English    Türkçe    فارسی   

6
770-819

  • Yarabbi de, kötülüğe kuvvetle adım attım. Bu yüzden kahrınla daima zarar ve ziyan içindeyim. 770
  • سخت‌تر افشرده‌ام در شر قدم  ** که لفی خسرم ز قهرت دم به دم 
  • Senin öğütlerine karşı kulağım sağırdır. Put kırıyorum diye dâvadaydım ama put yapıyormuşum meğer.
  • از نصیحتهای تو کر بوده‌ام  ** بت‌شکن دعوی و بت‌گر بوده‌ام 
  • Senin yaptığın şeyleri senin sanatlarını anmak mı farzdır, ölümü anmak mı? Ölüm, güz mevsimine benzer, sense yaprakların aslısın.
  • یاد صنعت فرض‌تر یا یاد مرگ  ** مرگ مانند خزان تو اصل برگ 
  • Şu ölüm yıllardır davulcağızını döver durur da senin kulağın vakitsiz ve yersiz oynar.
  • سالها این مرگ طبلک می‌زند  ** گوش تو بیگاه جنبش می‌کند 
  • Fakat can verme çağında ah ölüm dersin. Ölüm şimdi mi seni uyandırdı?
  • گوید اندر نزع از جان آه مرگ  ** این زمان کردت ز خود آگاه مرگ 
  • Ölümün, nâra atmadan boğazı yırtıldı sesi tutuldu; dövüle dövüle davulu patladı! 775
  • این گلوی مرگ از نعره گرفت  ** طبل او بشکافت از ضرب شگفت 
  • Sense kendini bir şeylere verdin, ince eleyip sık dokudun; ne sesini duydun, ne davulunu! Fakat ölümün ne demek olduğunu şimdi anladın işte!
  • در دقایق خویش را در بافتی  ** رمز مردن این زمان در یافتی 
  • Ömrü zayedip tam can verme çağında,o darlık zamanında tövbe etmeye koyulmak,her yıl Halep’teki Şîa’nın âşure günlerinde Antakya kapısında yas tutmasına benzer.Garip bir şair, yoldan gelmişti de:”Bu gürültü,bu feryat nedir kime yas tutuluyor?” diye sormuştu.
  • تشبیه مغفلی کی عمر ضایع کند و وقت مرگ در آن تنگاتنگ توبه و استغفار کردن گیرد به تعزیت داشتن شیعه‌ی اهل حلب هر سالی در ایام عاشورا به دروازه‌ی انطاکیه و رسیدن غریب شاعر از سفر و پرسیدن کی این غریو چه تعزیه است 
  • Âşure günü, bütün Halep’liler, Antakya kapısına gelirler, ta geceye kadar.
  • روز عاشورا همه اهل حلب  ** باب انطاکیه اندر تا به شب 
  • Kadın erkek, büyük bir kalabalık toplanır, Ehlibeyt’in yasını tutarlardı.
  • گرد آید مرد و زن جمعی عظیم  ** ماتم آن خاندان دارد مقیم 
  • Bağırırlar, ağlarlar, feryat ederlerdi. Şîa, Kerbelâ vakası için yas tutardı.
  • ناله و نوحه کنند اندر بکا  ** شیعه عاشورا برای کربلا 
  • Ehlibeyt’in Yezit’ten, Şimir’den çektikleri zulümleri, onlar tarafından uğradıkları sınanmaları sayıp dökerler, 780
  • بشمرند آن ظلمها و امتحان  ** کز یزید و شمر دید آن خاندان 
  • Sesleri ses verir, feryatları, bütün ovayı, çölü doldururdu.
  • نعره‌هاشان می‌رود در ویل و وشت  ** پر همی‌گردد همه صحرا و دشت 
  • Bir garip şair, âşure günü çölden geldi, o feryadı duydu.
  • یک غریبی شاعری از راه رسید  ** روز عاشورا و آن افغان شنید 
  • Şehri bırakıp o tarafa yürüdü, feryadın sebebini araştırmaya koyuldu.
  • شهر را بگذاشت و آن سوی رای کرد  ** قصد جست و جوی آن هیهای کرد 
  • Merak etti, bu gam nedir, bu yas kime tutuluyor diye soruşturmaya başladı.
  • پرس پرسان می‌شد اندر افتقاد  ** چیست این غم بر که این ماتم فتاد 
  • Herhalde bir ulu bey ölmüş olmalı diyordu; böyle bir topluluk, küçük iş değil. 785
  • این رئیس زفت باشد که بمرد  ** این چنین مجمع نباشد کار خرد 
  • Ben garibim siz buralısınız adını lâkaplarını söyleyin.
  • نام او و القاب او شرحم دهید  ** که غریبم من شما اهل دهید 
  • Adı neydi ne iş görürdü, nasıl adamdı? Bana bildirin de onun iyiliklerine ait bir mersiye söyleyeyim.
  • چیست نام و پیشه و اوصاف او  ** تا بگویم مرثیه ز الطاف او 
  • Ben şairim,bir mersiye düzüp okuyayım da,buradan bir yiyecek,bir azık parası alayım.
  • مرثیه سازم که مرد شاعرم  ** تا ازینجا برگ و لالنگی برم 
  • Bunu duyanların birisi dedi ki: Yahu, sen deli misin? Yoksa Şîa değilsin de Ehlibeyt düşmanı mısın?
  • آن یکی گفتش که هی دیوانه‌ای  ** تو نه‌ای شیعه عدو خانه‌ای 
  • Âşure gününü, o gün şehit olan cana yas tutmanın yüzlerce yıl yaşamadan daha üstün olduğunu bilmiyor musun? 790
  • روز عاشوار نمی‌دانی که هست  ** ماتم جانی که از قرنی بهست 
  • Bu dert Müminin yanında değersiz olur mu hiç? Kulağın aşkı, küpenin değerincedir.
  • پیش مومن کی بود این غصه خوار  ** قدر عشق گوش عشق گوشوار 
  • Mümine göre o pâk nurun yası, yüzlerce Nuh tufanından da meşhurdur.
  • پیش مومن ماتم آن پاک‌روح  ** شهره‌تر باشد ز صد طوفان نوح 
  • Şair’in,Halepteki Şiîleri kınayan sözleri
  • نکته گفتن آن شاعر جهت طعن شیعه حلب 
  • Şair dedi ki: Doğru ama Yezit’in devri nerede? Bu yas buraya ne kadar da geç gelmiş?
  • گفت آری لیک کو دور یزید  ** کی بدست این غم چه دیر اینجا رسید 
  • Körler bile o kötülükleri gördüler, sağırların kulakları bile o hikâyeleri duydu.
  • چشم کوران آن خسارت را بدید  ** گوش کران آن حکایت را شنید 
  • Siz şimdiye kadar uyuyor muydunuz ki şimdi yas tutuyor, elbisenizi yırtıyorsunuz? 795
  • خفته بودستید تا اکنون شما  ** که کنون جامه دریدیت از عزا 
  • Ey uykuya dalanlar, kendinize ağlayın! Çünkü bu ağır uyku, çok kötü bir ölüm.
  • پس عزا بر خود کنید ای خفتگان  ** زانک بد مرگیست این خواب گران 
  • Allah’ya mensup ruh, zindandan kurtuldu. Neden elbisenizi yırtalım, niçin elimizi ısırıp duralım?
  • روح سلطانی ز زندانی بجست  ** جامه چه درانیم و چون خاییم دست 
  • Onlar ,din sultanlarıydı. Bağı kırdıkları zaman onlara sevinç çağıdır.
  • چونک ایشان خسرو دین بوده‌اند  ** وقت شادی شد چو بشکستند بند 
  • Devlet saymanına uçup gittiler; tomruğu,zinciri çözüp attılar.
  • سوی شادروان دولت تاختند  ** کنده و زنجیر را انداختند 
  • O gün devlet günüdür, güzellik ve saltanat günüdür. Bir zerrecik anlasan, bilsen bunun böyle olduğunu tasdik edersin? 800
  • روز ملکست و گش و شاهنشهی  ** گر تو یک ذره ازیشان آگهی 
  • Bilmiyor, anlamıyorsan yürü, kendine ağla. Çünkü göçmeyi mahşeri inkâr ediyorsun.
  • ور نه‌ای آگه برو بر خود گری  ** زانک در انکار نقل و حشری 
  • Kendi harap dinine, harap gönlüne ağla ki bu eski topraktan başka bir şey görmüyor.
  • بر دل و دین خرابت نوحه کن  ** که نمی‌بیند جز این خاک کهن 
  • Görüyorsa neden yiğitleşmiyor, Allah’ya dayanmıyor; neden gözü tok değil?
  • ور همی‌بیند چرا نبود دلیر  ** پشتدار و جانسپار و چشم‌سیر 
  • Nerede yüzünde din şarabının verdiği nur? Denizi gördüysen hani cömert elin, avucun?
  • در رخت کو از می دین فرخی  ** گر بدیدی بحر کو کف سخی 
  • Irmağı gören suyu esirgemez; hele o denizi, o bulutu görmüşse. 805
  • آنک جو دید آب را نکند دریغ  ** خاصه آن کو دید آن دریا و میغ 
  • Allah rızk vericiliğini ve rahmet hazinelerini, görmeyen haris ,büyük bir harman yerinde, o geniş harmanı görmeyip de bir tek buğdaya yapışan ,uğraşa çabalaya,titreye,yorula aceleyle onu götürmeye çalışan bir karıncaya benzer.
  • تمثیل مرد حریص نابیننده رزاقی حق را و خزاین و رحمت او را به موری کی در خرمنگاه بزرگ با دانه‌ی گندم می‌کوشد و می‌جوشد و می‌لرزد و به تعجیل می‌کشد و سعت آن خرمن را نمی‌بیند 
  • Karınca, güzelim harmanları görmez de bir tanecik buğdayın üstüne titrer.
  • مور بر دانه بدان لرزان شود  ** که ز خرمنهای خوش اعمی بود 
  • O taneyi hırsla, korkuyla çeker durur da onca yığını görmez.
  • می‌کشد آن دانه را با حرص و بیم  ** که نمی‌بیند چنان چاش کریم 
  • Harman sahibi de ey körlüğünden hiçbir şey görmeyen der;
  • صاحب خرمن همی‌گوید که هی  ** ای ز کوری پیش تو معدوم شی 
  • Harmanlarımızdan ancak o bir tek taneyi gördün de ona canla başla sarıldın.
  • تو ز خرمنهای ما آن دیده‌ای  ** که در آن دانه به جان پیچیده‌ای 
  • Ey surette zerre olan, Zuhal yıldızını gör. Sen bir topal karıncasın, yürü, Süleyman’a bak. 810
  • ای به صورت ذره کیوان را ببین  ** مور لنگی رو سلیمان را ببین 
  • Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.
  • تو نه‌ای این جسم تو آن دیده‌ای  ** وا رهی از جسم گر جان دیده‌ای 
  • İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şey değil. Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın.
  • آدمی دیده‌ست باقی گوشت و پوست  ** هرچه چشمش دیده است آن چیز اوست 
  • Bir küp, boyuna deniz suyu ile doldurulsa koca bir dağı sele verir.
  • کوه را غرقه کند یک خم ز نم  ** منفذش چون باز باشد سوی یم 
  • Küpün canından denize bir yol açılırsa küp, ırmaktan üstün olur.
  • چون به دریا راه شد از جان خم  ** خم با جیحون برآرد اشتلم 
  • Onun için “Söyle” sözü, denizin sözüdür. Ahmed, neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir. 815
  • زان سبب قل گفته‌ی دریا بود  ** هرچه نطق احمدی گویا بود 
  • Onun sözleri denizin incileridir. Çünkü gönlü denizle birdir onun.
  • گفته‌ی او جمله در بحر بود  ** که دلش را بود در دریا نفوذ 
  • Deniz daima küpümüze yardım edip durursa artık bir balıkta denizin bulunmasına şaşılır mı?
  • داد دریا چون ز خم ما بود  ** چه عجب در ماهیی دریا بود 
  • Duygu gözü şu geçip gidici suretlere düşmüş, donup kalmıştır. Sen, o sureti geçip gidici görürsün ama hakikatte geçip gitmez o.
  • چشم حس افسرد بر نقش ممر  ** تش ممر می‌بینی و او مستقر 
  • Bu ikilik şaşı gözün görüşüdür. Yoksa evvel, âhirdir, âhir de evvel.
  • این دوی اوصاف دید احولست  ** ورنه اول آخر آخر اولست