English    Türkçe    فارسی   

2
1188-1197

  • تا قیامت گر بگویم بشمرم ** من ز شرح این قیامت قاصرم‏
  • Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
  • این سخنها خود به معنی یا ربی است ** حرفها دام دم شیرین لبی است‏
  • Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır.
  • چون کند تقصیر پس چون تن زند ** چون که لبیکش به یا رب می‏رسد 1190
  • Kulun “Yarab” sözüne Allah’ın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “Yarab” demekte kusur eder?
  • هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
  • Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
  • کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
  • Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
  • بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنه‏ی دردمند
  • Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
  • مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
  • Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
  • ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب‏
  • Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
  • چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ 1195
  • O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti.
  • از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشت‏کن‏
  • O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
  • آب می‏زد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
  • Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.