English    Türkçe    فارسی   

2
1128-1137

  • آن که او باشد حسود آفتاب ** و انکه می‏رنجد ز بود آفتاب‏
  • Güneşe haset eden, güneşin varlığından incinen kişi yok mu?
  • اینت درد بی‏دوا کاو راست آه ** اینت افتاده ابد در قعر چاه‏
  • Ah, işte sana devası olmayan illet. O adam kördür, kör! İşte sana ebediyen kuyunun ta dibine düşmüş kalmış bir kişi!
  • نفی خورشید ازل بایست او ** کی بر آید این مراد او بگو 1130
  • O ezeli güneşi yok etmek ister, fakat söyle, bu muradı nasıl olur da yerine gelir, imkân var mı?
  • .
  • Doğan’ın viranede baykuşlar içine düşmesi
  • باز آن باشد که باز آید به شاه ** باز کور است آن که شد گم کرده راه‏
  • Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler. Yolunu kaybeden kör doğandır.
  • راه را گم کرد و در ویران فتاد ** باز در ویران بر جغدان فتاد
  • Bir doğan, yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasında kaldı.
  • او همه نور است از نور رضا ** لیک کورش کرد سرهنگ قضا
  • O rıza nurundandı, baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti;
  • خاک در چشمش زد و از راه برد ** در میان جغد و ویرانش سپرد
  • Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı.
  • بر سری جغدانش بر سر می‏زنند ** پر و بال نازنینش می‏کنند 1135
  • Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa, güzelim kanatlarını yolmaya başladılar.
  • ولوله افتاد در جغدان که ها ** باز آمد تا بگیرد جای ما
  • Baykuşlar arasına “Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düştü.
  • چون سگان کوی پر خشم و مهیب ** اندر افتادند در دلق غریب‏
  • Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar.