- Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
- تا که صدیق آن طرف بر میگذشت ** آن احد گفتن به گوش او برفت
- Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
- چشم او پر آب شد دل پر عنا ** زان احد مییافت بوی آشنا
- Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
- بعد از آن خلوت بدیدش پند داد ** کز جهودان خفیه میدار اعتقاد
- Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
- عالم السرست پنهان دار کام ** گفت کردم توبه پیشت ای همام
- Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu. 895
- روز دیگر از پگه صدیق تفت ** آن طرف از بهر کاری میبرفت
- Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
- باز احد بشنید و ضرب زخم خار ** برفروزید از دلش سوز و شرار
- Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
- باز پندش داد باز او توبه کرد ** عشق آمد توبهی او را بخورد
- Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
- توبه کردن زین نمط بسیار شد ** عاقبت از توبه او بیزار شد
- İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
- فاش کرد اسپرد تن را در بلا ** کای محمد ای عدو توبهها
- Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar? 900
- ای تن من وی رگ من پر ز تو ** توبه را گنجا کجا باشد درو
- Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
- توبه را زین پس ز دل بیرون کنم ** از حیات خلد توبه چون کنم
- Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
- عشق قهارست و من مقهور عشق ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق
- Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
- برگ کاهم پیش تو ای تند باد ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد
- Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
- گر هلالم گر بلالم میدوم ** مقتدی آفتابت میشوم
- Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur. 905
- ماه را با زفتی و زاری چه کار ** در پی خورشید پوید سایهوار
- Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
- با قضا هر کو قراری میدهد ** ریشخند سبلت خود میکند
- Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
- کاهبرگی پیش باد آنگه قرار ** رستخیزی وانگهانی عزمکار
- Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
- گربه در انبانم اندر دست عشق ** یکدمی بالا و یکدم پست عشق
- O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
- او همیگرداندم بر گرد سر ** نه به زیر آرام دارم نه زبر
- Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır. 910
- عاشقان در سیل تند افتادهاند ** بر قضای عشق دل بنهادهاند
- Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
- همچو سنگ آسیا اندر مدار ** روز و شب گردان و نالان بیقرار
- Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.
- گردشش بر جوی جویان شاهدست ** تا نگوید کس که آن جو راکدست
- Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen taşının dönüşünü gör der.
- گر نمیبینی تو جو را در کمین ** گردش دولاب گردونی ببین
- Feleğin, o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok. Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme.
- چون قراری نیست گردون را ازو ** ای دل اختروار آرامی مجو
- Hangi dala el atsan, nereye ulaşıp yapışsan, aşk, o dalı kırar, o şeyi koparır. 915
- گر زنی در شاخ دستی کی هلد ** هر کجا پیوند سازی بسکلد
- Kaderin dönüp duruşunu görmüyorsan unsurların coşuşunu, dönüşünü seyret.
- گر نمیبینی تو تدویر قدر ** در عناصر جوشش و گردش نگر
- Denizin üstündeki çöplerle köpüklerin dönüp akışı, şerefli denizin köpürüp coşmasındandır.
- زانک گردشهای آن خاشاک و کف ** باشد از غلیان بحر با شرف
- Başı dönmüş rüzgârın dönüşünü seyret de onun emrine uymuş olan deniz dalgalarının coşup köpürüşünü gör.
- باد سرگردان ببین اندر خروش ** پیش امرش موج دریا بین بجوش
- Güneşle ay, iki değirmen öküzüdür. Dönüp dururlar ve etrafı korurlar.
- آفتاب و ماه دو گاو خراس ** گرد میگردند و میدارند پاس
- Yıldızlar da konak konak koşarlar. Her kutlu ve kutsuz şeyin bineği olurlar. 920
- اختران هم خانه خانه میدوند ** مرکب هر سعد و نحسی میشوند
- Felekteki yıldızlar, uzak olduklarından, duyguların da tembel ve gevşek olup iz izleyemediklerinden onların hakikatini bilemezsin.
- اختران چرخ گر دورند هی ** وین حواست کاهلاند و سستپی
- Bizim göz, kulak ve akıl yıldızlarımız, gece nerededir, uyanıkken nerede?
- اختران چشم و گوش و هوش ما ** شب کجااند و به بیداری کجا
- Gâh kutlulukla, vuslatta, gönülleri hoş. Gâh kutsuzlukla, ayrılıkta kendilerinden geçmişlerdir.
- گاه در سعد و وصال و دلخوشی ** گاه در نحس فراق و بیهشی
- Felekteki ay, böyle dönüp durdukça bazen kapkaranlıktır bir zamanda apaydınlık.
- ماه گردون چون درین گردیدنست ** گاه تاریک و زمانی روشنست
- Gâh balla süt gibi bahar ve yaz olur, gâh, bir ölüm yerine benzeyen kış, zemheri gelir çatar, karlar yağar. 925
- گه بهار و صیف همچون شهد و شیر ** گه سیاستگاه برف و زمهریر
- Külli olan şeyler bile onun önünde top gibi yuvarlanıp durur, çevgânına tâbi olur, secde eder.
- چونک کلیات پیش او چو گوست ** سخره و سجده کن چوگان اوست
- Sen ey gönül, bu yüz binlerce varlık içinden bir cüzüsün, nasıl olur da onun hükmüne karşı kararsız bir hale gelmezsin?
- تو که یک جزوی دلا زین صدهزار ** چون نباشی پیش حکمش بیقرار
- Beyin emrindeki ata dön, at gâh ahırda mahpustur, gâh gezer dolaşır.
- چون ستوری باش در حکم امیر ** گه در آخر حبس گاهی در مسیر
- Seni de bir mıha bağladı mı sabret, çözdü mü yürü sıçra.
- چونک بر میخت ببندد بسته باش ** چونک بگشاید برو بر جسته باش
- Güneş gökyüzünde eğri büğrü gitti mi yüzü kararır, Allah onu bir tutulmaya uğratır. 930
- آفتاب اندر فلک کژ میجهد ** در سیهروزی خسوفش میدهد
- Sen de aklını başına devşir de tutulma yerine düşmemeye savaş, bu suretle de tencere gibi yüzü kara bir hale gelme.
- کز ذنب پرهیز کن هین هوشدار ** تا نگردی تو سیهرو دیگوار
- Buluta da öyle yürüme, böyle yürü diye ateşten kırbaç vururlar.
- ابر را هم تازیانهی آتشین ** میزنندش کانچنان رو نه چنین
- Filân ovaya yağmur yağdır, buraya değil, kulağını aç diye kulağını bururlar.
- بر فلان وادی ببار این سو مبار ** گوشمالش میدهد که گوش دار
- Senin aklın, güneşten artık değildir ya. Nehyedilen fikirde kakılıp kalma.
- عقل تو از آفتابی بیش نیست ** اندر آن فکری که نهی آمد مهایست
- Ey akıl, sen de dizginini eğriltme de tutulup nursuz bir hale gelmeyesin. 935
- کژ منه ای عقل تو هم گام خویش ** تا نیاید آن خسوف رو به پیش
- Güneşin suçu az oldu mu az tutulur, yarısını tutulmuş görürsün, yarısını nurlu.
- چون گنه کمتر بود نیم آفتاب ** منکسف بینی و نیمی نورتاب
- Allah, bu suretle seni suçun ne kadarsa o kadar tutarım. Suça verilen ceza suç miktarıncadır.
- که به قدر جرم میگیرم ترا ** این بود تقریر در داد و جزا
- İster iyi olsun ister kötü... İster âşikar olsun, ister gizli... Biz her şeyi duyarız, her şeyi görürüz der.
- خواه نیک و خواه بد فاش و ستیر ** بر همه اشیا سمیعیم و بصیر
- Babacığım, bundan geç, nevruz oldu, halk, Allah lütfuna ulaştı, herkesin ağzına tat geldi.
- زین گذر کن ای پدر نوروز شد ** خلق از خلاق خوش پدفوز شد
- Yine ırmağımıza can suyu geldi. Yine padişahımız köyümüze kondu. 940
- باز آمد آب جان در جوی ما ** باز آمد شاه ما در کوی ما