English    Türkçe    فارسی   

6
670-719

  • Peygamberin huzuruna bir kör geldi, ey her hamur teknesine ihsanda bulunan dedi. 670
  • Sen, sulara, yağmurlara hâkimsin, ben de susuzum, su istiyorum. Ey beni suvaran medet, medet!
  • Kör kapıdan aceleyle gelince Ayşe, görünmemek için derhal kaçtı.
  • O temiz kadın, kıskanç peygamberin gayretini biliyordu.
  • Kim daha güzelse kıskançlığı daha artıktır. Çünkü oğullarım, kıskançlık nazdan meydana gelir.
  • Kokmuş kocakarılar, çirkinliklerini, kartlıklarını bilirler de kocalarına kendi elleriyle genç kadın alırlar, kendi elleriyle kendilerine ortak getirirler. 675
  • İki âlemde de Ahmed’in güzelliği gibi güzellik mi var? Allah nuru, ona yardım etmede.
  • İki âlemin nazı da onda olacak elbet. Bu bakımdan kıskançlık da, güneşten yüz kat daha parlak olan ona yaraşır.
  • Topumu Zühal yıldızına attım. Yıldızlar, yüzünüzü çevirin.
  • Benim eşi olmayan parlaklığıma karşı yok olun. Yoksa nuruma karşı rüsvay olursunuz.
  • Ben her gece keremimden kaybolurum, gider gibi görünürüm, yoksa nereye gideceğim? 680
  • Gider gibi görünürüm de, siz de bir gececik olsun bensiz şu âlemde yarasalar gibi kanat çırpın!
  • Tavus kuşları gibi kanatlarınızı gösterin, sarhoş olun, baş çekin, ululanın.
  • Fakat çarık nasıl Eyaz’ın mumu ise siz de arada bir o çirkin ayaklarınıza bakın.
  • Benlikle sol taraf ehlinden olmayasınız diye kulağınızı çekmek için sabahleyin yüz gösteririm der.
  • Bunu bırak da bu söz uzundur. Kün emri sözü uzatmayı nehyetmiştir. 685
  • Mustafa aleyhisselâm’ın ,gönlümdekini biliyor mu,yoksa söylenen bir sözü mü taklit ediyor diye anlamak için,Allah razı olsun, Ayşeyi sınaması ve “Neden gizleniyorsun?Gizlenme. Kör,seni görmüyor ki” demesi.
  • Peygamber, sınamak için “O kadar gizlenme, o seni görmüyor ki” dedi.
  • Ayşe elleriyle işaret ederek “O görmüyor ama ben onu görüyorum ya” demek istedi.
  • Bu öğüt vericinin sözlerinin benzetmelerle, örneklerle dolu olması, aklın, ruhun güzelliğine karşı kıskançlığından onu göstermek istemeyişinden ileri gelir.
  • Ruh, bu kadar gizliyken akıl, neden bu derece de onu kıskanır?
  • Onun nuru, kendi yüzünü örtmüştür. A kıskanç, kimden gizliyorsun? 690
  • Bu güneş, yüzünü örtmeden seyredip durmada. Fakat onun şiddetli nuru, yüzüne perde olmada.
  • Güneş bile ondan bir eser görmemekte. Artık sen, onu kimden gizlersin ki a kıskanç?
  • Fakat bende öyle bir kıskançlık var ki onu kendimden bile kıskanır, kendimden bile gizlemek isterim.
  • Şiddetli kıskançlık ateşimden gözlerimle, kulaklarımla savaşa girişmişim âdeta.
  • Ey can, ey gönül! Mademki bu kadar kıskançsın, ağzını yum, sözü bırak bari. 695
  • Fakat korkarım ,susarsam o güneş başka bir yerde perdesini yırtar, kendini gösterir.
  • Sükûtumuz ondan daha ziyade anlatmış olur. Onu görünmekten men edersek görünmeye olan meyli daha fazlalaşır.
  • Deniz coşup kükredi mi, kükreyişi köpük halinde görünür; köpürüşü, “Bilinmeyi diledim, sevdim de halkı yarattım” sırrını meydana getirir.
  • Söz söylemekse o pencereyi kapatmak demektir. Söz söylemek, onu gizlemenin ta kendisidir.
  • Güle karşı bülbüle naralar at da ondan haberi olmayanlara korkusunu duyurma, oyala bu nağmelerle onları. 700
  • Kulakları, sözle meşgul olsun da akılları, gülün yüzünü görme havasına kapılmasın.
  • Hele pek aydın olan bu güneşin karşısında her delil hakikatte yol vurucudur.
  • Çalgıcı ,Türk beyinin meclisinde şu gazeli okumaya başladı: Gül müsün,süsen mi,yoksa ay mı? Bilmiyorum ki ,bu perişan âşıktan ne istersin ? Bilmem ki...Türk beyi bunu duyunca ”Bildiğini söyle be!” diye bağırdı, çalgıcı da ona cevap verdi.
  • Çalgıcı, sarhoş Türk’ün huzurunda nağmelere gizleyerek elest sırlarını söylemeye başladı:
  • Bilmem ki ay mısın, put mu? Bilmem ki benden ne istersin?
  • Bilmem ki sana nasıl hizmet edeyim? Susup oturayım mı, yoksa söyleyeyim mi? 705
  • Şaşılacak şey şu: Hem benden ayrı değilsin, hem de ben neredeyim, sen neredesin? Bunu bir türlü bilmiyorum.
  • Bilmiyorum beni nasıl çekiyor da bazen karalar da yürütüyor, bazen kan denizlerine gark ediyorsun.
  • Böylece ağzını açıp bilmem, bilmiyorum demeye girişti, boyuna bu lâfı söylüyordu.
  • Bilmiyorum sözü haddi aşınca Türkümüz kızdı, kızıştı.
  • Yerinden fırlayıp topuzunu çekti, çalgıcının başına çöktü. 710
  • Hemen bir çavuş koşup topuzu yakaladı, çalgıcıyı öldürmek size yaraşmaz dedi.
  • Türk dedi ki: Bu sayısız tekerlemesi, kafamı şişirdi, bari ben onun kafasını ezeyim de görsün!
  • A kaltaban, bilmiyorsan nane yeme... Biliyorsan ne söyleyeceksen söyle.
  • A ahmak bildiğini söyle bari de bilmiyorum, bilmiyorum deyip durma.
  • Ben; neredensin, nerelisin be adam? diye soruyorum. Sen, ne Herat’lıyım ne Belh’li... 715
  • Ne Bağdat’lıyım, ne Musul’lu, ne de Tıraz’lı diyor, ne, ne diye uzatıp duruyorsun.
  • Nereliysen söyle bari de kurtul. Burada meramını söylememek aptallıktır.
  • Yahut da sana ne yedin diye soruversem ne şarap içtim, ne kebap yedim...
  • Ne et yedim, ne tirit, ne de mercimek diyorsun. Ne yediysen yalnız onu söyle, kâfi.