English    Türkçe    فارسی   

2
1046-1055

  • یک فسانه راست آمد یا دروغ ** تا دهد مر راستیها را فروغ‏
  • Bir misal, ister doğru olsun, ister yanlış, doğrulukları aydınlatsın da.
  • حسد کردن حشم بر غلام خاص
  • O has köleye padişaha mensup adamların haset etmeleri
  • پادشاهی بنده‏ای را از کرم ** بر گزیده بود بر جمله حشم‏
  • Padişah, lütfuyla bir köleyi bütün adamların içinden seçmiş, onlardan üstün etmişti.
  • جامگی او وظیفه‏ی چل امیر ** ده یک قدرش ندیدی صد وزیر
  • Elbisesinin pahası, kırk emirin maaşına bedeldi. Onun kazandığı kadir ve kıymetin onda birini, hatta yüz vezir bile görmemişti.
  • از کمال طالع و اقبال و بخت ** او ایازی بود و شه محمود وقت‏
  • Talihin yaverliği, bahtının müsait oluşu yüzünden yücelmiş, âdeta bir Eyaz olmuştu. Padişah da sanki zamanın Mahmut’uydu.
  • روح او با روح شه در اصل خویش ** پیش از این تن بوده هم پیوند و خویش‏ 1050
  • Ruhu padişahın ruhîyle birdi. Bu ten âleminden önce de o iki ruh, birbirine eş olmuş, birbirine aşina olmuştu.
  • کار آن دارد که پیش از تن بده ست ** بگذر از اینها که نو حادث شده ست‏
  • Zaten iş, tenden önce olan iştir. Sonradan meydana gelenlerden geç!
  • کار عارف راست کاو نه احول است ** چشم او بر کشتهای اول است‏
  • İş arifindir. Çünkü arif, şaşı değildir. Gözü, ilk ekilen şeyleri görür.
  • آن چه گندم کاشتندش و آن چه جو ** چشم او آن جاست روز و شب گرو
  • Buğday mı ekildi, arpa mı? Gece, gündüz gözü ondadır. Gece, neye gebeyse onu doğurur.
  • آنچ آبست است شب جز آن نزاد ** حیله‏ها و مکرها باد است باد
  • Bunu menetmek için yapılan hileler, başvurulan tedbirler havadan ibaret!
  • کی کند دل خوش به حیلتهای گش ** آن که بیند حیله‏ی حق بر سرش‏ 1055
  • Allah’ın takdirini, kendi tedbirinden üstün gören kişi, nasıl olur da kendi tedbirleriyle gönlünü avutabilir?