English    Türkçe    فارسی   

6
736-785

  • Yok demek, şüphe yok ki var olanın varlığın zıddıdır. Yok, diyorum, bilmem diyorum, sen de bu zıtla, zıddı olan varı ve varlığı birazcık anla artık.
  • Bu zamanda zıddı nefyetmeden başka anlatış çaresi yok.Bu âlemde bir an bile yok ki tuzak olmasın.
  • Ey akıllı fikirli er, sevgiliyi perdesiz görmek istiyorsan ölümü seç, o perdeyi yırt.
  • Fakat, ölür mezara gidersin hani o ölümü değil. Seni değiştiren nura götüren ölümü seç.
  • Erkek, erkeklik çağına girdi, kendini bildi mi çocukluk, ölür gider; Rum diyarına mensup olur. Zencilik kalmaz. 740
  • Toprak, altın oldu mu topraklığı kalmaz. Gam ferahlık haline geldi mi insana keder verme dikeni yok olur gider.
  • Mustafa, bunun için ey sırları arayan, diri olan bir ölü görmek istersen dedi...
  • Diriler gibi şu toprak üstünde ölü olarak yürüyen, canı göklere yücelmiş,
  • Yüceleri yurt edinmiş birisini görmek dilersen...
  • Ölümden önce bu âlemden göçmüş, akılla değil de ancak sen de ölürsen anlayacağın bir hale gelmiş... 745
  • Canı, halkın canı gibi göçmemiş, bir duraktan bir durağa göçe göçe ta son durağa varmış,
  • Birisini, yeryüzünde bu sıfatlara bürünmüş gezip duran bir ölüyü görmek istersen...
  • Tertemiz Ebu Bekir’i gör ki o, doğruluğu yüzünden mahşere varmış, haşrolmuş kişilerin ulusudur.
  • Bu âlemde EbuBekris Sıddıyk’a bak da haşri daha iyi tasdik et.
  • Muhammed’de elde bulunan, görünüp duran yüzlerce kıyametti. Çünkü o, her hakikati,her sırrı çözüp bağlama yokluğunda hâl olmuş, hakiki varlığa ulaşmıştı. 750
  • Ahmet bu dünyaya ikinci defa doğmuştu. O, apaçık yüzlerce kıyametti.
  • Ondan kıyameti sorup dururlar ve “Ey kıyamet, kıyamete ne kadar zaman var” derlerdi.
  • Birisi o hakiki mahşer olan Peygamberden haşri sordu mu çok defa hâl diliyle “Mahşerden haşri soruyor” derdi.
  • İşte onun için o güzel haberler veren peygamber, ey ulular demiştir, ölmeden önce ölün!
  • Nitekim ben de ölmeden öldüm de bu sesi, bu şöhreti o taraftan aldım, getirdim. 755
  • Kıyamet ol da kıyameti gör. Her şeyi görmenin şartı budur.
  • İster nur olsun, ister karanlık. O olmadıkça onu tamamı ile bilemezsin.
  • Akıl oldun mu aklı tamamı ile bilirsin, aşk oldun mu aşkın yanmış, mahvolmuş fitillerini anlar, duyarsın.
  • Anlayış bunu kavrayabilseydi bu dâvanın delilini apaçık söylerdim.
  • İncir yiyen bir kuş gelip konuk olsa bu tarafta incir çoktur, incirin hiçbir değeri yoktur. 760
  • Âlemde bulunan kadın, erkek... Herkes her an can vermede, ölmededir.
  • Sözlerini de, ölüm zamanı babanın oğula vasiyeti say.
  • Da ibret al ,acın... Bu suretle de buğuz,haset ve kin, kökünden sökülüp çıksın.
  • Yakınlarına onlar ölünce nasıl yüreğin yanarsa o çeşit bak.
  • Gelecek şey gelmiştir onları ölmüş say, sevdiğini ölüyor, ölmüş onu kaybetmişsin bil. 765
  • Garezler senin bu çeşit bakışına perde oluyorsa onları yırt, at.
  • Bunları yırtıp atamazsan âcizim deyip kalma. Bil ki âciz olanı bir âcze salan var.
  • Âciz, bir zincirdir. Birisi gelmiş, sana o zinciri takmıştır. Gözünü açıp zinciri takanı görmek gerek.
  • Ey yaşayış yolunu gösteren ben bir doğandım, ayağım bağlandı, bu neden? diye yalvarıp sızlanmaya koyul.
  • Yarabbi de, kötülüğe kuvvetle adım attım. Bu yüzden kahrınla daima zarar ve ziyan içindeyim. 770
  • Senin öğütlerine karşı kulağım sağırdır. Put kırıyorum diye dâvadaydım ama put yapıyormuşum meğer.
  • Senin yaptığın şeyleri senin sanatlarını anmak mı farzdır, ölümü anmak mı? Ölüm, güz mevsimine benzer, sense yaprakların aslısın.
  • Şu ölüm yıllardır davulcağızını döver durur da senin kulağın vakitsiz ve yersiz oynar.
  • Fakat can verme çağında ah ölüm dersin. Ölüm şimdi mi seni uyandırdı?
  • Ölümün, nâra atmadan boğazı yırtıldı sesi tutuldu; dövüle dövüle davulu patladı! 775
  • Sense kendini bir şeylere verdin, ince eleyip sık dokudun; ne sesini duydun, ne davulunu! Fakat ölümün ne demek olduğunu şimdi anladın işte!
  • Ömrü zayedip tam can verme çağında,o darlık zamanında tövbe etmeye koyulmak,her yıl Halep’teki Şîa’nın âşure günlerinde Antakya kapısında yas tutmasına benzer.Garip bir şair, yoldan gelmişti de:”Bu gürültü,bu feryat nedir kime yas tutuluyor?” diye sormuştu.
  • Âşure günü, bütün Halep’liler, Antakya kapısına gelirler, ta geceye kadar.
  • Kadın erkek, büyük bir kalabalık toplanır, Ehlibeyt’in yasını tutarlardı.
  • Bağırırlar, ağlarlar, feryat ederlerdi. Şîa, Kerbelâ vakası için yas tutardı.
  • Ehlibeyt’in Yezit’ten, Şimir’den çektikleri zulümleri, onlar tarafından uğradıkları sınanmaları sayıp dökerler, 780
  • Sesleri ses verir, feryatları, bütün ovayı, çölü doldururdu.
  • Bir garip şair, âşure günü çölden geldi, o feryadı duydu.
  • Şehri bırakıp o tarafa yürüdü, feryadın sebebini araştırmaya koyuldu.
  • Merak etti, bu gam nedir, bu yas kime tutuluyor diye soruşturmaya başladı.
  • Herhalde bir ulu bey ölmüş olmalı diyordu; böyle bir topluluk, küçük iş değil. 785