-
از کجا آوردهاند آن حلهها ** من کریم من رحیم کلها
- Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahtan. Hepsini de merhamet sahibi Allahtan!
-
آن لطافتها نشان شاهدی است ** آن نشان پای مرد عابدی است 1665
- O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi.
-
آن شود شاد از نشان کاو دید شاه ** چون ندید او را نباشد انتباه
- Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
-
روح آن کس کاو به هنگام أ لست ** دید رب خویش و شد بیخویش و مست
- Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer.
-
او شناسد بوی می کاو می بخورد ** چون نخورد او می چه داند بوی کرد
- Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin?
-
ز انکه حکمت همچو ناقهی ضاله است ** همچو دلاله شهان را داله است
- Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür.
-
تو ببینی خواب در یک خوش لقا ** کاو دهد وعده و نشانی مر ترا 1670
- Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vade verir, alâmetler söyler.
-
که مراد تو شود اینک نشان ** که بپیش آید ترا فردا فلان
- Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.
-
یک نشانی آن که او باشد سوار ** یک نشانی که ترا گیرد کنار
- Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce kucaklayacak.
-
یک نشانی که بخندد پیش تو ** یک نشان که دست بندد پیش تو
- Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır.