- Kendine gel, o düşmanı defetmek için ihtiyatlı davran demişti. O yalan yanlış, kim olursa olsun her doğanı öldürüyordu.
- هین بکن در دفع آن خصم احتیاط ** هر که میزایید میکشت از خباط
- Onun gördüğü, vahyi getirecek çocuğu yetiştirdi. Başkalarının kanları, boynunda kaldı.
- کوری او رست طفل وحی کش ** ماند خونهای دگر در گردنش
- Acaba o saltanatı babadan mı bulmuştu da gururu, kendisini soy sop karanlıklarına daldırdı?
- از پدر یابید آن ملک ای عجب ** تا غرورش داد ظلمات نسب
- Başkalarına ana, baba perde kesilir. Fakat o, yeninde, yakasında bulunan mücevherleri bizden buldu. 4855
- دیگران را گر ام و اب شد حجاب ** او ز ما یابید گوهرها به جیب
- Şüphe yok ki kötü bir arkadaş olan nafis, yırtıcı bir kurttur. Sen ona bak, ne diye her arkadaşa bahane bulup duruyorsun?
- گرگ درندهست نفس بد یقین ** چه بهانه مینهی بر هر قرین
- Sapıklık âleminde her kele bir külah vardır. Çirkin kâfir ve işi gücü pislikten ibaret nefis diyorum ya.
- در ضلالت هست صد کل را کله ** نفس زشت کفرناک پر سفه
- Ey yoksul, bunun için diyorum işte. Köpeğin boynundan tasmayı çözme.
- زین سبب میگویم این بندهی فقیر ** سلسله از گردن سگ برمگیر
- Bu köpek, terbiye edilse bile yine köpektir. "Ne mutlu nefsini aşağılayana" hükmüne uy, o, kötü damarlıdır.
- گر معلم گشت این سگ هم سگست ** باش ذلت نفسه کو بدرگست
- Taif sahtiyanı gibi bir Süheyl yıldızının etrafında döner dolaşırsan farzı yerine getirmiş olursun, 4860
- فرض میآری به جا گر طایفی ** بر سهیلی چون ادیم طایفی
- Nihayet Süheyl yıldızı, onu deri şerrinden kurtarır. Bu suretle de sevgilinin ayağına giydiği çediğe dönersin.
- تا سهیلت وا خرد از شر پوست ** تا شوی چون موزهای همپای دوست
- Bütün Kur'an, nefsin kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat sende o göz nerde?
- جمله قرآن شرح خبث نفسهاست ** بنگر اندر مصحف آن چشمت کجاست
- Vesile bulup da peygamberle savaşmada kılı kırka yaran aşağılık kişileri anlatıp durmadadır.
- ذکر نفس عادیان کالت بیافت ** در قتال انبیا مو میشکافت
- Zaman zaman edepsiz nefsin kötülüğünden ansızın âleme alevler yayılmıştır.
- قرن قرن از شوم نفس بیادب ** ناگهان اندر جهان میزد لهب
- Şehzade, padişahın gönlünden bir zahım yedi, faziletlere tamamiyle sahip otamadan dünyadan gitti.
- رجوع کردن بدان قصه کی شاهزاده بدان طغیان زخم خورد از خاطر شاه پیش از استکمال فضایل دیگر از دنیا برفت
- Hikâyeyi kısa kes. O gayretli padişahın gayreti bir yıl sonra şehzadeyi mezara götürdü. 4865
- قصه کوته کن که رای نفس کور ** برد او را بعد سالی سوی گور
- Padişah, mahiv âleminden varlık âlemine gelinceye kadar Mirrih yıldızı gibi kan dökücü olan gözü, o kanı dökmüş gitmişti.
- شاه چون از محو شد سوی وجود ** چشم مریخیش آن خون کرده بود
- O eşsiz padişah tirkeşine bakınca gördü ki bir ok yok.
- چون به ترکش بنگرید آن بینظیر ** دید کم از ترکشش یک چوبه تیر
- Tanrı etrafında fırlayan o ok nerde? dedi. Onun boğazındaki ok, senin attığın ok diye cevap geldi.
- گفت کو آن تیر و از حق باز جست ** گفت که اندر حلق او کز تیر تست
- O deryadil padişah affetti ama ne fayda. Ok, can alacak yerine raslamıştı.
- عفو کرد آن شاه دریادل ولی ** آمده بد تیر اه بر مقتلی
- Şehzade öldürüldü. Fakat ona padişah yas tutup ağlamaya koyuldu, öldüren de o, öldürülene veli olan da o. 4870
- کشته شد در نوحهی او میگریست ** اوست جمله هم کشنده و هم ولیست
- İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
- ور نباشد هر دو او پس کل نیست ** هم کشندهی خلق و هم ماتمکنیست
- O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.
- شکر میکرد آن شهید زردخد ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد
- Zâhirî beden, nihayet gideceği yere gidecek. Fakat mâna, ebediyen neşeli bir surette yaşıyacak.
- جسم ظاهر عاقبت خود رفتنیست ** تا ابد معنی بخواهد شاد زیست
- Darılmada ancak bedendeydi. Sevgili incinmeden sevgiliyle kavuştu.
- آن عتاب ار رفت هم بر پوست رفت ** دوست بیآزار سوی دوست رفت
- Gerçi şehzade, o padişahlar padişahının terkisine yapıştı, fakat nihayet göze geldi, yolu tutup gitti. 4875
- گرچه او فتراک شاهنشه گرفت ** آخر از عین الکمال او ره گرفت
- Üçüncü kardeşleri, her üçünün de en tembeliydi; fakat suret bakımından da öndülü o kaptı, mâna bakımından da.
- و آن سوم کاهلترین هر سه بود ** صورت و معنی به کلی او ربود
- Bir adamın, benden sonra malımı üç oğlumun en tembeli hangisiyse o alsın diye vasiyette bulunması
- وصیت کردن آن شخص کی بعد از من او برد مال مرا از سه فرزند من کی کاهلترست
- Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
- آن یکی شخص به وقت مرگ خویش ** گفت بود اندر وصیت پیشپیش
- Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
- سه پسر بودش چو سه سرو روان ** وقف ایشان کرده او جان و روان
- Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadat altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
- گفت هرچه در کفم کاله و زرست ** او برد زین هر سه کو کاهلترست
- Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti. 4880
- گفت با قاضی و پس اندرز کرد ** بعد از آن جام شراب مرگ خورد
- Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
- گفته فرزندان به قاضی کای کریم ** نگذریم از حکم او ما سه یتیم
- Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
- سمع و طاعه میکنیم او راست دست ** آنچه او فرمود بر ما نافذست // ما چو اسماعیل ز ابراهیم خود ** سر نپیچیم ارچه قربان میکند
- Kadı dedi ki: Her birimiz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de
- گفت قاضی هر یکی با عاقلیش ** تا بگوید قصهای از کاهلیش
- Bakalım hangimiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın. 4885
- تا ببینم کاهلی هر یکی ** تا بدانم حال هر یک بیشکی
- Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
- عارفان از دو جهان کاهلترند ** زانک بی شد یار خرمن میبرند
- Onlar, tembelliğini senet edinmişlerdir. Çünkü onların işini Tanrı başarır.
- کاهلی را کردهاند ایشان سند ** کار ایشان را چو یزدان میکند
- Halk, Tanrı'nın işini görmez. Bu yüzden de sabah akşam dilencilikten vazgeçerler.
- کار یزدان را نمیبینند عام ** مینیاسایند از کد صبح و شام
- Evet, tembelliğinizi söyleyin de sırrınızı anlayayım, tembelliğinizin derecesini bileyim.
- هین ز حد کاهلی گویید باز ** تا بدانم حد آن از کشف راز
- Şüphe yok her dil, gönüle perdedir. Perde deprendi mi sırlara erilir. 4890
- بیگمان که هر زبان پردهی دلست ** چون بجنبد پرده سرها واصلست
- Kebap olmuş bir et parçası kadar küçücük bir perde yüzlerce güneşi örter.
- پردهی کوچک چو یک شرحه کباب ** میبپوشد صورت صد آفتاب
- Hattâ söz, yalan bile olsa sözdeki koku, onun doğru, yahut yalan olduğunu haber verir.
- گر بیان نطق کاذب نیز هست ** لیک بوی از صدق و کذبش مخبرست
- Çayırlıktan, çimenlikten gelen yel, külhandan esip gelen yelden farkedilir.
- آن نسیمی که بیایدت از چمن ** هست پیدا از سموم گولخن
- Doğru sözle ahmağı aldatan yalan misk ve sarımsak kokusu gibi nefesten anlaşılır.
- بوی صدق و بوی کذب گولگیر ** هست پیدا در نفس چون مشک و سیر
- İkilikli ve münafık dostunu, münafıklığından anlamıyorsan ondan gelen pis kokudan anla. 4895
- گر ندانی یار را از دهدله ** از مشام فاسد خود کن گله
- Puştların nârasiyle babayiğit erlerin narası, tilkiyle aslanın sesi gibi farkedilir.
- بانگ حیزان و شجاعان دلیر ** هست پیدا چون فن روباه و شیر
- Yahut da dil, tenceresinin kapağına benzer. Oynadı, açıldı mı içinde ne yemek var, anlarsın.
- یا زبان همچون سر دیگست راست ** چون بجنبد تو بدانی چه اباست
- Aklı keskin adam, tencerede tatlı yemek mi var, sirkeli ve ekşi aş mı? Dumanından anlar.
- از بخار آن بداند تیزهش ** دیگ شیرینی ز سکباج ترش
- Biri, yeni bir çömlek almak istese alırken çömleğe elini vurdu mu kırıksa derhal anlar, kırığını görür.
- دست بر دیگ نوی چون زد فتی ** وقت بخریدن بدید اشکسته را
- Çocukların biri dedi ki: Ben adamı, sözünden derhal anlarım. Söz söylemezse üç gün içinde yine ne haldedir, nasıl adamdır? Anlar, bilirim. 4900
- گفت دانم مرد را در حین ز پوز ** ور نگوید دانمش اندر سه روز
- Öbürü, söylerse anlarım, söylemezse onu söz söylemeye mecbur eder, sıkıştırırın, dedi.
- وآن دگر گفت ار بگوید دانمش ** ور نگوید در سخن پیچانمش