English    Türkçe    فارسی   

2
1868-1877

  • سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
  • Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
  • این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
  • Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
  • آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز 1870
  • Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.
  • ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب‏
  • Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
  • کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
  • Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
  • تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
  • Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
  • عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
  • Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
  • ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا 1875
  • Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!
  • ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
  • Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
  • گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
  • Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
  • رنجانیدن امیری خفته‏ای را که مار در دهانش رفته بود
  • Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi