-
صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بینوا 1595
- Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur.
-
چون که برگ روح خود زرد و سیاه ** میببینی چون ندانی خشم شاه
- Ruh yaprağını sararmış, kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok.
-
آفتاب شاه در برج عتاب ** میکند روها سیه همچون کباب
- Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
-
آن عطارد را ورقها جان ماست ** آن سپیدی و آن سیه میزان ماست
- O Utarit’in sayfaları, bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
-
باز منشوری نویسد سرخ و سبز ** تا رهند ارواح از سودا و عجز
- Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.
-
سرخ و سبز افتاد نسخ نو بهار ** چون خط قوس و قزح در اعتبار 1600
- Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”.
-
عکس تعظیم پیغام سلیمان علیه السلام در دل بلقیس از صورت حقیر هدهد
- Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması
-
رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
- Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
-
هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان
- Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
-
خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول
- Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
-
جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
- Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.