English    Türkçe    فارسی   

6
4858-4907

  • Ey yoksul, bunun için diyorum işte. Köpeğin boynundan tasmayı çözme.
  • زین سبب می‌گویم این بنده‌ی فقیر  ** سلسله از گردن سگ برمگیر 
  • Bu köpek, terbiye edilse bile yine köpektir. "Ne mutlu nefsini aşağılayana" hükmüne uy, o, kötü damarlıdır.
  • گر معلم گشت این سگ هم سگست  ** باش ذلت نفسه کو بدرگست 
  • Taif sahtiyanı gibi bir Süheyl yıldızının etrafında döner dolaşırsan farzı yerine getirmiş olursun, 4860
  • فرض می‌آری به جا گر طایفی  ** بر سهیلی چون ادیم طایفی 
  • Nihayet Süheyl yıldızı, onu deri şerrinden kurtarır. Bu suretle de sevgilinin ayağına giydiği çediğe dönersin.
  • تا سهیلت وا خرد از شر پوست  ** تا شوی چون موزه‌ای هم‌پای دوست 
  • Bütün Kur'an, nefsin kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat sende o göz nerde?
  • جمله قرآن شرح خبث نفس‌هاست  ** بنگر اندر مصحف آن چشمت کجاست 
  • Vesile bulup da peygamberle savaşmada kılı kırka yaran aşağılık kişileri anlatıp durmadadır.
  • ذکر نفس عادیان کالت بیافت  ** در قتال انبیا مو می‌شکافت 
  • Zaman zaman edepsiz nefsin kötülüğünden ansızın âleme alevler yayılmıştır.
  • قرن قرن از شوم نفس بی‌ادب  ** ناگهان اندر جهان می‌زد لهب 
  • Şehzade, padişahın gönlünden bir zahım yedi, faziletlere tamamiyle sahip otamadan dünyadan gitti.
  • رجوع کردن بدان قصه کی شاه‌زاده بدان طغیان زخم خورد از خاطر شاه پیش از استکمال فضایل دیگر از دنیا برفت 
  • Hikâyeyi kısa kes. O gayretli padişahın gayreti bir yıl sonra şehzadeyi mezara götürdü. 4865
  • قصه کوته کن که رای نفس کور  ** برد او را بعد سالی سوی گور 
  • Padişah, mahiv âleminden varlık âlemine gelinceye kadar Mirrih yıldızı gibi kan dökücü olan gözü, o kanı dökmüş gitmişti.
  • شاه چون از محو شد سوی وجود  ** چشم مریخیش آن خون کرده بود 
  • O eşsiz padişah tirkeşine bakınca gördü ki bir ok yok.
  • چون به ترکش بنگرید آن بی‌نظیر  ** دید کم از ترکشش یک چوبه تیر 
  • Tanrı etrafında fırlayan o ok nerde? dedi. Onun boğazındaki ok, senin attığın ok diye cevap geldi.
  • گفت کو آن تیر و از حق باز جست  ** گفت که اندر حلق او کز تیر تست 
  • O deryadil padişah affetti ama ne fayda. Ok, can alacak yerine raslamıştı.
  • عفو کرد آن شاه دریادل ولی  ** آمده بد تیر اه بر مقتلی 
  • Şehzade öldürüldü. Fakat ona padişah yas tutup ağlamaya koyuldu, öldüren de o, öldürülene veli olan da o. 4870
  • کشته شد در نوحه‌ی او می‌گریست  ** اوست جمله هم کشنده و هم ولیست 
  • İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
  • ور نباشد هر دو او پس کل نیست  ** هم کشنده‌ی خلق و هم ماتم‌کنیست 
  • O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.
  • شکر می‌کرد آن شهید زردخد  ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد 
  • Zâhirî beden, nihayet gideceği yere gidecek. Fakat mâna, ebediyen neşeli bir surette yaşıyacak.
  • جسم ظاهر عاقبت خود رفتنیست  ** تا ابد معنی بخواهد شاد زیست 
  • Darılmada ancak bedendeydi. Sevgili incinmeden sevgiliyle kavuştu.
  • آن عتاب ار رفت هم بر پوست رفت  ** دوست بی‌آزار سوی دوست رفت 
  • Gerçi şehzade, o padişahlar padişahının terkisine yapıştı, fakat nihayet göze geldi, yolu tutup gitti. 4875
  • گرچه او فتراک شاهنشه گرفت  ** آخر از عین الکمال او ره گرفت 
  • Üçüncü kardeşleri, her üçünün de en tembeliydi; fakat suret bakımından da öndülü o kaptı, mâna bakımından da.
  • و آن سوم کاهل‌ترین هر سه بود  ** صورت و معنی به کلی او ربود 
  • Bir adamın, benden sonra malımı üç oğlumun en tembeli hangisiyse o alsın diye vasiyette bulunması
  • وصیت کردن آن شخص کی بعد از من او برد مال مرا از سه فرزند من کی کاهل‌ترست 
  • Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
  • آن یکی شخص به وقت مرگ خویش  ** گفت بود اندر وصیت پیش‌پیش 
  • Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
  • سه پسر بودش چو سه سرو روان  ** وقف ایشان کرده او جان و روان 
  • Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadat altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
  • گفت هرچه در کفم کاله و زرست  ** او برد زین هر سه کو کاهل‌ترست 
  • Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti. 4880
  • گفت با قاضی و پس اندرز کرد  ** بعد از آن جام شراب مرگ خورد 
  • Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
  • گفته فرزندان به قاضی کای کریم  ** نگذریم از حکم او ما سه یتیم 
  • Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
  • سمع و طاعه میکنیم او راست دست ** آنچه او فرمود بر ما نافذست // ما چو اسماعیل ز ابراهیم خود ** سر نپیچیم ارچه قربان میکند
  • Kadı dedi ki: Her birimiz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de
  • گفت قاضی هر یکی با عاقلیش  ** تا بگوید قصه‌ای از کاهلیش 
  • Bakalım hangimiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın. 4885
  • تا ببینم کاهلی هر یکی  ** تا بدانم حال هر یک بی‌شکی 
  • Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
  • عارفان از دو جهان کاهل‌ترند  ** زانک بی شد یار خرمن می‌برند 
  • Onlar, tembelliğini senet edinmişlerdir. Çünkü onların işini Tanrı başarır.
  • کاهلی را کرده‌اند ایشان سند  ** کار ایشان را چو یزدان می‌کند 
  • Halk, Tanrı'nın işini görmez. Bu yüzden de sabah akşam dilencilikten vazgeçerler.
  • کار یزدان را نمی‌بینند عام  ** می‌نیاسایند از کد صبح و شام 
  • Evet, tembelliğinizi söyleyin de sırrınızı anlayayım, tembelliğinizin derecesini bileyim.
  • هین ز حد کاهلی گویید باز  ** تا بدانم حد آن از کشف راز 
  • Şüphe yok her dil, gönüle perdedir. Perde deprendi mi sırlara erilir. 4890
  • بی‌گمان که هر زبان پرده‌ی دلست  ** چون بجنبد پرده سرها واصلست 
  • Kebap olmuş bir et parçası kadar küçücük bir perde yüzlerce güneşi örter.
  • پرده‌ی کوچک چو یک شرحه کباب  ** می‌بپوشد صورت صد آفتاب 
  • Hattâ söz, yalan bile olsa sözdeki koku, onun doğru, yahut yalan olduğunu haber verir.
  • گر بیان نطق کاذب نیز هست  ** لیک بوی از صدق و کذبش مخبرست 
  • Çayırlıktan, çimenlikten gelen yel, külhandan esip gelen yelden farkedilir.
  • آن نسیمی که بیایدت از چمن  ** هست پیدا از سموم گولخن 
  • Doğru sözle ahmağı aldatan yalan misk ve sarımsak kokusu gibi nefesten anlaşılır.
  • بوی صدق و بوی کذب گول‌گیر  ** هست پیدا در نفس چون مشک و سیر 
  • İkilikli ve münafık dostunu, münafıklığından anlamıyorsan ondan gelen pis kokudan anla. 4895
  • گر ندانی یار را از ده‌دله  ** از مشام فاسد خود کن گله 
  • Puştların nârasiyle babayiğit erlerin narası, tilkiyle aslanın sesi gibi farkedilir.
  • بانگ حیزان و شجاعان دلیر  ** هست پیدا چون فن روباه و شیر 
  • Yahut da dil, tenceresinin kapağına benzer. Oynadı, açıldı mı içinde ne yemek var, anlarsın.
  • یا زبان هم‌چون سر دیگست راست  ** چون بجنبد تو بدانی چه اباست 
  • Aklı keskin adam, tencerede tatlı yemek mi var, sirkeli ve ekşi aş mı? Dumanından anlar.
  • از بخار آن بداند تیزهش  ** دیگ شیرینی ز سکباج ترش 
  • Biri, yeni bir çömlek almak istese alırken çömleğe elini vurdu mu kırıksa derhal anlar, kırığını görür.
  • دست بر دیگ نوی چون زد فتی  ** وقت بخریدن بدید اشکسته را 
  • Çocukların biri dedi ki: Ben adamı, sözünden derhal anlarım. Söz söylemezse üç gün içinde yine ne haldedir, nasıl adamdır? Anlar, bilirim. 4900
  • گفت دانم مرد را در حین ز پوز  ** ور نگوید دانمش اندر سه روز 
  • Öbürü, söylerse anlarım, söylemezse onu söz söylemeye mecbur eder, sıkıştırırın, dedi.
  • وآن دگر گفت ار بگوید دانمش  ** ور نگوید در سخن پیچانمش 
  • Kadı dedi ki: Ya o bu hileyi duymuşsa. Ağzını kapar, susar, hiç söz söylemez.
  • گفت اگر این مکر بشنیده بود  ** لب ببندد در خموشی در رود 
  • Örnek
  • مثل 
  • Hani ananın biri, çocuğuna dedi ki: Geceleyin sana bir hayal görünürse,
  • آنچنان که گفت مادر بچه را  ** گر خیالی آیدت در شب فرا 
  • Mezarlıkta, yahut korkulu bir yerde kin güden kapkara bir hayal görürsen
  • یا بگورستان و جای سهمگین  ** تو خیالی بینی اسود پر ز کین 
  • Gönlünü sağlam tut, üstüne saldır. Derhal senden yüz çevirir. 4905
  • دل قوی دار و بکن حمله برو  ** او بگرداند ز تو در حال رو 
  • Çocuk dedi ki: Bu deve benzeyen hayale de anası, bu sözü söylemişse
  • گفت کودک آن خیال دیووش  ** گر بدو این گفته باشد مادرش 
  • Ben ona saldırdım mı o da benim boynuma sarılır, anasının emrini tutar. O vakit ben ne yaparım?
  • حمله آرم افتد اندر گردنم  ** ز امر مادر پس من آنگه چون کنم