin, o güzelliğin tamamiyle bir yüz örtüsünden ibaret olduğunu, iğreti bir şey bulunduğunu bil. 4710
- تا بدانی کان همه رنگ و نگار ** جمله روپوشست و مکر و مستعار
- Bâkir renk ancak Tanrı rengidir. Ondan başka renkler, bil ki çan gibi iğreti ve bağlantıdır.
- رنگ باقی صبغة الله است و بس ** غیر آن بر بسته دان همچون جرس
- İbadet edenlerdeki doğruluk, takva ve yakîn rengi, ebediyen bakidir.
- رنگ صدق و رنگ تقوی و یقین ** تا ابد باقی بود بر عابدین
- Şüphe, küfran ve nifak rengi de âsiler için ebedîdir.
- رنگ شک و رنگ کفران و نفاق ** تا ابد باقی بود بر جان عاق
- Asi Firavun' un yüz karası gibi hani. Bedeni geçip gitmiştir ama rengi bakidir.
- چون سیهرویی فرعون دغا ** رنگ آن باقی و جسم او فنا
- Doğruların güzel yüzlerindeki nur, bedenleri yok olsa da kıyamet gününe kadar kalır. 4715
- برق و فر روی خوب صادقین ** تن فنا شد وان به جا تو یومن دین
- İşte ancak güzel o güzeldir, çirkin o çirkin. Daima o günler durur, buysa somurtur kalır.
- زشت آن زشتست و خوب آن خوب و بس ** دایم آن ضحاک و این اندر عبس
- Tanrı, toprağa bir renk, bir parlaklık verir, onu mücevher haline getirir. Çocuk tabiatlı olanları da onlara düşürür, savaşa sokar.
- خاک را رنگ و فن و سنگی دهد ** طفلخویان را بر آن جنگی دهد
- Hamurdan deve ve aslan şekillerinde çörekler pişirirler. Çocuklar, onları görünce hırslarından ellerini dişlerler.
- از خمیری اشتر وشیری پزند ** کودکان از حرص آن کف میگزند
- Fakat ağızda aslan da ekmek olur, deve de. Fakat çocuklara bu söz, tesir etmez ki.
- شیر و اشتر نان شود اندر دهان ** در نگیرد این سخن با کودکان
- Çocuk, bilgisizlik, zan ve şüphe içindedir. Allaha şükürler olsun ki kuvveti azdır yoksa. 4720
- کودک اندر جهل و پندار و شکیست ** شکر باری قوت او اندکیست
- Şükürler olsun ki hilesi ve gücü yoktur. Yoksa çocuğun yüzlerce savaşı ve âfeti vardır.
- طفل را استیزه و صد آفتست ** شکر این که بیفن و بیقوتست
- Eyvah bu, kuvvetleriyle her rakibe belâ kesilen edepsiz koca bebeklerden!
- وای ازین پیران طفل ناادیب ** گشته از قوت بلای هر رقیب
- Silâhla bilgisizlik bir araya gelince Firavun, sitemle bütün dünyayı yakar yandırır.
- چون سلاح و جهل جمع آید به هم ** گشت فرعونی جهانسوز از ستم
- Ey yoksul, yoksullukla Firavunluktan, kâfirlikten kurtuldun, şükret.
- شکر کن ای مرد درویش از قصور ** که ز فرعونی رهیدی وز کفور
- Şükret ki mazlumsun, zâlim değilsin. Firavunluktan ve sınanmadan eminsin. 4725
- شکر که مظلومی و ظالم نهای ** آمن از فرعونی و هر فتنهای
- Boş karın, Allahlık lâfına giremez. Onun ateşine odun yardım edemez.
- اشکم تی لاف اللهی نزد ** که آتشش را نیست از هیزم مدد
- Boş karın, şeytanın zindanıdır. Çünkü ekmek derdi, onun hilesine, düzenine mânidir.
- اشکم خالی بود زندان دیو ** کش غم نان مانعست از مکر و ریو
- Dolu karın, bil ki şeytanın pazarıdır. Şeytan tacirleri orada gürültü eder dururlar.
- اشکم پر لوت دان بازار دیو ** تاجران دیو را در وی غریو