- Kurtlar da evlâdın babasını sevmesi gibi onu severlerdi. Onlara da bu sevgiyi verdim, tşte sana kudret, işte sana güç!
- داده کرمان را برو مهر ولد ** بر پدر من اینت قدرت اینت ید
- Analara analık edebini ben öğrettim. Artık düşün, benim yakıp aydınlattığım lütuf nasıl olur?
- مادران را داب من آموختم ** چون بود لطفی که من افروختم
- Yüzlerce inayetlerde bulundum, yüzlerce alâkalar yarattım, bu suretle benim lûtfumu vasıtasız olarak görsün dedim.
- صد عنایت کردم و صد رابطه ** تا ببیند لطف من بیواسطه
- Görsün de sebep yüzünden savaşlara, çekişmelere düşmesin; her yardımı, ancak benden beklesin. 4840
- تا نباشد از سبب در کشمکش ** تا بود هر استعانت از منش
- Bana karşı hiçbir özrü olmasın, her kötü dosttan şikâyetlenmesin dedim.
- ورنه تا خود هیچ عذری نبودش ** شکوتی نبود ز هر یار بدش
- Bu yüzlerce alâkayla beslenmeyi, yetişmeyi gördü. Onu vasıtasız olarak nasıl besledim, anladı, bildi.
- این حضانه دید با صد رابطه ** که بپروردم ورا بیواسطه
- Ey ulu Tanrı'nın kulu, buna karşılık şükrane olarak Nemrut oldu, Halil'i yakmaya kalkıştı.
- شکر او آن بود ای بندهی جلیل ** که شد او نمرود و سوزندهی خلیل
- Nitekim bu şehzade de padişaha şükran olarak ululandı, mevkiinin daha yücelmesini istedi.
- همچنان کین شاهزاده شکر شاه ** کرد استکبار و استکثار جاه
- Ben neden başkasına tâbi olayım? Benim de bir ülkem var, ben de yeni bir ikbale sahibim dedi. 4845
- که چرا من تابع غیری شوم ** چونک صاحب ملک و اقبال نوم
- Evvelce anlattığımız gibi, padişahtan görmüş olduğu lütuf lan, ululandığı için gönlünde örtüldü gitti.
- لطفهای شه که ذکر آن گذشت ** از تجبر بر دلش پوشیده گشت
- Nemrut da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lûtufları ayağının altına aldı.
- همچنان نمرود آن الطاف را ** زیر پا بنهاد از جهل و عمی
- Şimdi kâfir odu, yol kesmekte. Ululanmada, Tanrılık dâvasına kalkışmada.
- این زمان کافر شد و ره میزند ** کبر و دعوی خدایی میکند
- Üç gerges kuşuna uymuş, yüce göklere çıkmaya, benimle savaşıp vuruşmaya girişti.
- رفته سوی آسمان با جلال ** با سه کرکس تا کند با من قتال
- İbrahim'i bulup öldürmek için yüz binlerce suçsuz çocuğu öldürttü. 4850
- صد هزاران طفل بیتلویم را ** کشته تا یابد وی ابراهیم را
- Çünkü müneccim, yıl talihine bakmış, seninle savaşacak bir düşman doğacak.
- که منجم گفته کاندر حکم سال ** زاد خواهد دشمنی بهر قتال
- Kendine gel, o düşmanı defetmek için ihtiyatlı davran demişti. O yalan yanlış, kim olursa olsun her doğanı öldürüyordu.
- هین بکن در دفع آن خصم احتیاط ** هر که میزایید میکشت از خباط
- Onun gördüğü, vahyi getirecek çocuğu yetiştirdi. Başkalarının kanları, boynunda kaldı.
- کوری او رست طفل وحی کش ** ماند خونهای دگر در گردنش
- Acaba o saltanatı babadan mı bulmuştu da gururu, kendisini soy sop karanlıklarına daldırdı?
- از پدر یابید آن ملک ای عجب ** تا غرورش داد ظلمات نسب
- Başkalarına ana, baba perde kesilir. Fakat o, yeninde, yakasında bulunan mücevherleri bizden buldu. 4855
- دیگران را گر ام و اب شد حجاب ** او ز ما یابید گوهرها به جیب
- Şüphe yok ki kötü bir arkadaş olan nafis, yırtıcı bir kurttur. Sen ona bak, ne diye her arkadaşa bahane bulup duruyorsun?
- گرگ درندهست نفس بد یقین ** چه بهانه مینهی بر هر قرین
- Sapıklık âleminde her kele bir külah vardır. Çirkin kâfir ve işi gücü pislikten ibaret nefis diyorum ya.
- در ضلالت هست صد کل را کله ** نفس زشت کفرناک پر سفه
- Ey yoksul, bunun için diyorum işte. Köpeğin boynundan tasmayı çözme.
- زین سبب میگویم این بندهی فقیر ** سلسله از گردن سگ برمگیر
- Bu köpek, terbiye edilse bile yine köpektir. "Ne mutlu nefsini aşağılayana" hükmüne uy, o, kötü damarlıdır.
- گر معلم گشت این سگ هم سگست ** باش ذلت نفسه کو بدرگست
- Taif sahtiyanı gibi bir Süheyl yıldızının etrafında döner dolaşırsan farzı yerine getirmiş olursun, 4860
- فرض میآری به جا گر طایفی ** بر سهیلی چون ادیم طایفی
- Nihayet Süheyl yıldızı, onu deri şerrinden kurtarır. Bu suretle de sevgilinin ayağına giydiği çediğe dönersin.
- تا سهیلت وا خرد از شر پوست ** تا شوی چون موزهای همپای دوست
- Bütün Kur'an, nefsin kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat sende o göz nerde?
- جمله قرآن شرح خبث نفسهاست ** بنگر اندر مصحف آن چشمت کجاست
- Vesile bulup da peygamberle savaşmada kılı kırka yaran aşağılık kişileri anlatıp durmadadır.
- ذکر نفس عادیان کالت بیافت ** در قتال انبیا مو میشکافت
- Zaman zaman edepsiz nefsin kötülüğünden ansızın âleme alevler yayılmıştır.
- قرن قرن از شوم نفس بیادب ** ناگهان اندر جهان میزد لهب
- Şehzade, padişahın gönlünden bir zahım yedi, faziletlere tamamiyle sahip otamadan dünyadan gitti.
- رجوع کردن بدان قصه کی شاهزاده بدان طغیان زخم خورد از خاطر شاه پیش از استکمال فضایل دیگر از دنیا برفت
- Hikâyeyi kısa kes. O gayretli padişahın gayreti bir yıl sonra şehzadeyi mezara götürdü. 4865
- قصه کوته کن که رای نفس کور ** برد او را بعد سالی سوی گور
- Padişah, mahiv âleminden varlık âlemine gelinceye kadar Mirrih yıldızı gibi kan dökücü olan gözü, o kanı dökmüş gitmişti.
- شاه چون از محو شد سوی وجود ** چشم مریخیش آن خون کرده بود
- O eşsiz padişah tirkeşine bakınca gördü ki bir ok yok.
- چون به ترکش بنگرید آن بینظیر ** دید کم از ترکشش یک چوبه تیر
- Tanrı etrafında fırlayan o ok nerde? dedi. Onun boğazındaki ok, senin attığın ok diye cevap geldi.
- گفت کو آن تیر و از حق باز جست ** گفت که اندر حلق او کز تیر تست
- O deryadil padişah affetti ama ne fayda. Ok, can alacak yerine raslamıştı.
- عفو کرد آن شاه دریادل ولی ** آمده بد تیر اه بر مقتلی
- Şehzade öldürüldü. Fakat ona padişah yas tutup ağlamaya koyuldu, öldüren de o, öldürülene veli olan da o. 4870
- کشته شد در نوحهی او میگریست ** اوست جمله هم کشنده و هم ولیست
- İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
- ور نباشد هر دو او پس کل نیست ** هم کشندهی خلق و هم ماتمکنیست
- O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.
- شکر میکرد آن شهید زردخد ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد
- Zâhirî beden, nihayet gideceği yere gidecek. Fakat mâna, ebediyen neşeli bir surette yaşıyacak.
- جسم ظاهر عاقبت خود رفتنیست ** تا ابد معنی بخواهد شاد زیست
- Darılmada ancak bedendeydi. Sevgili incinmeden sevgiliyle kavuştu.
- آن عتاب ار رفت هم بر پوست رفت ** دوست بیآزار سوی دوست رفت
- Gerçi şehzade, o padişahlar padişahının terkisine yapıştı, fakat nihayet göze geldi, yolu tutup gitti. 4875
- گرچه او فتراک شاهنشه گرفت ** آخر از عین الکمال او ره گرفت
- Üçüncü kardeşleri, her üçünün de en tembeliydi; fakat suret bakımından da öndülü o kaptı, mâna bakımından da.
- و آن سوم کاهلترین هر سه بود ** صورت و معنی به کلی او ربود
- Bir adamın, benden sonra malımı üç oğlumun en tembeli hangisiyse o alsın diye vasiyette bulunması
- وصیت کردن آن شخص کی بعد از من او برد مال مرا از سه فرزند من کی کاهلترست
- Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
- آن یکی شخص به وقت مرگ خویش ** گفت بود اندر وصیت پیشپیش
- Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
- سه پسر بودش چو سه سرو روان ** وقف ایشان کرده او جان و روان
- Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadat altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
- گفت هرچه در کفم کاله و زرست ** او برد زین هر سه کو کاهلترست
- Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti. 4880
- گفت با قاضی و پس اندرز کرد ** بعد از آن جام شراب مرگ خورد
- Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
- گفته فرزندان به قاضی کای کریم ** نگذریم از حکم او ما سه یتیم
- Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
- سمع و طاعه میکنیم او راست دست ** آنچه او فرمود بر ما نافذست // ما چو اسماعیل ز ابراهیم خود ** سر نپیچیم ارچه قربان میکند
- Kadı dedi ki: Her birimiz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de
- گفت قاضی هر یکی با عاقلیش ** تا بگوید قصهای از کاهلیش
- Bakalım hangimiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın. 4885
- تا ببینم کاهلی هر یکی ** تا بدانم حال هر یک بیشکی
- Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
- عارفان از دو جهان کاهلترند ** زانک بی شد یار خرمن میبرند