- Tanrı etrafında fırlayan o ok nerde? dedi. Onun boğazındaki ok, senin attığın ok diye cevap geldi.
- گفت کو آن تیر و از حق باز جست ** گفت که اندر حلق او کز تیر تست
- O deryadil padişah affetti ama ne fayda. Ok, can alacak yerine raslamıştı.
- عفو کرد آن شاه دریادل ولی ** آمده بد تیر اه بر مقتلی
- Şehzade öldürüldü. Fakat ona padişah yas tutup ağlamaya koyuldu, öldüren de o, öldürülene veli olan da o. 4870
- کشته شد در نوحهی او میگریست ** اوست جمله هم کشنده و هم ولیست
- İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
- ور نباشد هر دو او پس کل نیست ** هم کشندهی خلق و هم ماتمکنیست
- O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.
- شکر میکرد آن شهید زردخد ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد
- Zâhirî beden, nihayet gideceği yere gidecek. Fakat mâna, ebediyen neşeli bir surette yaşıyacak.
- جسم ظاهر عاقبت خود رفتنیست ** تا ابد معنی بخواهد شاد زیست
- Darılmada ancak bedendeydi. Sevgili incinmeden sevgiliyle kavuştu.
- آن عتاب ار رفت هم بر پوست رفت ** دوست بیآزار سوی دوست رفت
- Gerçi şehzade, o padişahlar padişahının terkisine yapıştı, fakat nihayet göze geldi, yolu tutup gitti. 4875
- گرچه او فتراک شاهنشه گرفت ** آخر از عین الکمال او ره گرفت
- Üçüncü kardeşleri, her üçünün de en tembeliydi; fakat suret bakımından da öndülü o kaptı, mâna bakımından da.
- و آن سوم کاهلترین هر سه بود ** صورت و معنی به کلی او ربود
- Bir adamın, benden sonra malımı üç oğlumun en tembeli hangisiyse o alsın diye vasiyette bulunması
- وصیت کردن آن شخص کی بعد از من او برد مال مرا از سه فرزند من کی کاهلترست
- Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
- آن یکی شخص به وقت مرگ خویش ** گفت بود اندر وصیت پیشپیش
- Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
- سه پسر بودش چو سه سرو روان ** وقف ایشان کرده او جان و روان
- Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadat altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
- گفت هرچه در کفم کاله و زرست ** او برد زین هر سه کو کاهلترست
- Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti. 4880
- گفت با قاضی و پس اندرز کرد ** بعد از آن جام شراب مرگ خورد
- Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
- گفته فرزندان به قاضی کای کریم ** نگذریم از حکم او ما سه یتیم
- Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
- سمع و طاعه میکنیم او راست دست ** آنچه او فرمود بر ما نافذست // ما چو اسماعیل ز ابراهیم خود ** سر نپیچیم ارچه قربان میکند
- Kadı dedi ki: Her birimiz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de
- گفت قاضی هر یکی با عاقلیش ** تا بگوید قصهای از کاهلیش
- Bakalım hangimiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın. 4885
- تا ببینم کاهلی هر یکی ** تا بدانم حال هر یک بیشکی
- Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
- عارفان از دو جهان کاهلترند ** زانک بی شد یار خرمن میبرند
- Onlar, tembelliğini senet edinmişlerdir. Çünkü onların işini Tanrı başarır.
- کاهلی را کردهاند ایشان سند ** کار ایشان را چو یزدان میکند
- Halk, Tanrı'nın işini görmez. Bu yüzden de sabah akşam dilencilikten vazgeçerler.
- کار یزدان را نمیبینند عام ** مینیاسایند از کد صبح و شام
- Evet, tembelliğinizi söyleyin de sırrınızı anlayayım, tembelliğinizin derecesini bileyim.
- هین ز حد کاهلی گویید باز ** تا بدانم حد آن از کشف راز
- Şüphe yok her dil, gönüle perdedir. Perde deprendi mi sırlara erilir. 4890
- بیگمان که هر زبان پردهی دلست ** چون بجنبد پرده سرها واصلست
- Kebap olmuş bir et parçası kadar küçücük bir perde yüzlerce güneşi örter.
- پردهی کوچک چو یک شرحه کباب ** میبپوشد صورت صد آفتاب
- Hattâ söz, yalan bile olsa sözdeki koku, onun doğru, yahut yalan olduğunu haber verir.
- گر بیان نطق کاذب نیز هست ** لیک بوی از صدق و کذبش مخبرست
- Çayırlıktan, çimenlikten gelen yel, külhandan esip gelen yelden farkedilir.
- آن نسیمی که بیایدت از چمن ** هست پیدا از سموم گولخن
- Doğru sözle ahmağı aldatan yalan misk ve sarımsak kokusu gibi nefesten anlaşılır.
- بوی صدق و بوی کذب گولگیر ** هست پیدا در نفس چون مشک و سیر
- İkilikli ve münafık dostunu, münafıklığından anlamıyorsan ondan gelen pis kokudan anla. 4895
- گر ندانی یار را از دهدله ** از مشام فاسد خود کن گله
- Puştların nârasiyle babayiğit erlerin narası, tilkiyle aslanın sesi gibi farkedilir.
- بانگ حیزان و شجاعان دلیر ** هست پیدا چون فن روباه و شیر
- Yahut da dil, tenceresinin kapağına benzer. Oynadı, açıldı mı içinde ne yemek var, anlarsın.
- یا زبان همچون سر دیگست راست ** چون بجنبد تو بدانی چه اباست
- Aklı keskin adam, tencerede tatlı yemek mi var, sirkeli ve ekşi aş mı? Dumanından anlar.
- از بخار آن بداند تیزهش ** دیگ شیرینی ز سکباج ترش
- Biri, yeni bir çömlek almak istese alırken çömleğe elini vurdu mu kırıksa derhal anlar, kırığını görür.
- دست بر دیگ نوی چون زد فتی ** وقت بخریدن بدید اشکسته را
- Çocukların biri dedi ki: Ben adamı, sözünden derhal anlarım. Söz söylemezse üç gün içinde yine ne haldedir, nasıl adamdır? Anlar, bilirim. 4900
- گفت دانم مرد را در حین ز پوز ** ور نگوید دانمش اندر سه روز
- Öbürü, söylerse anlarım, söylemezse onu söz söylemeye mecbur eder, sıkıştırırın, dedi.
- وآن دگر گفت ار بگوید دانمش ** ور نگوید در سخن پیچانمش
- Kadı dedi ki: Ya o bu hileyi duymuşsa. Ağzını kapar, susar, hiç söz söylemez.
- گفت اگر این مکر بشنیده بود ** لب ببندد در خموشی در رود
- Hani ananın biri, çocuğuna dedi ki: Geceleyin sana bir hayal görünürse,
- آنچنان که گفت مادر بچه را ** گر خیالی آیدت در شب فرا
- Mezarlıkta, yahut korkulu bir yerde kin güden kapkara bir hayal görürsen
- یا بگورستان و جای سهمگین ** تو خیالی بینی اسود پر ز کین
- Gönlünü sağlam tut, üstüne saldır. Derhal senden yüz çevirir. 4905
- دل قوی دار و بکن حمله برو ** او بگرداند ز تو در حال رو
- Çocuk dedi ki: Bu deve benzeyen hayale de anası, bu sözü söylemişse
- گفت کودک آن خیال دیووش ** گر بدو این گفته باشد مادرش
- Ben ona saldırdım mı o da benim boynuma sarılır, anasının emrini tutar. O vakit ben ne yaparım?
- حمله آرم افتد اندر گردنم ** ز امر مادر پس من آنگه چون کنم
- Sen çevik dur, korkma diyorsun. O çirkin hayalin de bir anası vardır elbet.
- تو همیآموزیم که چست ایست ** آن خیال زشت را هم مادریست
- Şeytana da akıl öğreten tek birisi, insana da. Kuvveti, kudreti olmasa bile düşmana üst gelen, onun lûtfiyle üst gelir.
- دیو و مردم را ملقن آن یکیست ** غالب از وی گردد ار خصم اندکیست
- O halim nerdeyse Tanrı hakkiyçin, Tanrı hakkiyçin sen de o yana yürü, o tarafa ol. 4910
- تا کدامین سوی باشد آن یواش ** اللهالله رو تو هم زان سوی باش
- Kadı dedi ki: Hile yapar, söz söylemezse, o er, senin hileni anlarsa...
- گفت اگر از مکر ناید در کلام ** حیله را دانسته باشد آن همام
- Sırrını nasıl öğrenirsin? Doğru söyle. Çocuk, onun önünde susar, otururum.
- سر او را چون شناسی راست گو ** گفت من خامش نشینم پیش او
- Çıkacağım yere sabrı merdiven yapar, "Sabır ferahlığın anahtarıdır" sırrına ererim.
- صبر را سلم کنم سوی درج ** تا بر آیم صبر مفتاح الفرج
- Fakat huzurunda otururken bu âlemin neşe ve gamına ait olmıyan bir söz, gönlünden coşuverirse
- ور بجوشد در حضورش از دلم ** منطقی بیرون ازین شادی و غم
- Artık bilirim ki Yemen ülkesine Süheyl yıldızını yolladığı gibi bu sözü de bana veren odur. 4915
- من بدانم کو فرستاد آن بمن ** از ضمیر چون سهیل اندر یمن
- Gönlümden kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü gönülden gönüle pencere vardır.
- در دل من آن سخن زان میمنهست ** زانک از دل جانب دل روزنهست