English    Türkçe    فارسی   

2
1331-1340

  • چون ز کوه آن لطف بیرون می‏شود ** آبها در چشمه‏ها خون می‏شود
  • Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
  • ز آن شهنشاه همایون نعل بود ** که سراسر طور سینا لعل بود
  • O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline geldi.
  • جان پذیرفت و خرد اجزای کوه ** ما کم از سنگیم آخر ای گروه‏
  • Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki?
  • نه ز جان یک چشمه جوشان می‏شود ** نه بدن از سبز پوشان می‏شود
  • Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta…
  • نه صدای بانگ مشتاقی در او ** نه صفای جرعه‏ی ساقی در او 1335
  • Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum şarabının neşesi!
  • کو حمیت تا ز تیشه و ز کلند ** این چنین که را بکلی بر کنند
  • Nerde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın.
  • بو که بر اجزای او تابد مهی ** بو که در وی تاب مه یابد رهی‏
  • Belki cüzilerine bir ay parıltısı vurur, belki ay ışığı, ona yol bulur!
  • چون قیامت کوهها را بر کند ** پس قیامت این کرم کی می‏کند
  • Kıyamette dağlar yerlerinden sökülecek… Senin bir davranman da ne vakit böyle bir keremde bulunacak?
  • این قیامت ز آن قیامت کی کم است ** آن قیامت زخم و این چون مرهم است‏
  • Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da aşağı sayılır? O kıyamet yaradır, bu, merheme benzer.
  • هر که دید این مرهم از زخم ایمن است ** هر بدی کاین حسن دید او محسن است‏ 1340
  • Bu merhemi gören yaradan kurtulmuştur. Bu güzelliği gören kötü kişi bile ihsan sahibidir.